Kadir Canatan Yazdı: Göçmen Karşıtı Tezler (III)

12.08.2024

Bir hafta tatil dolayısıyla ara verdiğimiz göçmen karşıtı tezleri değerlendirmeye devam ediyoruz. Geçen iki yazımda göçmenlerin ülkeyi işgal ettiğine ve suç rakamlarını artırdığına dair tezleri ele aldım ve bu iddiaların ne kadar mesnetsiz olduğunu göstermeye çalıştım. Bu yazımızda da, bilhassa Arap dünyasından gelen göçün ülkeyi ve toplumu “Araplaştırdığı”na dair tezi ele almak istiyorum. Önce bu iddia ile tam olarak ne anlatılmak isteniyor, ona bakalım.

Türklerin ve Türkiye’nin Araplaştığına dair iddia yeni bir şey değildir. Yani Suriye göçüyle başlamış bir fikir değildir. Bu fikri çok daha gerilere götüren ve İslamlaşma ile Araplaşma arasında bir irtibat gören kişiler bulunmaktadır. Bunlardan biri olan Mustafa Cemil Kılıç bakın ne diyor: “Türklerde Araplaşma temayülü İslam’ın kabulüyle başlıyor. Yaklaşık bin yıllık bir süreçte Türkler, hem Arap kültüründen yoğun şekilde etkilenmiş hem de ciddi sayıda Türk topluluğu Arap asimilasyonuyla erimiştir. Günümüzde Türk kimliğini devam ettiren kitleler üzerinde de Araplaşma temayülü devam etmektedir. Başkaca pek çok etken olsa da, Araplaşma sürecindeki en etkin unsurlardan biri dinsel eğitim kurumlarıdır.” Yazısına devamla Kılıç özellikle Cumhuriyet Dönemindeki Arabizasyon sürecinin başat unsuru olarak İmam Hatip Okullarına/Liselerini görmektedir.

Bu iddia göç karşıtı tezlere destek sağlasa da doğrudan konumuzla alakalı değildir. Çünkü dün olduğu gibi bugün de Türklerin Müslümanlaşmasını ve bunun etkilerini Araplaşma olarak yorumlayanlar olmuştur ve olacaktır. Türklerin Müslümanlaştıktan sonra Arapça diline ilgi gösterdiği, kişilere Arapça isimler verildiği ve buna benzer bazı Arap kültüründen etkiler olduğu tarihsel ve toplumsal bir gerçekliktir. Ancak son iki yüzyıl Avrupa ve Batı kültür dairesine girdiğimiz ve Batılılaşma hareketlerine öncülük yapanların baştacı edildiği bir ülkede aynı kesimin Batılılaşmaya karşı bir eleştiri ortaya koymamaları bir yana Batılaşmayı bir övgü meselesi haline getirmeleri ve “ilerleme” olarak sunmaları ibretlik bir hadisedir. Eğer bu kesim gerçekten de başka bir millet veya kültür tarafından asimile edilmeye karşı olsalardı, iliklerimize kadar Avrupalılaşmaya karşı çıkarlardı. Bugün eğer bir asimilasyondan bahsedilecekse, Araplaşma veya Araplaştırmadan ziyade Batılılaşma ve Avrupalılaşmadan bahsedebiliriz. Bu asimilasyon hareketi, ne yazık ki “Asrileşme, Modernleşme ve Çağdaşlaşma” söylemleriyle gerçekleştirilmiştir.

Avrupa kültür emperyalizminin sözcüleri ve uygulayıcıları, kendi politikalarını örtbast etmek ve meşrulaştırmak için bir projeksiyon (yansıtma) yapmaktadırlar. Ülkeyi ve toplumu Avrupa sömürgeciliğinin bir sahası haline bu zümreler, Araplaştırma söylemiyle hedef saptırmaktadırlar. Bu grubu kendi içinde iki kategoriye ayırmak gerekir.

  1. Doğrudan Avrupa’nın asimilasyon ve güdüleme politikalarına hizmet edenler ki, bunlar resmi tarih söylemlerinde Arapları “hain” ve “pis” bir millet olarak tanıtırlar. Arap milliyetçileri, Türkler ve Osmanlıların kendilerini siyasal ve ekonomik olarak köleleştirdiklerini söylerken, Türk milliyetçileri de Arapların bizi kültürel olarak kendi kalıplarına döktüklerini iddia ederler.
  2. Aralarında hatırı sayılır bir oranda ilahiyatçı da barındıran bir başka kesim de Arapların tarihte bir “Emevi İslamı” yarattıklarını ve bunu bize empoze ettiklerini iddia ederler. Bu görüşün kısmen doğru olan yanları olsa da bu söylemin tarihsel bir kurgu olduğu açıktır. Çünkü bugün Emeviler hakkında bildiğimiz her şeyi bir başka Arap iktidarı olan Abbasilerden almış durumdayız.

Peki, ne kadar Araplaştık?

Bir anımı anlatarak bu ilk grubun söylemine bir nokta koymak istiyorum. 90’lı yılların ikinci yarısında yurtdışında bir TV kanalında program danışmanı olarak çalışırken, Avrupalı Müslümanların yeni fıkhi sorunlarını ele alan bir program yapmak istedik. Temsili olması bakımından Arap ve Türk ilahiyatçıları konuşturmak istedik. Bunun için Türkiye’den alanında en yetkin İslam hukuku hocalarına başvurduk. Konuşmada ortak dil Arapça olacaktı. Ne yazık ki, büyük bir hayretle Arapça konuşacak bir ilahiyat hocası bulamadık. En sonunda anadili Arapça olan bir İslam hukukçusu olarak Halil Gönenç hocayı davet ettik. Hoca, Arap olmanın ötesinde medrese eğitimi almıştı.

Bir başka örnek: Arap dünyasıyla ilgili bir çok krizde şunu gördük: Arapça bilen ve Ortadoğu uzmanı olan ne gazetecimiz ne de akademisyenimiz var. Suriye krizi çıktığında SETA adlı kuruluş bu ülkedeki aktörleri tanıtan bir rapor hazırlamıştı. Bu raporda tek bir Arapça kaynağa başvurulmamıştı. Demek ki Araplaştırma hikayesi, altı boş bir söylemdir. İlahiyat ve imam hatipler sadece dini metinleri okuyacak ve kısmen de anlayacak bir nesil yetiştirmiştir. Ama bu ülkede İngilizce eğitim yapan ve konuşan pek çok kişi ve kurum bulunmaktadır. Demek ki bu ülkede bir Araplaştırma faaliyetinden ziyade İngilizleşme ve İngilizleştirme siyaseti izlenmektedir.

Türklerin ve Türkiye’nin Araplaştığına dair ikinci bir iddia daha yeni olup doğrudan Suriye ve Arap göçüyle başlamıştır. Bu iddiaya temel teşkil eden şey, yine Arapça dili olup şikayetler iki noktada toplanmaktadır. İlk olarak iddiayı ileri sürenler Türkiye’nin bazı şehirlerinde Arapça levhaların asılmasından rahatsızlık duymuşlar ve neticede CHP’nin kazandığı illerde levha sökme işlemlerini başlatmışlardır. Sığınmacılara yönelik sert söylemleri ve yaptırımlarıyla tanınan Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, göreve geldiği günden bu yana Arapça tabelaları söktürürken, kentteki İngilizce tabelalara dokunmamıştır. Küresel markaların tabelaları ve bayraklarının dalgalandığı Bolu’da vatandaşlar CHP’li belediyelerinin kararları hakkında konuşmuştur. Tabelaların kaldırılmasında adaletli olunmadığını ifade eden bir vatandaşımız (Mahmut Alan), “Türkiye genelinde, CHP’li belediyelerde görüyoruz bunu daha çok. Esasında bana göre kararlar doğru. Çünkü Türkiye’de yaşıyoruz, Türkçe tabelalar olabilir. Ben bu uygulamayı adaletli bulmuyorum. Türkçe harici tabelalar kaldırılıyorsa o zaman İngilizce tabelalar da kaldırılsın. Madem bir uygulama yapılacak, hepsine uygulanmalı” diyerek tek yanlı ve ayrımcı uygulamalara karşı eleştirisini yapmıştır.

Tanju Özcan, Instagramda yaptığı bir açıklamada görüşlerini şöyle özetlemektedir: “Ben görevde olduğum sürece, bizden habersiz Bolu’da hiç kimse bu tür tabelalar asamaz, asamayacak. Bu şehirde, Arapça tabela asılmasına ve “Geçici Sığınmacıların” bu şekilde bir araya gelmesine izin vermeyeceğim. Bu tabelayı buraya asanlar gelsin bakalım benden bunu bir istesin.”

Arapça levhaların sökülmesine tuhaf bir biçimde İstanbul Valiliği de katılmıştır. Valiliğin açıklamasında, “Zeytinburnu ilçemizde yapılan denetimler sonucunda standartlara uygun olmayan 98, Bayrampaşa ilçemizde 38 işletme tespit edilmiş olup bu işyeri tabelalarının mevzuata uyumunun sağlanması için çalışmalar devam etmektedir. Fatih Belediyesi Plan ve Proje Müdürlüğü tarafından Kentsel Tasarım Projesi kapsamında cephe ve tabela modelleme çalışması başlatılmış, tabelaların ilan ve reklam standartlarına uygun hale getirilmesi için ziyaret, uyarı ve bilgilendirmelere devam edilmektedir” ifadelerine yer verilmiştir.

Ne yazık ki, bu ülkede sol bir parti olduğunu ifade eden ve dezavantajlı gruplara sahip çıkması gereken CHP, göçmen karşıtlığında öncü bir rol oynamaktadır. CHP’li belediyelerin uygulamaları bu karşıtlığı söylemde bırakmamış, eyleme de koymuştur. Şunu açıkça ifade edelim ki bu ülkede Kürtçe konuşulmasından rahatsız olanlar ve hatta bir ara “Kürt diye bir halk yoktur” şeklinde bir söylemi dayatanlar ile Arapçadan rahatsız olanlar arasında hiçbir fark yoktur. Bu kesimlerin başka yabancı dillerden (ki bunlar Avrupaidir) hiç rahatsızlık duymamaları ve tüm şehirlerimizde kirlilik yaratan bu tür levhalara karşı hoşgörülü olmaları da manidar bir durumdur. Tabelaların sökülmesi şeklinde tezahür eden göç ve göçmen karşıtlığı, resmi söylemde kökleri derinlere inen bir Arap düşmanlığından başka bir şey değildir. Bunun savunulur hiçbir gerekçesi olamaz.

Bugün küresel bir dünyada yaşıyoruz. Milyonlarca Türkiyeli, Avrupa ülkelerinde yaşamakta ve bulundukları ülkelerde kurdukları işyerlerine Türkçe levhalar asmaktadırlar. Buna karşı aşırı sağcı, İslamofobik ve Türk düşmanı çevreler olumsuz tepkiler vermektedirler. CHP’li siyasetçiler ve belediye başkanlıları, ne yazık ki Avrupa’daki aşırı sağcıların konumuna düşmüşlerdir. Bu partinin evrensel ve gerçek anlamda sol bir parti olması mümkün değildir. Önündeki en büyük engel Kemalizm’dir. CHP, resmi ideolojinin güdümünden kurtulmadıkça sol bir parti olamayacaktır. Murat Belge’nin dediği gibi Türkiye ne yazık ki sol bir partiden mahrumdur. Sol gibi görünen muhalefet partisi, aşırı sağcılara taş çıkartacak kadar yerel, bağnaz ve arkaiktir.

Arapça levhaların sökülmesi Yalova ve Bursa gibi iş adamı olan ve Körfezden gelen Arap işadamları tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Birçok iş adamı edindikleri dükkân ve evleri satarak ülkelerine ve başka ülkelere göç etmeye başlamışlardır. Yalova’nın Termal ilçesinde yapılacak küçük bir gözlem de, Arap turizminin nasıl çöktüğünü göstermektedir. Her yıl Arap turist ve ziyaretçilerle dolan Termal bölgesinde bu sene in-cin top oynamaktadır. Emlakçı ve müteahhit arkadaşlardan öğrendiğimize göre zengin Araplar emlaklarını satarak şehri terk etmektedirler. Bunun şehir ekonomisine olan etkilerini yakın zamanda hissedeceğiz.

Araplaşmanın diğer ucunu, Arapların Türkçe öğrenmedikleri ve konuşmadıkları, sokak ve çarşıda Arapça konuştukları iddiası oluşturmaktadır. Öncelikle bu iddia sadece ilk kuşak ve yaşlılarla sınırlı olarak kabul edilebilir. Türkiye’de yetişen Arap çocuklar hızla Türkçe öğrendikleri gibi buraya eğitim amacıyla gelen gençler de kısa zamanda Türkçeyi sökmekte ve eğitime Türkçe olarak devam etmektedirler. Yalova’da komşum olan Lübnanlı bir genç Türkçe öğrenip Yalova üniversitesinde okuduğu gibi, iki kızkardeşi Türkiye’de yerleşik olmadığı halde Türk dizileri üzerinden Türkçeyi öğrenmişler ve gayet güzel bir biçimde konuşmaktadırlar. Bununla birlikte bir toplumun kendi dilini konuşması ve kendinden olan insanlarla ikinci dil üzerinden değil, ana dil üzerinden konuşmaları son derece doğal bir durumdur ve hatta kültürel olarak tolere edilmesi gereken bir haktır. Avrupalı Türklerin, üçüncü ve dördüncü kuşağı yetiştiği halde hala evlerinde ve kendi içlerinde Türkçe konuşmaya devam ettiklerini görüyoruz. Bundan sadece aşırı sağcı ve ırkçılar rahatsız olmaktadırlar.

Son olarak Araplaşmanın söyleminin bir başka boyutu daha var ki, zaman zaman siyasetçiler ve köşe yazarları belli belirsiz dile getirmektedirler. Bu söylem “Gazze’den ve Filistin’den bize ne?” söylemiyle karşımıza çıkmıştır. Bu söylemi dile getirenler Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif bir siyaset izlemesi durumunda ülkenin Ortadoğululaşacağını ve bizim olmayan sorunları ülkemize davet edeceğini belirtmektedirler. Bu söylemi tersinden ifade edersek şunu demek istiyorlar: “Ortadoğu’yu İsrail ve Amerika’ya bırakalım! Onlar istedikleri gibi cirit atsınlar. Bize karışmadıkları müddetçe bundan bize ne?” Bu söylem, açıkça emperyalizme, işgale ve soykırıma göz yummaktır. Bunu söyleyenlerden daha ne bekleyebiliriz ki? Ülkeyi Avrupa’nın kültürel emperyalizmine açık bir hale getirdikleri yetmiyor gibi bölgeyi de emperyalistlerin at oynattığı bir alan haline getirmek istiyorlar. Ve de bunu Kemalizm ve Milliyetçilik adına savunuyorlar. Hani Mustafa Kemal anti-emperyalisti? Hani milliyetçilik kendi menfaatlerimizi korumaktı? Küresel dünyada böyle bir politikayla tek başına bir ülke olarak ayakta kalmamız mümkün müdür?

Neresinden bakarsak bakalım “Araplaşıyoruz” veya “Araplaştırılıyoruz” söylemi boş ve temelsiz bir iddiadır. Bu tezi savunanlar ne tarihsel ve toplumsal olarak ne de bölgesel ve küresel olarak gelişmeleri kavrayacak ve isabetli çözümler ileri sürebilecek düzeydedirler. Kafalarını kuma gömen ve “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyen bireycil ve ulusalcı bir zihniyettir. Türkiye, tarih boyunca Avrupa ve Asya arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Bizzat bu coğrafyanın kendi konumundan kaynaklanan sorunlar olacaktır, ama bu sorunlara ırkçı, konvansiyonel ve ulusalcı yaklaşımlarla çözümler üretemeyiz. Üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle “Ya yeni bir hal ya izmihlal!”   

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir