21.02.2022
Türkiye’nin temel toplumsal sorunlar listesinde gençlik sorunları ilk sıralarda gelmektedir. Eğer bir toplum kendi çocuklarını ve gençlerini iyi bir şekilde geleceğe hazırlayamazsa, kendi geleceği konusunda endişeye kapılır. Bu bakımdan “gençlik” demek “gelecek” demektir. Gençlik sorununu ortaya çıkaran şey, ne gençliğin kendisi ne de ebeveynlerdir. Gençlik sorunu, tüm toplum ve dünyayı kuşatmış bulunan toplumsal ve küresel değişimlerden kaynaklanmaktadır. Bu değişimler, istesek de istemesek de bizi bir şeyler yapmaya zorlamaktadır. Sözgelimi küresel dünyada bir değil, birden fazla dil bilmek bir avantaj, hatta bir gereklilik ise yeni kuşaklara bunun eğitimini vermek zorundasınız. Türkiye’de eğitim kurumu, bırakınız gençlere yabancı dil öğretmeyi kendi dilini bile öğretmekten uzak kalmaktadır. Dünyanın gereklilikleri ile fiili durumlar arasındaki uçurum kapanmak yerine açılmaktadır. Bu noktada herkesin aklına, tıpkı 19. yüzyıl Osmanlı düşünürleri ve devlet adamlarının sorduğu şu soru gelmektedir: Yine geride mi kaldık ya da kalıyoruz?
Geçtiğimiz günlerde ülkesel temsil gücü olan bir gençlik araştırmasının yayınlanması bizi yeniden gençlik üzerinde düşünmeye zorluyor. Konrad Adenauer Vakfı tarafından yaptırılan “Türkiye Gençlik Araştırması 2021” 28 ilde 3.243 kişiyle şehir merkezlerinde yüzyüze anket yapılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın hedef kitlesi 18-25 yaş aralığı olup bu grup son yıllarda “Z Kuşağı” olarak adlandırılmaktadır. Bir anlamda bu araştırma Z Kuşağı’nın bir prototipini çizmektedir. Bu yaş grubu içinde lise ve üzeri eğitim seviyesindeki gençlerin oranı yüzde 93 civarında olduğu için, bu araştırma aynı zamanda bir “Lise ve Üniversite Gençliği” araştırması olarak da görülebilir.
Peki gençler kendi ülkemizi ve dünyayı nasıl görüyorlar? Kurumlara ne kadar güveniyorlar? Önemsedikleri değerler neler ve kendi sorunlarını nasıl tanımlıyorlar? Sosyal yapı ve meseleler karşısında nasıl bir algıya sahipler? İşte bu araştırma tüm bu sorulara cevap vermeyi mümkün kılan veriler ve bulgular içermektedir.
Gençlerin önemsediği ve değerli bulduğu şeylerin başında aile, dürüst olmak, ahlaklı olmak, eğitimli olmak, çevre ve hayvan haklarına önem vermek ve dahi Türk bayrağını, Türk devletini ve Atatürk’ü sevmek geliyor. Bu konularda hemfikir olduğunu söyleyen gençlerin oranı yüzde 80 ile 96 arasında değişiyor. Gençlerin daha az oranlarda olmakla birlikte önemli bulduğu şeyler arasında din, Türklük, Müslümanlık, arkadaşlık, akrabalık ve komşuluk gelmektedir. Bu değerler arasında en az önem verdikleri şey komşuluk (yüzde 25), en fazla değer verdikleri değer ise din (yüzde 72)’dir. Açıktır ki bu ikinci kategorideki değerler karşısında bir kısım genç çekinceli ve ilgisiz görünüyor.
Gençlerin güven duydukları kişi ve kurumların başında bilim insanları, asker ve ordu ile polis teşkilatı geliyor. Bunların dışında kalan kişi ve kurumlara ise güven düzeyi oldukça düşük görünüyor. İsterseniz bunları sayalım: Cumhurbaşkanı, din adamları, mahkemeler ve adalet sistemi, gazeteciler ve televizyoncular, siyasal partiler ve politikacılar, uluslararası kuruluşlar ve belli başlı ülkeler. Kurumlara güvensizlik aslında geleceğe güvensizliktir. Eğer gençlik toplumun temel kurumlarına, özellikle de kendi sorunlarını çözmesi gereken kurumlara güven duymuyorsa, gençlik başka arayışlar içine girecektir.
Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı ve sorunları karşısında da gençlik umutsuz görünüyor. Gençler Türkiye’yi ekonomik olarak “az gelişmiş” (yüzde 48,5) ya da “orta derecede gelişmiş” (yüzde 45) bir ülke olarak görüyorlar. Gençlere göre Türkiye’de eşitsiz bir gelir dağılımı, çok fazla işsizlik ve ciddi ekonomik sorunlar var. Türkiye’nin geleceğini iyi görmeyenlerin oranı yüzde 63, tamamen umutsuz olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 35, geleceği iyi görmemekle birlikte yine de umutlu olduklarını belirtenlerin oranı yüzde 27 civarındadır.
Kurumlara duyulan güvensizlik ve ülkenin sosyal ve ekonomik sorunlarına bakışları bu derece olumsuz olunca, doğal olarak bu gençler geleceği nerede görüyorlar sorusu da insan aklına gelmiyor değil. Son yıllarda kendi geleceğini Türkiye’de değil de, başka ülkelerde gören bir gençlikten bahsediliyor. Bu noktada araştırma bizim merakımızı giderecek bir soru sormuş gençlere ve bu konuda gençlerin yüzde 73’ü “imkanlar olsa başka bir ülkede yaşamak isterim” diyor. Bu ülkeler genellikle gelişmiş Avrupa ve İskandinav ülkeleriyle ABD ve Kanada’dır. Her koşulda Türkiye’de yaşamak istediğini söyleyen gençlik oranı, yüzde 27’de kalıyor.
Bu tablo bir ülke ve toplum için hiç de hoş karşılanmayacak bir durumdur ve anne-babalar ve kurumlar başta olmak üzere herkesin üzerinde kafa yorması gereken bir meseledir. Gençlerin başka ülke alternatiflerini düşünürken dikkate alması gereken bir husus var. Avrupa veya başka bir ülke size kucağını açmış bir vaziyette beklemiyor. Amerikalı bir başkanın geçmişte söylediği gibi “Bizim ülkemize gelecek kişi, bana ne vereceksiniz diye sormamalı, ben bu ülkeye ne katkı verebilirim diye sormalıdır.” Son zamanlardaki bazı söylentiler gençlere hoş gelebilir, ama hiçbir ülke sizi beklemiyor. Bu ülkede bir şey yapamayan başka bir ülkede hiçbir şey yapamaz!
Araştırmada başka neler var?
Gençlerin gelecek en önemli hedefleri arasında “iyi bir insan olmak” fikri varmış. Bu bizi rahatlatacak ve gençliğin iyi bir noktasından tutmamızı sağlayacak bir hedef, ancak şunu da bilmek gerekir: “İyi bir insan olmak” kariyerle ilgili bir şey değildir, “olmak” kendini geliştirmekle ilgili bir husustur. Peki gençler kendilerini geliştiriyorlar mı? Araştırmada gençlerin yüzde 56’sının Türkçe dışında bir dil bildiği, ders dışında yüzde 71’nin kitap okuduğu, en çok internette vakit geçirip bilgisayarda oyun oynadıkları, ülke ve dünya gündemini takip ettikleri bulgulanmıştır. Bunlar güzel ve beklenen şeyler ama “iyi bir insan olmak” için daha fazla şeye ihtiyaç olduğu kesindir.
Gençlerin din ve hayat görüşleri konusunda araştırmacılar dört grup genç tespit etmişler. Buna göre çoğunluk (yüzde 60) inancı olmakla birlikte kendini daha az dindar, yüzde 30’u inancı olan ve çok dindar, yüzde 7,3’ü Tanrı’ya inanan ama dinlere inanmayan (deist) ve yüzde 4,6’sı ise ateist ve agnostik olarak tanımlıyor. Son iki grubu bir arada düşünürsek, gençlerin yüzde 11’i “geleneksel” anlamda dindar ya da inançlı görünmüyor. Bu demektir ki artık “yüzde 99’u Müslüman Türkiye” söylemi tarihte karışmıştır!
Şimdi verileri toplu olarak değerlendirirsek, toplum, gençlik ve gençlik sorunları hakkında ne diyebiliriz?
Gençlerin algılarını tümden doğru kabul etmek mümkün değilse de onları toplumun bir aynası ve hatta bir sonucu olarak değerlendirebiliriz. Gençlerin aynasından kendimize baktığımızda durum vahim gözüküyor. Özellikle kurumların kendilerini sorgulaması gerekiyor. Gençlerin sahip oldukları güvensizlik önemli ölçüde kurumların kendi marifetlerinin bir sonucudur. Eğer kurumlar bu gençlik bizim (ideal) gençliğimiz değil diyorlarsa o zaman kim bu gençliği yetiştirdi sorusunu da kendilerine sormalıdırlar. Kanaatimizce değişen dünyayı anlama ve yorumlama kadar kendilerini bu dünyaya uyarlama konusunda da kurumlar başarısız kalmışlardır. Sorun da buradan kaynaklanmaktadır.
Gençlerin değersiz ve idealsiz oldukları söylenemez. Sadece bilmemiz gereken şu: Gençler “biz”lerden farklı değerlere ve ideallere inanıyorlar. Bu farklılık doğal bir kuşak farklılığı olarak görülmelidir. Gençlerin, çok az bir kesiminin STK’lara üye olduğu (yüzde 14) görülmektedir. Bu demektir ki gençlik bireyselleşmiş vaziyette ve sorunlarına sahip çıkmada toplu ve örgütlü bir tavır alamayacak. Bu onları geçmişteki gençlikten ayıran bir noktadır. Bizim gençliğimizde doğru ya da yanlış hepimiz bir örgüte üyeydik ve toplu hareket ediyorduk. Bugünkü gençlik kendini daha çok sosyal medya üzerinden ifade ediyor. Ancak sosyal medya toplumu etkileme ve değiştirme konusunda yeterli olacak mı, bunu hepimiz bekleyip göreceğiz.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.
Sayın Kadir Canatan, yazınızı ilgiyle ve sorgulayarak okudum. Veriler sizin de dediğiniz gibi üzerinde düşünülmesi gereken sorunlara işaret ediyor. Şu cümleleri de ayrıca çok beğendim: “ Son zamanlardaki bazı söylentiler gençlere hoş gelebilir, ama hiçbir ülke sizi beklemiyor. Bu ülkede bir şey yapamayan başka bir ülkede hiçbir şey yapamaz!” Bu bölümde okuduklarım bir fakültede öğretim görevlisi olan (ziraat mühendisi) bir tanıdığımı hatırlattı bana. Kendisi fakültedeki işini ve ayrıca eşi ile birlikte işlettiği pansiyonu bırakarak sadece tek çocuğu/oğlu Amerika’da öğrenim görsün diye ailecek oraya yerleştiler. Bu ülkede de evlere pizza götürme, lokantada garsonluk vb işlerde çalışıyorlar… Benzer başka örnekler de var. Burada iş yok diye şikayet eden üniversiteli gençler yabancı ülkede vasıfsız kişilere yönelik işlerde (garsonluk, bulaşıkçılık, tarlada işçilik…) çalışıyorlar. Bu da incelenmesi gereken ayrı bir konu/sorun diye düşünüyorum. Selam ve saygılarımla…