Kadir Canatan Yazdı: Modernleşen Toplumlar İçin Sekülerleşme Bir Mecburiyet mi?

22.10.2024

Modernleşme kavramı, bizde 20. yüzyılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlanır ve yüzyılın sonlarında gündelik hayatın bir parçası haline gelir. Üniversitede iken yazdığım yazılardan oluşan “Bir Değişim Süreci Olarak Modernleşme” (1995) kitabı ilk çalışmalarımdan biridir. “Modernleşmenin Paradoksları” adlı çeviri kitabım ise 2003 yılında yayınlanır. Bu kavram Osmanlı’ya girdiği yıllarda “asrileşme” veya “muasırlaşma” olarak ifade edilmiştir. Osmanlı ve Cumhuriyet aydınları bu kelimeleri sık sık kullanmaktadırlar.

Daha önemli bir başka nokta, bu kelimeler “medenileşme”yle de alakalı kılınmıştır. Yani asrileşen toplumların medenileşeceği vurgulanmıştır. Peki medeniyet nerededir? Nasıl medenileşeceğiz? Mustafa Kemal kendi döneminin aydınlarının fikrine tercüman olarak şu soruyu sormaktadır: “Uygarlığa girmek arzu edip de batıya yönelmemiş millet hangisidir?”

Asri, medeni ve muasır gibi kelimelerin hepsi ya Arapça ya da Arapçadan türetilmiş kelimelerdir. Türkçeyi yabancı kelimelerden arındırma faaliyeti başlayınca tüm bu kelimelerin yerine “çağdaşlaşma” sözcüğü ikame edilmek istenmiştir. Sosyolog Niyasi Berkes “The Development of Secularism in Turkey” adlı İngilizce kitabını Türkçeye “Türkiye’de Çağdaşlaşma” adıyla çevirmiştir. Burada da başka bir kelime oyunu sergilenmiştir. Sekülarizm, çağdaşlaşma ile özdeş kılınmıştır. Oysa sekülarizm bir ideoloji ve politika, modernleşme ise bir toplumsal bir süreçtir.

Modernleşme çok kapsamlı bir olgu ve süreçtir; 14. Yüzyılda Rönesansla başlamış, Reformlar, Bilimsel Devrimler ve Aydınlanma Çağı’yla gelişmiş ve nihayet Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’yle doruk noktasına ulaşmıştır. Bugün sosyolojide modernleşme şu temel ve alt olgu ve süreçlerle tanımlanmaktadır;

a) Sanayileşme;
b) Kentleşme;
c) Toplumsal farklılaşma;
d) Rasyonelleşme;
e) Sekülerleşme;
f) Bireyselleşme ve
g) Evcilleşme.

Sekülerleşmeyi odak noktası olarak alırsak, bu olgu diğer olgularla birlikte değerlendirilmek zorundadır. Klasik sekülerleşme teorisine göre, bir toplum sanayileştikçe sekülerleşecektir. Bu teori, tamamen Batı-Avrupa modernleşme örneğinden hareketle kurgulanmıştır. Ancak, bu teoriye karşı çeşitli eleştiriler getirilmiştir. Sekülerleşme tezine yönelik temel eleştiriler ve karşı argümanları 7 noktada özetleyebiliriz:

1) Sekülerleşme Evrensel Bir Süreç Değildir

Sekülerleşme tezinin, her toplumda aynı şekilde işlemediği savunulmaktadır. Bu görüşe göre, modernleşme her zaman dini bir gerilemeye yol açmaz. Örneğin, ABD, modernleşme seviyesine rağmen dinin güçlü kaldığı bir ülke olarak gösterilir. Diğer taraftan, bazı ülkelerde ekonomik ve teknolojik gelişmişlik düzeyinin düşük olmasına rağmen dinin toplumsal etkisi azalmamış olabilir. Bu durum, sekülerleşme tezinin evrensel bir süreç olmadığını ortaya koymaktadır.

2) Dinin Farklı Şekillerde Yeniden Canlanması

Sekülerleşme savunucuları, modern toplumlarda dinin giderek etkisini kaybedeceğini öngörürken, son yıllarda dinin yeniden canlanması ve kamu hayatında önemli bir yer edinmesi bu tezi sorgulamaktadır. Örneğin, 20. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan İslami hareketler, Hıristiyan evanjelik akımlar veya Hindutva gibi dini hareketler dinin toplum ve siyasette aktif rol oynamaya devam ettiğini göstermektedir. Bu, dinin tamamen kamusal alandan silineceği düşüncesine karşı çıkan önemli bir argümandır.

3) Kültürel ve Kimliksel Rolü

Dinin, sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda güçlü bir kültürel ve kimliksel unsur olduğu vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, bazı eleştirmenler sekülerleşmenin sadece dini inancın azalması anlamına gelmediğini, aynı zamanda dinin bireylerin ve toplumların kültürel kimliklerinin bir parçası olarak varlığını sürdürebileceğini savunmaktadır. Özellikle etnik veya ulusal kimliklerin din ile örtüştüğü toplumlarda din, modernleşmeye rağmen güçlü bir kimlik belirleyici olarak kalabilir.

4) Dinin Özelleşmesi Tezi

Sekülerleşme teorisi, dinin kamusal alandan çekilerek tamamen kişisel bir olgu haline geleceğini savunur. Ancak eleştirmenler, dinin tamamen özel bir alana çekilmediğini, aksine bireylerin dini kimliklerini kamusal alanda ifade etmeye devam ettiklerini belirtmektedir. Bu görüşe göre, modern toplumlarda bile din sadece bireylerin iç dünyasında değil, sosyal hayatın çeşitli alanlarında kendini göstermektedir. Örneğin, dini sembollerin kamusal alanda kullanılması, dini bayramların kutlanması veya din temelli yardım organizasyonlarının aktif olması gibi durumlar dinin tamamen özelleşmediğini göstermektedir.

5) Postseküler Toplum Tezi

Ünlü Alman sosyolog Jürgen Habermas, modern toplumların bir post-seküler döneme girdiğini öne sürer. Bu teze göre, sekülerleşmenin beklenen etkileri sınırlı kalmış ve modern toplumlarda din hala etkisini sürdürmektedir. Habermas, modern toplumların seküler değerlerle dini inançlar arasında bir diyalog kurması gerektiğini savunur. Bu bakış açısına göre, dinin tamamen yok olmayacağı ve modern toplumların dinsel unsurlarla birlikte var olmaya devam edeceği vurgulanır.

6) Batı-merkezcilik Eleştirisi

Sekülerleşme tezi, genellikle Batı merkezli bir teori olarak eleştirilir. Bu tezin Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki gelişmelere dayanarak formüle edildiği, ancak diğer kültürler ve bölgeler için geçerli olmadığı savunulur. Örneğin, Asya, Afrika ve Orta Doğu gibi bölgelerde dinin rolü ve toplumsal hayattaki etkisi Batı’daki sekülerleşme sürecinden farklılık göstermektedir. Eleştirmenler, sekülerleşme teorisinin bu kültürel farklılıkları yeterince dikkate almadığını öne sürmektedir.

7) Sekülerleşme İçinde Dini Dönüşüm

Sekülerleşme sadece dinin zayıflaması anlamına gelmeyebilir; bazı eleştirmenler, modernleşme süreciyle birlikte dinin kendini yenilediğini ve yeni formlar aldığını savunmaktadır. Yeni dini hareketler, spiritüalizm ve dini bireysellik gibi kavramlar, sekülerleşmenin dini tamamen ortadan kaldırmadığını, aksine yeni dini ifade biçimlerinin ortaya çıktığını göstermektedir.

Sonuç olarak sekülerleşme tezi, dinin modern toplumlarda etkisini kaybedeceği ve bireylerin kamusal alandan dine olan bağlılıklarının azalacağı savını içerir. Ancak bu teze karşı, dinin toplumsal ve kültürel olarak güçlü bir unsur olarak kalmaya devam ettiği, farklı şekillerde yeniden canlandığı ve evrensel bir süreç olmadığı gibi eleştiriler geliştirilmiştir. Dinin hem bireysel hem de toplumsal anlamda dönüşerek modern yaşamın bir parçası olmaya devam ettiği görüşü, bu eleştirilerin temelini oluşturmaktadır.

Gelecek hafta bu tartışmaya devam edeceğiz.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

One thought on “Kadir Canatan Yazdı: Modernleşen Toplumlar İçin Sekülerleşme Bir Mecburiyet mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir