Kadir Canatan Yazdı: Göçmen Karşıtı Tezler (V)

27.08.2024

Mülteci ve göçmenlerin alıcı veya misafir ülkelere ekonomik bir yük getirdiği kesindir. Bu konuda da bazı karşı tezler ileri sürülmektedir. Ancak biz Türkiye’de “mülteci”nin tam olarak kim olduğunu ve ülkelerin neden mültecilere kapılarını açtığını ve dahası bunlar için masraf yaptıklarını pek anlamış değiliz. İnsanlar, dünyadaki mülteci krizinin kaynaklarını anlayamadıkları gibi onlara sunulan imkanları da bir angarya olarak görmektedirler. Bu konudaki popüler karşı-söylem genellikle şöyle ifade edilmektedir: “Biz, milyonlarca göçmeni barındırdığımız yetmiyor gibi bir de onlara harcama yapmaktayız. Kendi insanımız aç ve sefil iken göçmenlere milyonlarca para harcıyoruz. Onları beslemek zorunda mıyız?”

Her şeyden önce bu söylem, ulusal-bencillik kokan bir söylemdir. Dünyada sadece kendi milli menfaatlerini korumayı esas alan milliyetçi söylem sahipleri, hiçbir dünya sorununu çözemeyecekleri gibi kendileri de darda kalınca başka ülkelere sığınmakta ve mültecilik talep etmekte bir beis görmeyerek kendi söylemleriyle çelişkiye düşmektedirler. Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinden sonra az mı “Devrimcimiz, İslamcımız ve Ülkücümüz” Avrupa’ya gitti?

Dünyada mültecilik kurumu ve düzenlemesi insani bir koruma sistemidir. Mülteci, hukuki bir terim olarak, zulüm veya ciddi zarar görme korkusuyla ülkesini terk eden ve başka bir ülkeden uluslararası koruma talep eden kişiyi tanımlamak için kullanılır. Bu kişiler, genellikle savaş, çatışma, etnik temizlik, dini veya politik baskı gibi durumlar nedeniyle ülkesinden kaçmak zorunda kalmışlardır.

Mülteci statüsü, en geniş anlamıyla 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü’nde tanımlanmıştır. Bu sözleşmeye göre mülteci, “ırkı, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle zulüm görme tehlikesi bulunan ve bu nedenle ülkesinin dışında bulunan, koruma talebinde bulunan kişi” olarak tanımlanır. Sözleşme, mültecilerin haklarını ve ev sahibi ülkelerin bu kişilere karşı yükümlülüklerini belirlemektedir. Mülteci statüsüne sahip bireyler, gittikleri ülkede veya uluslararası kurumlar aracılığıyla koruma, yasal statü ve çeşitli hizmetlere erişim haklarına sahip olurlar. Bu statü, mültecilerin uluslararası hukuka uygun olarak korunmasını ve insan onuruna yakışır bir şekilde muamele görmesini sağlar.

Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamış ve onaylamıştır. 30 Mart 1962 tarihinde bu sözleşmeyi onaylayarak taraf devletlerden biri olmuştur. Ancak Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi bir sınırlama ile katılmıştır. Bu sınırlama, yalnızca Avrupa ülkelerinden gelen sığınmacılara mülteci statüsü tanınacağını içermektedir. Bu nedenle, Türkiye, Avrupa dışından gelen sığınmacılar için geçici koruma ve diğer özel düzenlemeler yapmaktadır. Ki nitekim Suriyeli mülteci ve göçmenler için “geçici koruma” verilmiştir. Bu statü, Suriyeliler gibi Avrupa dışından gelen sığınmacılara geçici koruma ve belirli haklar sağlar, ancak bu kişilere mülteci statüsü verilmez. Başka bir deyişle Suriyeli göçmenler mülteci değildirler!

Peki, şöyle veya böyle bu insani korumanın ülkelere maliyeti nedir? Ve bu maliyet nasıl finans edilmektedir?

Türkiye’de mülteciler ve geçici koruma statüsündeki göçmenlerin masrafları, çeşitli kaynaklardan karşılanmaktadır. Bu finansman, hem Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin kendi bütçesinden ayrılan kaynaklar hem de uluslararası toplumdan ve kuruluşlardan alınan mali yardımlarla sağlanmaktadır. Avrupa Birliği, Türkiye’deki mültecilere ve göçmenlere yardım etmek için 2016 yılında Türkiye-AB Anlaşması çerçevesinde Türkiye Mülteci İnsani Yardım Programı (FRIT) aracılığıyla 6 milyar Euro (yaklaşık 6.5 milyar USD) taahhüt etmiştir. Bu fonlar, sağlık hizmetleri, eğitim, altyapı projeleri, istihdam yaratma programları ve nakit yardım programları gibi çeşitli alanlarda kullanılmıştır.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Türkiye’deki mülteciler ve sığınmacılar için fon sağlar ve teknik destek sunmaktadır. Bu yardımlar genellikle barınma, sağlık, eğitim ve koruma hizmetlerini kapsamaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) mülteci çocukların eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını desteklemek için çeşitli programlar yürütmektedir. Dünya Gıda Programı (WFP) ise mültecilere yönelik gıda yardımı ve nakit destek programlarını finanse etmektedir.

Diğer uluslararası kuruluşlar ve donör ülkeler de yardımlar vermektedir. Bunlar arasında Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Dünya Bankası ve diğer uluslararası kuruluşlar Türkiye’ye yönelik insani yardım ve kalkınma projelerine katkıda bulunmaktadır. Ayrıca ABD, Almanya, Japonya, Kanada ve Norveç gibi donör ülkeler, Türkiye’deki mülteci krizini desteklemek için doğrudan veya dolaylı olarak finansman sağlamaktadır.

Ülkelere ve şartlara göre mülteci ve göçmenlere harcanan paralar değişmektedir. Avrupa Parlamentosu’nun 2016 tarihli bir araştırmasına göre, bir sığınmacının Avrupa Birliği’ndeki ilk yılındaki ortalama maliyeti 8.000 ila 12.000 avro arasında değişebilmektedir. Buna kabul, işleme, konaklama ve sosyal hizmetlerle ilgili maliyetler dahildir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu’na (NBER) göre, bir mültecinin ABD’ye ilk beş yılında yerleştirilmesinin maliyeti, ilk yerleşim, sağlık hizmeti, eğitim ve sosyal hizmetler dikkate alındığında yılda yaklaşık 15.000 ila 20.000 dolardır.

Genel harcama seviyelerinin düşük olması ve uluslararası yardıma bağımlılık nedeniyle gelişmekte olan ülkelerde maliyetler genellikle daha düşüktür. Kaba bir tahmin, Türkiye’deki Suriyeli mülteci başına yıllık maliyetin 1.000 ila 2.000 ABD doları arasında değişebileceğini göstermektedir. Bu rakam, gıda, sağlık hizmeti ve eğitim gibi temel ihtiyaçları içerir ancak tüm dolaylı maliyetleri veya yaşam giderlerindeki bölgesel farklılıkları hesaba katmayabilir.

Görüldüğü gibi Türkiye, Amerika ve Avrupa gibi ülkelerden çok düşük düzeyde harcama yapmaktadır. Demin de belirttiğimiz gibi yapılan harcamalar sadece Türkiye’nin kendi kaynaklarından yapılmamaktadır, aynı zamanda uluslararası yardım da söz konusudur. Sanıldığı gibi ülkemizdeki Suriyelilere devlet tarafından maaş bağlanmamakta ve kira yardımı yapılmamaktadır. Ancak, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Sosyal Uyum Yardımı Projesi kapsamında ihtiyaç sahibi yabancılara Kızılay Kart aracılığıyla kişi başı belli bir miktar yardım yapılmaktadır. Devlet tarafından Suriyelilere özel ayni ve nakdi yardımlar yapılmamaktadır.

Ülkemizde Suriyeliler ve diğer Araplar sadece yardımlarla ayakta kalmamaktadırlar. Kendi açtıkları işyerleri olduğu gibi, sahibi Türk olan firma ve işletmelerde de çalışmaktadırlar. Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik hükümlerine göre Suriyeliler istihdam edilmektedir. Çalışma iznine başvurulan iş yerinde çalışan geçici koruma sağlanan yabancı sayısı, iş yerinde çalışan Türk vatandaşı sayısının yüzde onunu geçemez. Suriyeli ve Afganlar başta olmak üzere göçmenlerin çalışma hayatına katılmaları çok önemli bir konudur. Bugün artık yerlilerin çalışmadığı pek çok sektörde (inşaat, nakliyat, tekstil, tarım-hayvancılık, bakım, vs.) çalışarak onlar ülke ekonomimize çok önemli bir katkı sunmaktadırlar. Göçmenlerin kendi ülkelerine gitmeleri durumunda bu sektörlerin çoğu zorda kalacak ve hatta krize gireceklerdir.

Tüm bu durumlar ve düzenlemeler dikkate alındığında “yan gelip yatan ve yardım alan” Suriyeli göçmen imajı doğru bir imaj değildir. Ayrıca Türkiye dünyada göçmenlere ve mültecilere yerleşim ve yardım veren tek ülke de değildir.  

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir