29.04.2024
Bir hafta ara verdiğimiz epistemik kavramlara bu hafta yeniden devam ediyoruz. Bu kez farklı disiplinlerin konusu olan şuur ya da bilinç kavramını ele alacağız. Şuur ya da bugünkü Türkçesiyle bilinç olarak ifade edilen kavram hem felsefi antropoloji hem de psikoloji açısından önemli olduğu kadar yapay zekâ, algı, zihin, özfarkındalık, bilinçli deneyim ve bilinç akışı gibi kavramlarla da akraba sayılır.
Kaynaklarımızda ve sözlüklerimizde şiir ile aynı kökten gelen şuur kelimesi, tıpkı şiirdeki dikkat gibi, çok ince bir dikkatle elde edilen bilgidir. Bunun zıddı olan şuursuz(luk) kelimesi bilgisizlikte bir mübalağayı ifade eder. Terminolojik olarak şuur, bir bireyin kendisini ve çevresini fark etme yeteneğinidir. Bu terim, genellikle insanın bilinçli deneyimlerini, düşüncelerini, duygularını ve algılarını kapsar. Şuur, insanın içsel dünyasının bilinçli kısmını temsil eder ve dış dünya ile etkileşimde bulunma, düşünme, algılama ve hissetme yeteneğini içerir.
Kur’an-ı Kerim’de akıl gibi, şuur kelimesi de doğrudan isim olarak kullanılmamıştır. Bunun yerine bu kökten gelen fiiller kullanılmıştır. Şuur kavramı, genellikle insanın bilinçli düşünme, anlama ve idrak etme yeteneği olarak ifade edilir. İnsanın şuurlu bir varlık olarak yaratıldığı ve bu şuurun, Allah’ın varlığını ve emirlerini anlaması, düşünmesi ve takdir etmesi gerektiği vurgulanır.
Şuurlu bir varlık olmak, bir bireyin kendi varlığının farkında olması anlamına gelirken, aynı zamanda dış dünyayı da fark etme, anlama ve tepki gösterme yeteneğini içerir. Şuur, insanın kimliğini, deneyimlerini ve ilişkilerini şekillendirir. Bu kavram, felsefi, psikolojik ve nörolojik açılardan incelenmiş ve çeşitli disiplinlerde araştırılmıştır.
Şuur ya da bilinç kavramını akraba kavramlarla birlikte düşünmek kavrayışımızı geliştirecektir.
- Öz-farkındalık: Öz-farkındalık, kişinin kendisini diğerlerinden ayrı bir birey olarak tanıma ve kendi düşüncelerinin, duygularının ve deneyimlerinin bilincinde olma yeteneğini ifade eder.
- Zihin: Zihin, algı, hafıza, akıl yürütme ve duygu gibi bilinçle ilgili bilişsel süreçleri ve zihinsel faaliyetleri kapsar.
- Öznellik: Öznellik, bireylerin dünyayı deneyimlediği kişisel ve içsel bakış açısını ifade eder. Algılar, inançlar ve duygular da dahil olmak üzere bilincin benzersiz ve öznel niteliklerini içerir.
- Farkındalık: Farkındalık, bir şeyin bilincinde olma veya farkında olma durumudur. Hem dış uyaranları algılama yeteneğini hem de kişinin kendi zihinsel durumlarının iç gözlemsel farkındalığını içerir.
- Bilinçli Deneyim: Bilinçli deneyim, bilincin duyular, algılar, düşünceler ve duygular gibi öznel yönlerini kapsar. Bilinçli olmak ve dünyaya birinci şahıs bakış açısına sahip olmak böyle bir duygudur.
- Bilinç Akışı: Bilinç akışı, bilinçli deneyimimizi oluşturan düşüncelerin, duyguların ve algıların sürekli akışını ifade eder. Bilincin dinamik ve sürekli değişen doğasını temsil eder.
- Bedenleşmiş bilinç: Bu kavram, bilincin bedene ve onun duyusal-motor deneyimlerine yakından bağlı olduğu fikrini ifade eder. Bilinçli algı ve bilişi şekillendirmede bedensel duyumların ve hareketlerin rolünü vurgular.
Bu kavramların tümü bilinç kavramıyla iç içedir, öznel deneyimin ve zihinsel yaşamın doğasına ilişkin anlayışımıza katkıda bulunur.
Felsefi antropolojide bilinç, kişinin kendisinin ve çevresinin farkında olmasına ilişkin öznel deneyimi ifade eder. Felsefi antropoloji, genellikle bilincin doğasını merkezi bir konu olarak ele alarak insan doğası, varlığı ve yaşamın anlamı hakkındaki soruları araştırır. Felsefi antropolojide bilinç genellikle insan olmanın ne anlama geldiğinin temel bir yönü olarak kabul edilir. İnsan kimliğine, failliğine, özgürlüğüne ve gerçekliğin doğasına ilişkin araştırmaların merkezinde yer alır. Felsefi antropologlar, insanlığın durumuna ilişkin anlayışımızı derinleştirmek için felsefe, psikoloji, sinir bilimi ve diğer disiplinlerden gelen içgörülerden yararlanarak bilincin doğasını çeşitli perspektiflerden araştırırlar.
Psikolojide bilinç, uyanık olma ve kişinin çevresinin ve deneyimlerinin farkında olma durumunu ifade eder. Bir kişinin herhangi bir anda farkında olduğu düşünceleri, algıları, hisleri ve duyguları kapsar. Bilinç, genellikle bilinçli farkındalığın dışında gerçekleşen zihinsel aktiviteler olan bilinçdışı süreçlerle karşılaştırılır.
Freudcu psikanalizde bilinç, insan davranışını ve zihinsel yaşamını anlamada merkezi bir rol oynar, ancak zihnin genel işleyişinin yalnızca bir yönüdür. Sigmund Freud, üç bilinç düzeyinden oluşan yapısal bir zihin modeli önermiştir:
- Bilinçli Zihin: Bu bilinç düzeyi, bireyin halihazırda farkındalığı dahilinde olan düşünceleri, duyguları ve algıları içerir. Kolayca erişilebilen ve ifade edilebilen zihinsel aktiviteleri kapsar.
- Bilinç Öncesi Zihin: Bilinç öncesi zihin, şu anda bilinçli farkındalıkta olmayan ancak dikkat veya çabayla kolayca bilince getirilebilecek düşünceleri, anıları ve bilgileri içerir. Bunlar farkındalık yüzeyinin hemen altında bulunan ve ihtiyaç duyulduğunda kolaylıkla geri getirilebilecek düşüncelerdir.
- Bilinçsiz Zihin: Bilinçdışı zihin, bilinçli farkındalık tarafından doğrudan erişilemeyen düşüncelerden, arzulardan, anılardan ve dürtülerden oluşur. Freud, bilinçdışı zihnin davranış ve zihinsel yaşam üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğuna, kişiliği, motivasyonları ve psikolojik semptomları şekillendirdiğine inanıyordu. Bilinçdışının içeriği genellikle bireyin farkındalığından gizlenir ancak dolaylı olarak rüyalar, dil sürçmeleri (Freudcu sürçmeler) ve diğer davranış biçimleri aracılığıyla ortaya çıkabilir.
Freudcu psikanalizde odak noktasının büyük kısmı, bilinçdışı zihni keşfetmeye ve serbest çağrışım, rüya analizi, direnç ve aktarım analizi gibi teknikler aracılığıyla onun gizli içeriğini açığa çıkarmaya odaklanır. Freud, bilinçdışı çatışmaların ve arzuların psikolojik semptomlara yol açabileceğine ve bu bilinçdışı süreçleri terapi yoluyla bilinçli farkındalığa getirmenin iyileşmeye ve kişisel gelişime yol açabileceğine inanıyordu.
Genel olarak benlik ve bilinç arasındaki ilişki dinamik ve çok boyutludur; bilinçli ve bilinçsiz süreçleri, bedensel duyumları, sosyal etkileşimleri ve kişisel anlatıları içerir. Bu ilişkiyi anlamak, insan kimliğinin ve deneyiminin karmaşıklığını yakalamak için çeşitli disiplinlerden ve perspektiflerden gelen içgörülerin entegre edilmesini gerektirmektedir.
Bilgi ile bilinç arasındaki ilişki de kompleks ve derin bir konudur. Farklı disiplinlerde farklı açılardan incelenir. Bilgi, insanın çevresi hakkında farkındalık kazanmasıyla elde edilen anlamlandırılmış verilere dayalı bir kavramdır. Bilgi, deneyimler, gözlemler, öğrenme ve düşünme yoluyla elde edilir ve insanın düşünsel faaliyetlerinin bir ürünüdür. Bilinç, bilgiyi algılama, değerlendirme ve anlamlandırma sürecinde önemli bir rol oynar. Bilinçli olarak farkında olmadan, bilgi edinme süreci önemli ölçüde etkilenir. Bilinçli olmadan bilgiyi algılamak ve değerlendirmek mümkün olsa da, bilinçli bir şekilde farkında olmak ve düşünmek, daha derinlemesine ve anlam dolu bir bilgi elde etmeyi sağlar.
Bilgilenme sürecinin başında bilinç olduğu gibi bireyin bilgiyi daha derinlemesine anlamasını ve anlamlandırmasını da sağlar, bu da bilginin etkili bir şekilde kullanılması ve paylaşılması anlamına gelir. Ama tersinden bilgi insanı her zaman bilinçli kılmaz. Bu sebeple olsa gerektir ki Martin Heidegger “Bilim düşünmez” diyordu. Bununla o bilimsel araştırmanın tek başına gerçekliğin kapsamlı bir anlayışını sağlayabileceği fikrini eleştiriyordu. Heidegger, insan varoluşunu ve varlığın doğasını anlamaya yönelik varoluşçu ve fenomenolojik yaklaşımıyla tanınan bir Alman filozoftur. Bu açıklamayı yaparken, bir araştırma yöntemi olarak bilimin öncelikle ampirik gözlem, deney ve veri birikimine odaklandığını vurguluyordu. Bilim, doğal dünyayı anlamak ve teknolojik ilerlemeleri geliştirmek açısından son derece değerli olsa da Heidegger, onun varoluşun anlamı, gerçekliğin doğası veya varlığın özü hakkında felsefi veya varoluşsal sorgulamaya girişmediğini savunuyordu.
Heidegger, gerçek felsefi düşünmenin, gerçeklik anlayışımızın altında yatan varsayımları, kavramları ve önkabulleri sorgulamayı içerdiğine inanıyordu. Felsefi düşünme insan varoluşunun temel yapıları ile bilgi ve deneyimin olanaklılık koşulları üzerine daha derin bir düşünmeyi gerektirir. Buna karşılık bilim, daha geniş felsefi çıkarımlar üzerinde düşünmeden, gözlemlenebilir olgulara ve ampirik kanıtlara odaklanarak, metodolojik natüralizm çerçevesinde çalışma eğilimindedir.
Özetle; Heidegger “Bilim düşünmez” derken, bilimsel araştırmanın tek başına insan varoluşu ve varlığın doğası hakkındaki varoluşsal soruları ele alamayacağını öne sürüyordu. Gerçek felsefi düşünmenin, anlam, kimlik, özgürlük ve özgünlükle ilgili sorular da dahil olmak üzere insanın varoluşsal boyutlarıyla daha derin bir etkileşimi gerektirdiğine inanıyordu.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.