Kadir Canatan Yazdı: Göçmen Karşıtı Tezler (VI)

04.09.2024

Türkiye’de Suriyeli göçmenler, sıklıkla Avrupa’daki Türkiyeli göçmenlerle kıyaslanmakta ve buradan bazı sonuçlara gidilmektedir. Ümit Özdağ, (“Almanya’lı Gurbetçi Kadın Ümit Özdağ’a Sert Çıktı” adlı videoda izlenebileceği üzere) Almanya’dan gelen bir Türk kadınla tartışıyor. Tartışmada Özdağ “13 milyon sığınmacı”dan bahsederek bunların kimler olduğunu tek tek sayıyor. Sanki saymışçasına “5 milyon kayıp Suriyeli”den bahsediyor. Bunun üzerine kadın “Biz Türkler Almanya’da yaşıyoruz ve sizin göçmenlere yaptığınız aynı muameleleri Almanlardan görüyoruz. Sizin sığınmacılarla derdiniz nedir?” şeklinde mukabelede bulunuyor. Özdağ ise, “Siz orada sığınmacı değilsiniz, çalışıyorsunuz ve davet edildiniz.” diyor. Tıpkı Özdağ gibi pek çok vatandaş da benzer düşünceleri terennüm ediyor. Hatta Avrupa’da yaşayan ve göçmen olarak dışlanan milliyetçi Türkler bile, zaman zaman sosyal medyada şöyle diyorlar: “Bizi Suriyelilerle kıyaslamayın biz buraya davet edildik.”

Gerçekte bu kıyaslamalarla nereye varılmak isteniyor? Öyle görünüyor ki, “Avrupa’da Türkler haklı olarak ikamet ediyorlar, ama Türkiye’de Suriyelilerin böyle bir gerekçeleri yok. İstenmeden ve zoraki kalıyorlar.” Bu izlenim ne kadar doğrudur?

Her şeyden önce uluslararası işgücü göçü çerçevesinde Avrupa’ya gitmiş olan ve bugün Avrupa’da 5 milyonu bulan Avrupalı Türklerle, sığınmacı ve mülteci olarak Türkiye’ye gelmiş olan Suriyeli ve diğer göçmenler kıyaslanamazlar. Çünkü sadece göç motifleri bakımından değil hukuksal statüleri bakımdan da “göçmenler” ile “mülteciler” aynı konumda değiller. Göçmenler ve mülteciler kavramı, genellikle birbirleriyle karıştırılan ancak farklı anlamlara gelen iki terimdir. İşte bu iki kavram arasındaki temel farklar şunlardır:

Göçmenler;

  1. Genellikle daha iyi yaşam koşulları, eğitim imkanları veya iş bulma umuduyla kendi isteğiyle yaşadıkları ülkeyi terk ederek başka bir ülkeye yerleşen kişilerdir.
  2. Göçmenlerin göç etmelerinin en önemli nedeni ekonomik faktörlerdir. Daha yüksek bir yaşam standardı veya daha iyi iş olanakları arayışında olabilirler.
  3. Göçmenler, genellikle yasal yollarla yeni bir ülkeye yerleşmek için gerekli izinleri alırlar. Bu süreç, vize başvuruları, oturma izinleri gibi adımları içerir.
  4. Göçmenler, yeni bir kültüre uyum sağlama ve entegrasyon sürecine daha hazırlıklı olabilirler.

Mülteciler ise;

  1. Savaş, siyasi zulüm, dinî veya etnik nedenlerle yaşadıkları ülkede güvenliklerini kaybettikleri için ülkesini terk etmek zorunda kalan kişilerdir.
  2. Mülteciler, yaşamları tehlikede olduğu için başka bir ülkede koruma aramaktadırlar.
  3. Mülteciler, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından belirlenen uluslararası koruma statüsüne sahiptirler.
  4. Mülteciler, genellikle sığınma talebinde bulunurlar ve bu taleplerinin kabul edilmesi durumunda mülteci statüsü kazanırlar.
  5. Mülteciler, genellikle travmatik deneyimler yaşamış olduklarından dolayı yeni bir ülkeye uyum sağlamakta daha fazla zorluk çekebilirler.

Özetle, göçmenler genellikle kendi isteğiyle daha iyi bir yaşam için ülkesini terk ederken, mülteciler ise yaşamlarını korumak için zorunlu olarak göç etmek zorunda kalan kişilerdir.

Aralarında çok önemli farklar olmakla birlikte şu söylenemez: Göçmenler davet edildikleri için veya daha iyi şartlarda çalışmak ve yaşamak için gittikleri ülkelerde -hiçbir ayrımcılığa uğramadan- kalabilirler ve hiç kimse onları kendi ülkelerine gönderemez. Ama sığınmacı ve mültecilere hükümetler istedikleri muameleyi yaparlar ve istedikleri zaman da kendi ülkelerine gönderebilirler. Bilakis her iki grubun da güvence altına alınmış hakları olduğu gibi ülkelerine gönderilme konusunda da iktidarlar keyfi davranamazlar.

Bu genel çerçeveden sonra, şimdi Türkiyelilerin Avrupa’ya göçü ve ikametleri ile Suriyelilerin göçü ve ikametleriyle ilgili olarak bazı bilinmeyen ya da bilindiği halde gözardı edilen hususları maddeler halinde sıralamak istiyorum.

  1. Türkiyeli işçiler, Avrupa’nın ekonomik büyüme kaydettiği ve istihdam ihtiyacı duyduğu 1960’lı yıllarda farklı yollarla Avrupa’ya gitmişlerdir. Kimisi İşbulma Kurumu aracılığıyla, kimisi Avrupalı şirketlerin devşirmeleriyle ve kimisi de kendi inisiyatifleriyle kaçak olarak gitmişlerdir. 60’lı ve 70’li yıllarda Avrupa gazetelerinde sık sık “kaçaklar”dan bahsedilmektedir. Bunların bir kısmı yakalandığı zaman gönderilmiş bir kısmı da aftan yararlanarak çalışma ve ikamet izni almışlardır. Demek ki hepsi davet edilmemiştir.
  2. Sözde anlaşmalı ve davetli giden işçilerin hiçbiri “kalıcı” olarak görülmemiş, bilakis “misafir işçi” olarak adlandırılmıştır. 60’lı ve 70’li yıllarda sürekli olarak onlardan bu şekilde bahsedilmektedir. İlk defa Hollanda’nın 1979 yılında göçmenlerin kalıcı olduğunu kabul etmesiyle göç nitelik değiştirmiştir. Daha sonra bu ülkeyi başka Avrupa ülkeleri izlemişlerdir. Demek ki davetli olmak başka bir şey, kalıcı olmak başka bir şeydir.
  3. Yabancı işçiler davetli gitmiş olsalar da onların eşleri ve çocukları davet edilmemiştir, “aile birleşimi” olarak adlandırılan sosyal göç birinci göçün doğurduğu ve Avrupa ülkelerinin katlandığı bir göç olayıdır. Bu göç, zincirleme başka sonuçları da doğurmuştur. İkinci kuşağın ortaya çıkması, aile oluşumu ve entegrasyon gibi.
  4. Avrupa sadece ekonomik temelli bir göç almakla kalmamış, 1980’lerden itibaren çok ciddi bir mülteci alımı da yapmış ve yapmaktadır. Bugün göç hareketleriyle ilgili tartışmaların çoğu bu göç tipi hakkındadır. Avrupa’da bir kez mülteci olarak kabul edilen kişi çok güçlü bir hukuksal konum elde etmektedir. “Avrupa mülteci almıyor biz alıyoruz” savı temelsiz bir iddiadır.
  5. Türkiye’ye gelince, çok uzun zaman göç almış ve vermiş bir ülkedir. Kitlesel olarak gerçekleşen Suriye göçü, ne ilktir ne de son olacaktır. Bu göç olayına kadar aldığımızdan daha fazla göç vermişizdir. Sadece Avrupa’da 5 milyon Türkiyeli göçmen ve çocukları olduğu düşünürse, aynı miktarda da Suriyeli göçmen almış durumdayız. Yani bir göç diğerini nötralize etmiş durumdadır.
  6. Daha önce de değindiğimiz gibi Suriyeli göçmenlere Türkiye “geçici ikamet” statüsü vermiştir. Yani onları ne tam olarak mülteci kabul ettik ne de reddediyoruz. Koşullara bağlı olarak geri gönderilme olasılıkları mevcuttur. Bunun da şartı, onları keyfi olarak göndermek değil, Suriye’de güvenli bir iklimin yaratılmasıdır. Eğer bir gün ülkelerinde güvenli olarak yaşayabilecekleri garanti altına alınırsa, sanırım çoğu gidecektir. Ancak bir gerçeği hiç aklımızdan çıkarmayalım: Göç ne kadar uzarsa bu olası geri dönüş zorlaşacaktır! Sanırım pek çok insanı da strese koyan şey, şu anki belirsizliktir. Göçmen karşıtı kesimler bu belirsizliği bir çatışma ortamına dönüştürerek, onların geri gideceklerini düşünmektedirler. Ancak bu düşünce olası bir iç çatışmanın da fitilini yakabilir. O zaman gerçekten de yazdıkları senaryo gerçek olabilir. Yani Türkiye göçmenler nedeniyle bir iç savaşın eşiğine gelebilir.

Özetlersek; hiçbir şey göründüğü ya da gösterilmek istendiği gibi siyah ve beyaz değildir. Avrupalı Türkler, kalıcı olarak davet edilmediği gibi Suriyeli göçmenler de zorla ve tehditle ülkemize giriş yapmış değildirler. Hem Avrupa’ya giden göçmen ve mültecilerin hem de Türkiye’ye giriş yapan göçmen ve mültecilerin, insan olmaları bakımından ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları bulunmaktadır. Onlar üzerinde psikolojik, sosyal ve siyasal terör estirmek hiç kimsenin hakkı değildir. Yabancı düşmanlığı ve nefreti suçtur! Bu suçu işleyenler hem ahlaken hem de hukuken sorumludurlar. 

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir