13.05.2024
Zaman zaman ara verdiğimiz epistemik kavramlar konusuna, bu hafta “fıkıh” ve “fehm” kavramlarını analiz ederek devam edeceğiz. Bu iki kavram düşünme ve anlamanın iki farklı türünü ifade etmektedir. Fıkıh, üzerinde düşünerek (teemmül) sözün gereğini bilmektir. Dolayısıyla fıkıh kelamın manası hakkındadır. Fehim ise bir sözün anlamlarını özellikle duyduğu anda bilmektir. Buna “hızlı kavrama” da denilebilir. Eğer bir kişi duyduğunu hemen anlamazsa ona “eksik anlayışlı” denilir. Demek ki ilkinde düşünerek anlama, ikincisinde ise hızlı anlama ve kavrama söz konusudur.
Şimdi bu kavramların etimolojik ve semantik arkaplanı hakkında kısa bir özet geçebiliriz. Sözlükte yarmak ve açmak anlamına da gelen fıkıh kelimesi, bir şeyi iyice bilmek ve anlamak, derinlemesine ve fetanetle şuurlu bir şekilde kavramak, bir şeyin künhüne vakıf olmak, manalarında da kullanılmaktadır. Ancak buradaki bilmek herhangi bir bilmek değil, bilgi ve anlam derecelerinin en üst noktasında kavramak demektir. İslam hukukunu oluşturan bir disiplin olan fıkıh, dinî hükümleri anlama, yorumlama ve uygulama sürecini ifade eder. Bu nedenle, “fıkıh” kelimesi genellikle “dinî hükümlerin anlaşılması ve yorumlanması” anlamında kullanılır.
Kur’an’da bir ayette fıkıh kelimesi şöyle geçmektedir: “Bu adamlara ne oluyor ki, bir türlü hakikati ifade eden sözleri ve Kur’an’ı fıkh etmiyorlar.” (Nisa, 4:78) Bu ayetteki “fıkh” ifadesi, hikmeti ile bilmek ve anlamak manalarına gelmektedir. Bir sözünde Hz. Muhammed şöyle demiştir. “Biz zaman gelecek Kur’an’ı fıkh edenler azalacak, ezberleyerek okuyanlar çoğalacaktır.”
Fıkıh bilimi, İslami ve kitabi bilimlerin merkezinde yer alır. Çünkü bir Müslümanın günlük hayatta hangi norm ve kriterlere göre yaşayacağını fıkıh belirler. Fıkıh epistemolojik ve metodolojik anlamda Kur’an’ı anlama ve ondan norm çıkarma yöntemidir. Bu yönteme “usulü fıkıh” denilir. Bu yöntemle çıkarsanan normlar (ya da hükümler) fıkhın konusudur. Büyük hukuk bilgini Şatıbi, normları iki gruba ayırır: Teklifi normlar ve vazî normlar. Teklifi normlar Müslüman bireyin ve toplumun eylemlerini düzenler, vazî normlar ise normların şartlarını inceler. Normlar, sürekli değişen ve farklılık gösteren bir hayata uygulandığı için hangi normların ne zaman ve hangi şartlarda uygulanacağı önemli bir meseledir. İşte, işin bu yönünü vazî hükümler düzenler.
Fıkıh, belirli bir metodolojiyle elde edilmiş bir “normlar sistemi”dir. Normların kaynakları, İslam hukukunun kaynaklarıdır. Bunları “nas, akıl ve örf” olarak üç grupta toplayabiliriz. Nas, fıkıh literatüründe norm/hüküm ihtiva eden ayet ve hadislerdir. Fakih, özellikle bunları kendine malzeme olarak alır. Akıl ise hem nassı anlama hem de nastan hüküm çıkarma konusunda yürütülen bir faaliyettir. Fıkıhta analoji (kıyas) ve teleoloji (makasıd) gibi işlemlerde belirli bir akılyürütme söz konusudur. Analojik akılyürütmede bilinen bir hüküm, bilinmeyen bir konuya taşınmak üzere ortak illeti bulmak ve genelle yapmaktan ibarettir. Bu, mantık ve sosyal bilimlerde tümevarımla aynı işlemi ifade eder, ancak fıkıhta kıyas “eksik” bir tümevarım olarak telakki edilir. Bunun tersine makasıd-merkezli akılyürütmede tikel hükümlerden genel hükümlere doğru tümevarımsal bir akıl işleyiştedir. İkinci aşamada ise tümel normlar, bireysel ve tekil meseleleri çözmek üzere kullanılır. Bu aşamada tümdengelim yöntemi esas alınır.
Örf ise, İslam hukukunda yerleşik kültürün bir kısmını ifade eder. Örf, tanım gereği toplumsal olarak iyi ve güzel karşılanan ve şeriatın hükümleriyle uyumlu olan toplumsal tutumlardır. Eğer bir konuda nas ve akılla elde edilebilecek bir çözüm yoksa, pekâlâ örfe göre meseleyi çözmek mümkündür.
İslam hukukunu ya da fıkhını, kaynakları ve yöntemi açısından değerlendirdiğimizde kesinlikle beşeri bir faaliyetin alanı ve sonucu olarak görebiliriz. Kaynakların bir kısmı (Kur’an) ilahi olsa da buradan hüküm çıkarmak akli ve metodolojik bir işlemin sonucu olduğu için ulaşılan sonuç hiçbir zaman ilahi ve kutsal olarak görülemez. Çünkü biliyoruz ki aynı kaynaklara başvurduğu halde fakihler ve müçtehitler farklı sonuçlara ulaşmaktadırlar, ki buradan da İslam’da “mezhepler” dediğimiz fıkhi sistemler doğmaktadır. İslam hukuku, modern hukuk gibi tekil ve homojen bir sistem değildir. Farklı görüşlerin tanındığı ve kabul edildiği, her zaman birden fazla mezhebin olabileceği çoğulcu bir hukuk sistemidir.
“Fehm” kelimesi de, fıkıh kelimesi gibi Arapça kökenlidir. Köken olarak fahima kelimesinden türer ve köken itibariyle, “anlamak”, “idrak etmek”, “kavramak” gibi anlamlara gelir. Özellikle fıkıh alanında, dinî hükümleri anlama ve yorumlama sürecine atıfta bulunmak için kullanılır. Fıkıhtan farklı olarak fehm, kişinin dinî konulardaki anlayışı, kavrayışı ve içsel olarak hükümleri anlaması anlamında kullanılır. Bu terim, kişisel bir içgörü, anlama veya idrak sürecini vurgular ve daha subjektif bir kavramdır. Bu nedenle, fıkıh genellikle İslam hukukunu inceleyen ve belirleyen bir alan olarak daha objektif bir yapıya sahipken, fehm kişisel bir anlayış veya içselleştirme sürecini ifade eder ve daha subjektif bir nitelik taşır.
Kur’an’da Hz. Süleyman ile ilgili olarak bir ayette şöyle denilmektedir: “Biz hüküm vermeyi Süleyman’a kavrattık” (Enbiya, 21:79). Kitapta tek bir yerde geçen bu ifade Davud ve Süleyman’ın bir kavmin hayvanlarının içine girip yayıldığı ekin tarlaları hakkında hüküm yürütürken Allah’ın Süleyman’a doğru hükmü kavratması anlamına geliyor. Mevdudî bu ayeti yorumlarken peygamberlerin de Allah vergisi güç ve yeteneklerine rağmen sadece birer insan olduklarını vurgulamak için anlatıldığına dikkat çeker. Ona göre bu olayda her ikisi de peygamber oldukları halde, Allah, Süleyman’a gösterdiği doğru yolu Davud’a göstermediği için o yanılmıştı. Kur’an, peygamberler arasında, peygamberlikleri yönünden bir eşitlik vurgusu yapsa da aralarında farklar olduğunu da kabul etmektedir. “Göklerde ve yerdeki kimseleri en iyi Rabbin bilir. Biz, nebilerin kimini kiminden üstün kıldık.” (İsra, 17:55).
Özetlersek; fıkıh daha genel ve nesnel bir kavrama ve anlama biçimi iken, fehm özel ve öznel bir anlama tarzıdır. İlkinde odaklı bir düşünme ve anlama vardır, ikincisinde ise hızlı ve spesifik bir anlama biçimi söz konusudur. Fıkıh ve fehm, bir açıdan aynı madalyonun iki farklı yüzü olarak da algılanabilir. Fehm, bir fakihin içsel anlama kabiliyetini ve süreçlerini ifade ederken, fıkıh onun soğukkanlı değerlendirme ve elde ettiği sonuçları ifade eder.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.