Kadir Canatan Yazdı: Göçmen Karşıtı Tezler (I)

23.07.2024

2011 yılının Mart ayında, iç karışıklıkların başlamasından bu yana, günden güne artan sayıda Suriyeli göçmen Türkiye’ye giriş yapmıştır. Ülkemiz bu kişilere “geçici koruma” imkanı sağlamaktadır. Türkiye’deki Suriyelilerin çoğu Suriye-Türkiye sınırına yakın olan bölgelerden gelmektedir. Bu bölgeler aynı zamanda yoğun çatışmaların olduğu bölgelerdir.

Türkiye’ye dışardan göç hadisesi yeni sayılmaz. Geriye doğru baktığımızda ilk defa Osmanlı devletine göç, 19. yüzyılda Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesiyle başlamıştır. Göç, 1806-1812 ve 1829 savaşlarından, özellikle de 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan sonra yoğunluk kazanmıştır. Kafkaslardan göç, Şeyh Şamil hareketinin bastırılmasından sonra başlamış ve 1864 yılından sonra doruk noktaya ulaşmıştır. Ayrıca Balkanlardan en büyük göç dalgası, 1877-1878’deki Türk-Rus savaşı ve 1912-1913’deki Balkan Savaşı’ndan sonra gelmiştir. 20. Yüzyıl boyunca da Türkiye, dışarıya göç verdiği gibi periyodik olarak dışardan da göç almaktadır.

Göç insanlığın kaderidir. İranlı sosyolog Ali Şeriati’ye göre en eskisinden en yenisine büyük uygarlıkların hepsi bir göçün akabinde doğmuşlardır. Medenileşmek için bir toplumun önce mekânsal bir değişiklik ve bununla beraber yürüyen sosyo-kültürel bir değişim yaşaması gerekir. Tarihte Türkler, Orta Asya’dan Horasan ve Anadolu’ya gelerek medeniyet kurmuşlardır. Müslüman Araplar, Hicret olayının akabinde Yesrip olarak bilinen bir şehre yeni bir isim vermişler ve Medine’de cahiliye zihniyetine ve hayat tarzına tamamen zıt bir medeniyetin temellerini atmışlardır.  

20. yüzyıl boyunca devam eden ve 21. yüzyılın başında en son olarak Suriye ve Afganistan kaynaklı göçe maruz kalan Türkiye göçmenler konusunda belirli bir doyum noktasına ulaşmıştır. Aslına bakılırsa 5 milyondan fazla sadece Avrupa’da Türkiyeli göçmen olduğu hatırlanırsa, kaybedilen nüfusun son göçle birlikte telafi edildiği söylenebilir. Yani Türkiye bugün zaten olması beklenen bir nüfus hacmini barındırmaktadır.

21. yüzyılda küresel dünyada mekânsal hareketlilik artmıştır. Eğer kriz bölgelerine yakınsanız çeşitli göç akımlarına maruz kalmak durumundasınız. Türkiye’nin güneyden göç almasının bir nedeni coğrafi, tarihsel ve kültürel yakınlık ise, diğer sebebi de transit ülke olmasıdır. Başka bir deyişle Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenler, bir ara durak olarak ülkemizi seçmektedirler. Son yıllardaki göç iki sebeple Türkiye toplumunda stres yaratmıştır. İlk olarak geçmiştekilerden farklı olarak kitlesel bir göçe maruz kaldık. İkinci olarak da bu göç olayına karşı Türkiye’de bazı kesimler başından beri itiraz etmektedirler. İtiraz edenler hep aynı sebeplerle göç karşıtlığı yapmıyorlar. Bazıları sosyal ve ekonomik sebeplerle itiraz ederken, bazıları da siyasal ve demografik sebeplerle karşı çıkmaktadırlar. Sebepleri ne olursa olsun göçmen karşıtı tezlere baktığımız zaman oldukça zayıf temellere ve hatta önyargı ve düşmanlıklara dayandığı görülmektedir. Bu haftadan itibaren revaçta olan göçmen karşıtı tezleri ele alıp doğrusu ve yanlışıyla irdelemeye çalışacağız.

Göçmen karşıtı tezlerin başında, farklı meslek ve kesimlerden bazı insanların dile getirdiği “İşgal tezi” gelmektedir. Gördüğümüz kadarıyla gazeteci Fatih Altaylı’dan siyasetçi Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’a, emekli tümamiral Cihat Yaycı ve emekli amiral Türker Ertürk’e kadar birçok kişi kitlesel göç yoluyla Türkiye’nin işgal edildiğini ileri sürmektedir.  Sözgelimi Fatih Altaylı televizyonda yaptığı bir açıklamada “Türkiye işgal ediliyor, işgal! Benimki işgal karşıtlığı. Bu işgaldir bu göç değildir, bunlar göçmen değildir” demektedir. Fatih Altaylı, benzer düşüncelere sahip olan Cihat Yaycı’yı konuk ettiği bir programda Yaycı “Bir göç akını yok. Bir istila var. İstila ediliyoruz… Türkiye’nin nüfusunun yüzde 10’u göçmen. Kayıtlı kayıtsız 8,5 milyon tutuyor… 20 yıl sonra Türkiye’nin yarısı sığınmacı kökenli olacak.”

İşgal tezinin en önemli gerekçesi, rakamlar ve hesaplardan oluşuyor. Kendilerine göre kayıtlı-kayıtsız milyonlarca göçmenlerden bahsediyorlar. Cihatçı, 8,5 milyon derken, Özdağ 13 milyon diyor. Bazıları 20-25 milyona kadar çıkarıyor. Oysa gerçek rakamlar 5 milyon civarında dönüp dolaşıyor. Fakat bu adamlar sanki özel bir istatistik kurumu kurup ülkedeki sığınmacıları sayıyorlarmış gibi mevcut resmi rakamın çok çok üstünde rakamlar veriyorlar. Burada iki kritik noktaya değinerek bu rakamların ne kadar kurgusal ve inandırıcı olmaktan uzak olduğunu göstermek istiyorum.

Evvela Avrupa ve Amerika gibi ülkelerinde göç ve göçmen algısı konusunda yapılan araştırmalarına göre her ülkede istisnasız göçmenlerin sayıları abartılı olarak algılanmaktadır. Olgusal veriler ile kurgusal algılar arasında çok büyük mesafeler bulunmaktadır. 2010 yılında Transatlantic Trends şirketi tarafından yapılan bir araştırmada Amerika’da yüzde 14 oranında göçmen varlığına rağmen halkın yüzde 39, İngiltere’de yüzde 11 olduğu halde yüzde 25, Almanya’da yüzde 13 olduğu halde yüzde 24, Fransa’da yüzde 8 olduğu halde yüzde 24 civarında rakamlar verdikleri saptanmıştır. Demek ki halkın algısı, gerçek olguların çok üstünde ve gerçeklerle uyumlu değildir. Bunun sebebini anlamak çok zor değildir, çünkü bizde olduğu gibi tüm bu ülkelerde de göç ve göçmen karşıtları rakamları çarpıtmakta ve olduğundan yüksek göstererek infial yaratmayı amaçlamaktadırlar.

İkincisi de, göçmen karşıtı figürlerin kendi aralarında hemfikir olmamaları, onların iddialarını boşa çıkarmaktadır. Öyle farklı rakamlar vermektedirler ki aradaki fark hiçbir şeyle izah edilemez. Kendi aralarındaki çelişkiler bu adamların ciddiyetten uzak, manipülatif ve art niyetli olduklarını göstermektedir.

İşgal tezinin ikinci adımını geleceğe yönelik hesaplamalar oluşturmaktadır. 85 milyonu aşan nüfusuyla, NATO’nun en güçlü ordusunun olduğu bir ülke nasıl işgal edilebilir ki? İddia şu ki, Suriyeliler öyle çok çocuk yapıyorlarmış ki, yakın gelecekte nüfusları çok artacakmış. Sözgelimi Cihat Yaycı’nın iddiasına göre 20 yıl sonra Türkiye’nin yarısı sığınmacı olacakmış! Bu hesaplamalar ve rakamlar ilkinden daha spekülatif ve mantıksız görünmektedir. Bunun sebeplerine gelelim:

Her şeyden önce geleceğe yönelik projeksiyonlar bilimsel değildir. Daha çok senaryo mahiyetinde kurgulardır. Bu senaryolar birçok gelecekte olma ihtimali olan olayları dikkate almazlar. İki tane olası faktör sayalım. Bir: Kim bugünkü çocuk sayılarının gelecekte de devam edeceğini garanti edebilir? Avrupa’daki göçmen kadınların doğurganlıkları üzerine yapılan araştırmalarda birinci kuşak göçmen annelere kıyasla ikinci ve üçüncü kuşak annelerin doğurganlık oranların hızla düştüğü saptanmıştır. Bir göçmen olarak kendimden örnek vereyim. Birinci kuşak anne ve babamın 7 çocuğu vardı. Oysa ikinci kuşaktan benim sadece 2 çocuğun var. Muhtemelen benim çocuklarım bu sayıya bile ulaşamayacaklar. 30’un üzerinde yaşları olduğu halde evlenmediklerine göre, evlendiklerinde de benim kadar çocuk yapma imkanları olmayacaktır.

İki: Suriyeli göçmenler Türkiye’de “geçici koruma” statüsündedirler. Vatandaşlık statüsüne geçen çok az bir nüfusun dışında çoğu belki bugünlerde, belki yarınlarda kendi ülkelerine dönecekler. Suriye’deki krizin 20 yıl daha süreceğinin, hiç kimse garantisini veremez. Kaldı ki artan yabancı düşmanlığı, onları ilk fırsatta başka ülkelere de sevk edebilir. Suriyelilerin Türkiye’de mutlu mesut kaldıklarını sanmıyorum. Yaşlı ve yetişkinler dilimizi bilmediklerinden bizim onlar hakkında neler düşündüklerimizi bilemiyor ve takip edemiyor olabilirler. Ben kendi göç geçmişimden şu tür olayları çok iyi biliyorum. 90’lı yıllardan itibaren giderek Almanya’da Türklere ve başka göçmenlere karşı düşmanlık arttığı halde, bundan habersiz yaşayıp giden pek çok birinci kuşak insanla karşılaşmışımdır. Hatta bir keresinde Balıkesirli tatile gelmiş bir adama “Almanlar Türkleri geri gönderecek mi?” diye sorduğumda “Ben bugüne kadar hiç düşmanlık ve ayrımcılık görmedim. Almanlar biz Türkleri severler” demişti.

Üçüncü bir ihtimali de ekleyelim: Suriyeli ikinci kuşak gençlerin ve çocukların çoğu Türk okullarına gitmiş, Türkçe öğrenmiş ve Türk kültürüne uyum sağlamış olacaklarından hangi Suriyeli neyle ve nasıl ülkemizi işgal edecektir?

Peki buna rağmen bu koca koca adamlar neden rakamlarla oynuyorlar ve neden bir tehdit algısı yaratmak istiyorlar? Dertleri nedir?

Türkiye’de kişilerin siyasal olarak hangi kesime mensup olduklarının hiçbir önemi yok. Resmi ideolojinin ilkelerinden olan Milliyetçilik, sağın da solun da ortak paydasıdır. Ülkücü bir akademisyen olan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun da açıkladığı üzere Türk milliyetçiliğinin temsilcileri ve Cumhuriyetin kurucularının bir özelliği “Türkçü” olmaları, diğer özelliği de “Arap düşmanı” olmalarıdır. O nesil Arapları hain ilan etmiş ve onları asla sevmemiştir. Bugünkü kuşağın da ülkemize gelen Suriyeli mültecilere “hain” damgası vurması tesadüf değildir. Çünkü Arap düşmanlığı geçmişten günümüzdeki nesillere hep aktarılagelmiştir. Milliyetçilik, bir dış düşman ve öteki yaratmadan edemez. Türk milliyetçilerinin bir düşmanı Yunanlılarsa, diğer düşmanı da Araplardır. Yunanları sevmemelerini anlayabiliriz, çünkü onlar diğer Avrupalı işgalcilerle ülkemizi işgal etmişlerdir. Biz kurtuluş savaşını Batılı işgalcilere karşı verdik. Peki, Arapların suçu neydi? Bu soru başka vesilelerle cevaplandırıldığı için biz bu soruya yeniden girmeyeceğiz. Ama şu soruyu sormadan edemeyeceğim: Tarihte bize ihanet etmiş olan bazı Arap elitlerinin yaptıklarından bugünkü neslin suçu nedir? Suç kalıtsal mıdır? Yüzyıllarca Osmanlı tebaası olarak yaşarken Araplar neden 20. yüzyılın başında isyan ettiler? Bizim bunda suçumuz yok mudur?

Konuyu kapatmadan önce işgal tezinin aslında nasıl bir yansıtma mekanizması olarak işlev gördüğüne işaret etmek istiyorum. Gerçekte işgal edilen bir ülke vardır, o da Suriye’dir. Bu ülke karışıklıkların çıktığı günden bugüne (2011-2024) uluslararası güçlerin savaştığı bir arena haline gelmiştir. Onlarca grup ve ülke burada kozlarını paylaşmaktadır. Türkiye, İsrail ve ABD gibi ülkeler Suriye’de askeri operasyonlar sürdürmektedirler. Türkiye bazı isyancı gruplara destek verirken Kürt güçlere karşı da operasyonlar yapmaktadır. İsrail, Suriye’deki mevzilerini önlemek için İran ve Hizbullah mevzilerini hedef alan hava saldırıları düzenlemektedir. İran destekli Milisler Esad rejimini desteklemek üzere ülke çapında çeşitli cephelerde yer almaktadırlar. Kısacası; işgal edilen bir ülke varsa o da ülkemize gelen sığınmacı ve mültecilerin ülkesi olan Suriye’dir. “Suriyeli göçmenler ülkemizi işgal ediyor” diyenler, işte bu gerçeği saklamak istiyorlar.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir