27.04.2021
Geçtiğimiz hafta İslam’ın önerdiği geleneksel toplumsal cinsiyet modelinin hangi modele uygun düştüğünü ve bu modelin sabit ve değişmez bir nitelik arz edip etmediğini sormuştuk. Bu yazımızda modelin dayanakları ve olası farklılaşma ve değişme ihtimali üzerinde duracağız. Yerel ve bölgesel durumlara göre bir farklılaşma olsa da, İslam’ın önerdiği model, kadın ve erkeğin birbirini tamamladığı bir işbirliği modeli olup karma bir modeldir. İslam’da kadın ve erkek rollerinde yüzde yüz cinsiyet temelli bir yaklaşım olmadığı gibi, kadın ve erkek rollerinde cinsiyeti hesaba katmayan, yüzde yüz plastik bir yaklaşım da söz konusu değildir. Bazı işlerde yer değiştirme mümkün iken, bazı işlerde mümkün değildir. Bu tip toplumlarda kadın ve erkek arasında eşitsizlikten ziyade tamamlayıcılık söz konusudur.
Tarihsel süreçte bu model Araplarda daha fazla cinsiyet temelli yaklaşımlara dayalı olarak yürümüşken, Türklerde cinsiyet temelli yaklaşımları zaman zaman zorlayan bir pratik sergilenmiştir. Bunu ünlü Arap seyyah İbn Batuta’nın Anadolu gözlemlerinde ve Araplarla kıyaslamalarında rahatlıkla görüyoruz. Seyyah, Anadolu’yu gezerken şu tespitlerde bulunur: “Bu ülkede gördüğüm ve beni epeyce şaşırtan tutumlardan biri de buradaki erkeklerin kadınlara gösterdikleri aşırı saygıdır. Bu memlekette kadınlar erkeklerden daha üstün sayılırlar… Zira Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar, erkeklerden kaçmazlar. Bir başka kadını da aynı şekilde gördüm, yanındaki köleleriyle pazara süt yoğurt getirip satar, karşılığında koku ve esanslar satın alırdı. Bazan kadınlara erkekleriyle rastlarsınız ve o zaman bu adamları kadınların hizmetkârları zannedersiniz.” (İbn Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, Sh. 82-84, MEB, İstanbul 1989) İbn Batuta’nın “aşırı saygı” ve “daha üstün” gibi kullandığı kelimeler karşılaştırmalı bir değerlendirmenin sonucudur. Kendi yaşadığı Kuzey Afrika toplumlarına kıyasla Anadolu’da kadınlara verilen değer ve onların rollerine ilişkin saptamalar Türklerde kadın-erkek arasında katı sınırlamalar ve kalıplar olmadığını göstermektedir.
Bir önceki yazımızda Kur’an’ın erkeğe kavvamlığı, kadına da ev ve çocuklara bakım vazifesini verdiği belirtmiştik, ancak bunun dayanaklarını ve esneklik ihtimalini konuşmamıştık. Şimdi bu toplumsal cinsiyet modelinin dayanakları üzerinde durmak istiyoruz. Sanırım bu noktadan itibaren kadın-erkek rollerini geleneksel kalıplara göre sabitlemiş olan zihniyet bize öfkelenirken, çağdaş yaklaşımlara sahip olanlar sevinecektir. Tıpkı bir önceki yazımıza geleneksel düşünceye mensup olanlar sevinip, yeni düşüncelere sahip olanlar bize eski kafa muamelesi yaptığı gibi. Ama bizi onun bunun yargısı değil, daha çok hakikat sevgisi (hikmet) ilgilendirmektedir.
Nisa Suresi’nin 34. ayeti erkeğe kavvamlık statüsünü verirken iki gerekçe (fıkhi deyimlerle illet) ileri sürmektedir. Bu gerekçeler kavvamlık statünü belirleyen ayet ve ayetin içerdiği hükmün (normun) dogma olmadığını, nass olduğunu göstermektedir. Çoğunlukla birbirine karıştırılan bu iki kavram farklı geleneklere ve köklere işaret etmekle kalmaz, farklı anlam muhtevalarına da sahiptir. Dogma gerekçesizdir ve değişmez bir karakter taşır, oysa nass hem gerekçeye dayanır hem de değişkendir. İslam fıkhına göre “İllet değişirse buna bağlı olarak hüküm de değişir.” Mecelle’de bu ilke daha genel ve evrensel bir şekilde formüle edilmiştir: “Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişeceği inkâr edilemez” (Madde 39). Bu ilke evrensel olduğu kadar çok daha önemli ve evrensel bir gerçekliğe atıf da vardır. O da değişmenin bir hayat yasası olduğu gerçeğidir. Bu gerçeği dikkate almayan her zihniyet, kaçınılmaz olarak donmaya ve dolayısıyla dogmatizme mahkûmdur.
Peki, erkeğin kavvamlığına dayanak oluşturan şeyler nelerdir ve ne kadar değişmeye açıktırlar?
Nisa Suresi’nin 34. ayeti bu iki gerekçeyi şöyle ifadelendirmektedir: “Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize göre tafdil etmesi ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler kadınlar üzerinde kavvamdırlar.” İkinci gerekçeden başlarsak, erkeğin kavvam olmasının sebebi ya da illeti ekonomiktir. Erkekler, kadınları ve çocukları geçindirme sorumluluğu karşısında kavvamlığı elde etmiştir. Bu açık ve nettir. Bu kadar açık ve net olmayan ve tefsirlerde tartışmalara neden olan birinci illettir. “Tafdil” kelimesi ne anlama gelmektedir ve hangi bakımdan erkekler tafdil edilmiştir?
Müfessirler tafdil kelimesiyle genellikle iki şeyin kastedildiğine hükmetmişlerdir. Bir kesim, erkeğin akılsal ve fiziksel güç bakımından üstün olduğunu savunurken, bir kesim de erkeğin fiilen sahip olduğu güçlü konum sebebiyle üstün olduğu kanaatine ulaşmışlardır. İlk kesim içinde bazıları erkeğin sahip olduğu akılsal ve fiziksel gücün aşılamaz olduğunu söylerken, bir kesim de bunların izafi olduğunu ve zamanla aşılabileceği kanaatini ifade etmişlerdir. İkinci kesimde, erkeğin sahip olduğu gücü değişmez bir veri olarak kabul edenler olduğu gibi bunun şartlara bağlı olarak değişebileceğini söyleyenler de olmuştur.
Kur’an kavramları sözlüğü yazarı Isfahani “Müfredat”ında (Bkz: Sh. 1145-46, Pınar Yayınları) tafdil kelimesinin fiil halini (feddale) “itidali aşan ziyadelik” olarak tanımladıktan sonra üç tür ziyadelikten bahsetmektedir.
1) Cins olarak üstün olma: Örneğin hayvan cinsinin bitki cinsine üstün olması.
2) Tür olarak üstün olma: Örneğin insan türünün diğer canlılara (hayvanlara ve bitkilere) üstün olması.
3) Zat/kişi olarak üstün olma: Örneğin bir adamın diğer bir adama üstün olması.
Bu ayrımlar ekseninde Isfahani çok önemli bir şey söylemektedir: İlk iki üstünlük cevherseldir, yani cins ve tür olarak eksik olan üstün olana erişemez. Bu noktada üstünlüğü elde etmenin bir imkânı yoktur, çünkü cinsler ve türler arasında aşılmaz farklılıklar vardır. Üçüncü türden üstünlük ise, araz (ilinek) türünden olup bunu kazanmak için başka bir yollar bulunabilir. Bu çerçevede Isfahani “Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı” (Nahl, 71) ayetinde geçen rızık farkını ve konumuz olan ayette geçen tafdili örnek olarak sunmaktadır. Ona göre Yüce Allah burada yalnızca erkeğe özgü kılınmış olan zati fazileti ve ona bahşedilmiş olan kudret, mal, makam ve kuvvet üstünlüğünü kastetmektedir.
Biz de kavvamlık bağlamında erkeğin tafdilini araz türünden bir illet olarak değerlendiriyoruz. Bir başka deyişle, İslamiyet’in geldiği 7. yüzyılın toplum koşullarında erkeğin sahip olduğu avantajlı konumun değişebileceğini varsayıyoruz. Nitekim insanlık çok uzun süren Tarım Toplumu’ndan sonra, son iki-üç yüzyıllık süre içinde, önce Sanayi Toplumu’na, şimdi de “Sanayi-ötesi”, Bilgi Toplumu’na geçmiştir. Bu büyük toplumsal değişim ve dönüşümlerle birlikte sadece erkeğin değil, kadının da toplumsal konumunda ve rollerinde büyük değişimler yaşanmıştır. Kadınların eğitime, ekonomiye ve siyasete katıldığı bir toplumda hiç kimse kadının konumunun hiç değişmediğini ya da bu değişmenin gayri-meşru olduğunu savunamaz. Tıpkı erkek gibi kadının da hukuk eğitimi aldığı ve avukat-hâkim vs. mesleklerde görev yaptığı bir zaman diliminde, kimse “kadının dimağı zayıftır ve erkeğe eşit bir şekilde şahitlik yapamaz” diyemez. Yine aynı şekilde kadının da aile bütçesine anlamlı katkılar yaptığı bir toplumda kimse “kadın erkeğe eşit miras hakkı alamaz” diyemez. Çünkü kadın ve erkeğin sadece toplumsal konumlarında değil, rollerinde ve sahip oldukları bilgi ve becerilerde de önemli değişimler yaşanmaktadır.
Son iki konu ayrıca tartışılması gereken spesifik konular olduğu gibi bir sonraki haftaya bırakıyoruz.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.