Kadir Canatan Yazdı: Gelenekçilik ve Modernite Arasında Şeriat (I)

27.06.2024

Yakın geçmişte “şeriat” kelimesi, laikçiler tarafından muhalefeti susturmak ve marjinalize etmek üzere bir damga olarak kullanılırdı. Bu kez, şeriat tartışması bir yandan agnostik bir şahsın Hz. Ayşe’nin evlenme yaşına ilişkin spekülasyonları diğer yandan da 14 tane ilahiyatçının “İslam, Şeriat Değildir!” başlıklı bildirisiyle gündeme geldi. İlk tartışma zaman zaman gündeme gelen ve çeşitli yorumlarla sonuçlanan bir şey iken, bu kez tartışmayı yaratan figür hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçundan resen soruşturma başlatılmasıyla farklı bir boyut kazandı. Şahsın ifade ve üslubu problemli olmakla birlikte kullandığı bilgiler geleneksel kaynaklarda varolan bilgilerdir ve daha da kötüsü bu bilgileri gelenekçi hocalar ve ilahiyatçılar inatla savunmaktadırlar. Bu savunma, sadece Hz. Muhammed ve eşini haklı çıkarmaya yönelik tarihsel bir boyut içermiyor, aynı zamanda Hz. Ayşe’nin evlenme yaşının bugün için de bir ölçüt arz ettiğini ima etmektedir. Nitekim birçok cemaat ve tarikat yanında geleneksel çevrelerde kız çocukları çok erken yaşlarda evlendirilmektedir.

Hem tarihsel kaynaklar hem de bugüne ait sosyolojik veriler agnostik şahsın elini kuvvetlendirmektedir. İlgili şahıs bir televizyon programında şu ifadeyi kullanmaktadır: “Şeriatın haricindeki hiçbir sistemde 6 yaşındaki bir kızla evlenemezsin.” İddiaya göre Peygamber, Hz. Ayşe altı yaşında iken sözlendi. Dokuz yaşında da zifafa girdi. Tarihi rivayetler kadar Diyanet’in hazırladığı ansiklopedide de bu bilgiler yer almaktadır.

Peki, kaynaklarda geçen bu bilginin aktarılması neden sorun olmuştur?

Bunun için iki sebep ileri sürülebilir. İlk olarak agnostik kişi öteden beri din hakkında alaycı ve aşağılayıcı bir üslup kullanmaktadır. Aktardığı bilgiden ziyade aktarma biçimi sorun olarak algılanmıştır. İkincisi, agnostik şahıs bu bilgiyi şeriatı kötülemek ve aşağılamak için kullanmaktadır. Yani küçük ve tekil bir mesele, üstelik tarihsel bir olaydan hareketle İslam şeriatını yargılamak üzere istismar edilmektedir.  

Hemen şunu ifade edeyim: Agnostik şahsın ne söylemine ne de eylemine katılmıyorum. Ama şunu da ifade etmekten kaçınamam. Böyle bir söylem ve eylemi hukuksal bir soruşturmayla cevaplamak yanlış olduğu gibi, bugüne kadar gelenekçilerin kullandığı harcıalem bir bilgiyi aktarması da bir sorun teşkil etmemektedir. Gelenekçi çevrelerin yüksek ve yaygın bir tepki göstermesi de anlaşılır bir durum değildir. Çünkü tarihsel kaynaklarda aktarılan ve gelenekçilerin hala savunduğu bir bilgiyi aktarması suç olamaz. Üslubu tartışma konusu yapılabilir, ona da gerekli cevabı gelenekçilerin vermesi beklenirdi. Ama orantısız bir tepki anlamlı olmamıştır.

Şimdi 14 ilahiyatçının bildirisine gelelim: “Cumhuriyetin 100. yılını geride bıraktığımız bugünlerde toplumumuzda dine rağmen din, İslam’a rağmen İslam denilebilecek düzeyde bir cahilliği içeren şeriat tartışmasının yapıldığına” inanan ve aralarında Cemil Kılıç (İlahiyatçı Yazar), Şahin Filiz (İlahiyatçı Prof. Dr.), Mustafa Öztürk (İlahiyatçı Prof. Dr.) ve İsrafil Balcı’nın (İlahiyatçı Prof. Dr.) da bulunduğu ilahiyatçıların temel görüşleri dört noktada özetlenebilir.

  1. Şeriat, İslam demek değildir. Arap dilinde pek çok anlama sahip olan şeriat sözcüğü terminolojik açıdan dilimizdeki hukuk sözcüğünün karşılığıdır. Gerek dinsel inanışları referans alan gerekse laik ve seküler dünya görüşüne dayanan yasalar Arap dilinde şeriat sözcüğü ile ifade edilir. Bu nedenle şeriatı din ve İslam’la özdeş bir kavram olarak yansıtmaya çalışmak gerçeğe aykırıdır. İslam şeriatı denilen kavram İslam’ın kendisi demek değildir. Zira şeriat kurallarının çok azının kaynağı Kur’an ayetleridir. O ayetlerin de çoğu dönemsel olup esbab-ı nüzul çerçevesinde anlaşılması ve yorumlanması gereken hükümleri içermektedir. İslam tarihinde bütünsel ve tek yapı halinde bir şeriat anlayışından söz edilemez.
  2. Hangi şeriat ekolü söz konusu olursa olsun içerdiği kurallar açısından hiçbirinin günümüz toplumsal yaşamına ve insan gereksinimlerine, temel hak ve özgürlüklerine dahası çağdaş hukuksal sorunlara yanıt verebilecek bir yapıda olmadığı açıktır. Böyleyken insanlığın ve Müslümanların geçirdiği hukukî evrimi dikkate almayan şeriat taleplerine itibar etmek mümkün değildir. Şeriat hukuku, dönemin Arap toplumunda değişim ve dönüşüme öncülük eden ilk uygulamaları içerse de günümüzde uygulanabilirliği söz konusu olmayan kurallar yığını olarak, ancak akademide hukuk tarihi dersleri için bir anlama sahip olabilir. Başka bir deyişle şeriat kurallarının güncel yaşamda insan onuruna yakışır bir karşılığı yoktur.
  3. Büyük İslam bilgini Ebu Hanife’nin de dediği gibi din, Hz. Âdem’den beri gelen tevhid inancıdır ve asla değişmez. Ama şeriat değişir. Nitekim tarih boyu her ümmet için ayrı bir şeriat söz konusu olmuştur. Osmanlı’nın Mecellesi’nde de belirtildiği üzere; ‘Ezmanın tegayyürü ile ahkamın tebeddülü inkâr olunamaz.’ Ancak bu durum elbette ki din için söz konusu değildir. Din, sabittir ve tersi düşünülemez.
  4. Bu gerçekler ışığında ilahiyatçılar şu sonuca ulaşmaktadırlar: “Bizler, bütün halkımızı, aziz dinimiz İslam’ı yaşarken aynı zamanda büyük Atatürk’ün ve şehitlerimizin emaneti olan; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletimize sahip çıkmaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki, laiklik dinin doğru ve özgürce yaşanabilmesi için de yaşamsal önem taşımaktadır. Devletin dini ancak adalettir anlayışıyla her türlü dinsel ve mezhepsel ayrıma karşı ulusal birlik ve bütünlüğümüzü korumalı ve güçlendirmeliyiz.”

Sonuncu maddeden başlarsak, söz konusu ilahiyatçıların laiklik hakkında çok iyimser bir görüşe sahip oldukları açıktır. Oysa bu ülkede şeriat da dahil, pek çok tartışma laiklik uygulamalarından çıkmıştır. Sorun şeriattan kaynaklanmıyor, tam tersine laiklikten kaynaklanıyor. Türkiye’de laiklik sanıldığı gibi hiçbir zaman “dinin doğru ve özgürce yaşanabilmesi için” bir güvence olmamıştır. Tam tersine din üzerinde hakimiyet kurmanın bir aracıdır. Laiklik, Batı dünyasında kilise ile devlet arasındaki ayrılığı ifade etmektedir. Oysa Türkiye’de dini temsil ettiği söylenen kurum (Diyanet İşleri Başkanlığı) devletin bir kurumudur ve vesayet altındadır. Sanıldığının aksine laiklik yoktur, bizanstinizm vardır. Bizanstinizm, dinin devlet baskısı altında olduğu sistemin adıdır.

Bizanstinist sistemin dayatmalarından birisi, Diyanet’in kuruluş belgesinde ifade edildiği üzere din, salt “akide ve ibadet sistemi” olarak tanımlanmış ve tahrif edilmiştir. İslam sadece akide ve ibadetlerden oluşmaz. İslam’da ahlak ve şeriat da vardır. 1960’larda birinin aklına dinin ahlaki değer ve normları olduğu da gelmiş olmalı ki, yasal bir düzenlemeyle ahlak unsuru da kuruluş yasasına eklenmiştir. Şeriat ya da hukuk, dışlanmış ve Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren medeni hukuk, ceza hukuku ve ceza hukuku gibi sistemler Avrupa ülkelerinden iktibas edilerek bu ülkede uygulanmıştır.

Üçüncü maddede ifade edilen “Din sabit, şeriat dinamiktir” görüşü doğru bir görüştür, ama bundan çıkarılan sonuçlar tartışmaya açıktır. Yani birinci ve ikinci maddede söylenen sözler, İslam şeriatının bütünsel olmadığı veya günümüz gereksinimlerine cevap vermediği şeklindeki iddialar, geleneksel İslam fıkhı (hukuk yanlış bir adlandırmadır) için doğru olmakla birlikte “dinamik şeriat” anlayışı çerçevesinde çağımızda da yeni bir fıkhi sistemin üretilemeyeceği anlamına gelmez. Geleneksel birikimin taklit edilmesi, bunun önündeki en büyük engeldir. Bu açıdan birinci ve ikinci maddede ifade edilen görüşler gelenekçilere yönelik bir eleştiri olarak kabul edilebilir ama toptan İslam şeriatı konusunda bu tür iddialar ileri sürülemez. Hele hele kendisine “ilahiyatçıyız” diyen insanlar böyle bir iddia ileri sürerse bu hiç kabul edilemez. Gelecek hafta “dinamik şeriat” konusuyla devam edeceğiz ve konuyu genişçe ele alacağız.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir