Kadir Canatan Yazdı: Neden Sekülerleşiyoruz?

15.10.2024

Bu ülkede uzun yıllar laiklik tartışmaları yapıldı. Ama halen laikliğin ne olup olmadığı ve daha da önemlisi Türkiye devletinin laik bir özelliğe haiz olup olmadığı konusunda bir sonuca varılmamışken, 2000’li yıllarda Türkiye bir de sekülerleşme kavramıyla tanıştı. Kavram şüphesiz çok eskiden beri biliniyor ama toplumsal bir olgu olarak ne kadar seküler olduğumuzu tartışmaya başladık. Modern toplumlar az ya da çok sekülerleşiyorlar. Çünkü sekülerleşme ve sekülerlik, modernleşme süreçlerinin bir ürünüdür. 100 yıllık Türkiye modernleşmesi de bugün sonuçlarını vermektedir. Meselenin şaşırtıcı olan yanı, son 20 yılı aşan süre içinde muhafazakâr bir iktidarın iş başında olması ve böyle bir dönemde sekülerleşmenin tartışmaya açılmış olmasıdır. Oysa 2000’li yılların başında “Türkiye Muhafazakarlaşıyor mu?” şeklinde bir soru soruluyordu.

Yeniden anayasa tartışmalarının yapıldığı bir dönemde Türkiye’nin laik olup olmadığı ve bu özelliğin korunup korunmayacağı tartışılmak zorundadır. Gerçek şu ki, sekülaristler çok uzun bir zaman Türk devletinin laik bir devlet olduğu yalanını millete empoze etmişler ve ne yazık ki bu yalan geniş toplumsal kesimlerde ve hatta muhafazakâr kesimlerde kabul görmüştür.  Bilindiği üzere 1937 yılında laiklik devletin değiştirilmez bir temel niteliği olarak Anayasaya girmiş ve halen de bu ilke “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” bir dogma niteliğindedir. Oysa laiklik bizatihi kutsal ve değiştirilemez ilkeleri kabul etmez, her şeyin dünyevi ve beşerî olduğu laik rejimlerde her şey zamanla değişebilir. Türkiye anayasası bu bakımdan kendi kendisiyle çelişki içindedir.

Öte yandan daha büyük bir yalan şu ki, Türk devleti laik değildir, hatta anti-laiktir. Fransa’dan alınmış olan laiklik, “kilise ve devlet ayrılığı” demektir. İngilizcede “separation of church and state” olarak tanımlanır. Batı kendi içinde tutarlıdır: Tarihte iki model denemiştir. Kilisenin devlete hâkim olduğu teokratik model ve kilisenin devlete tabi olduğu bizantinist model. İlk model Katolik dünyasında geçerli iken, ikinci model Bizans Ortodoks dünyasında geçerlidir. İkinci modele bu yüzden literatürde “bizantinizm” denilmektedir. 

Kilisenin formüle ettiği “iki kılıç” teorisi ve tarihsel pratikler şunu göstermektedir: Hristiyanlık dünyası düalist bir fikre yaslanmaktadır. Kilise, manevi kılıç, devlet ise maddi kılıçtır. Doğal olarak manevi kılıç, Kilise tarafından maddi kılıca üstün görülmüş ve devleti kendine tabi kılmıştır. Teokratik uygulama, Batı modernleşmenin temel mantığı olan “Ortaçağı tersine çevirme”nin bir neticesi olarak Fransız Devrimi’yle laikliği, yani devlet ve kilise ayrılığını beraberinde getirmiştir.

Bizde ise Fransa örnek alındığı halde Batı Hristiyanlığına özgü düalizm (maddi-manevi ayrımı ya da devlet-kilise ikilemi) bulunmadığı için, önce Devlet kurumunun karşısına Diyanet adıyla bir kuruluş dikilmiş ve sonra da Fransız modelinin zıddına din kurumu devlete bağlanmıştır. Bu model tam da Bizans Ortodoks tecrübesine dayalı olan Bizantinizm modelidir. Yani Türkiye’ye sözde laiklik Batı’dan ve Fransa’dan değil, tam tersine kendi coğrafyamızda varolan bir tecrübeden aktarılmıştır. Fakat bu model yıllarda laiklik adıyla millete yutturulmuştur.

İşin kurumsal yanı bir tarafa, muhteva olarak Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı eserinde itiraf ettiği üzere Türkiye’de bir “Din Reformu” yapılmıştır. Diyanet’in kuruluş yasası “itikat ve ibadatı” Diyanet’e bırakmış, bundan başka diğer konuları (yani İslam ahlak ve hukukunu) meclisin işi olarak tanımlamıştır. Bu reformla birlikte İslam sadece inanç ve ritüelleri olan bir dine indirgenmiştir, ahlak ve hukuku fesh edilmiştir.

Peki, bu olup biten laiklik değilse nasıl adlandırmak gerekir?

Laiklik, siyasal bir sekülerleşmedir ve sadece devleti dinden bağımsız kılma girişimidir. Oysa Cumhuriyet devleti dinden bağımsız kıldığı gibi, sosyolog Emre Kongar’ın ifadesiyle bir üstyapı devrimi olarak tüm kurumları (hukuk, eğitim, iktisat vs.) dinden bağımsızlaştırmıştır. Bu tür bir anlayış ve uygulama “sekülarizm” olarak ifade edilmelidir. Sekülarizm, laiklik ve sekülerleşme gibi kavramdan farklı olarak devlet eliyle toplumsal kurumları ve dolayısıyla toplumu seküler kılma ideolojisi ve uygulamasıdır. Bu anlamda Türk devleti, laik değil sekülaristtir.

Sekülerleşme, laikliğe kıyasla toplumsal bir hadisedir ve toplumun dinden bağımsızlaşmasıdır. Sekülerleşme, sosyoloji literatüründe daha geniş bir kavram olan modernleşme (çağdaşlaşma) olgusunun bir alt süreci olarak bilinir. Sosyolog Niyazi Berkes İngilizce yayınladığı “Sekularism in Turkey” adlı eserini Türkçeye “Türkiye’de Çağdaşlaşma” olarak çevirmesi boşuna değildir. Ona göre çağdaşlaşmanın özü sekülerleşmedir. Çağdaşlaşan ya da modernleşen toplumlar seküler olurlar, ama bu Batı’da tarihsel ve toplumsal bir süreç olarak cereyan etmiştir. Bizde ise devlet eliyle bir toplum sekülerleştirilmiştir.

Bugünkü sekülerleşme tartışmalarını bu tarihsel arkaplandan bağımsız olarak ele alamayız. Eğer bugün, çokça şikâyet edildiği gibi Türkiye toplumu dinden uzaklaşmışsa ya da toplumsal çürüme yaşıyorsa bu sadece muhafazakâr iktidarın uygulamalarıyla sınırlı bir durum değildir. Kötü temsiller ve uygulamalar, öteden beri devam eden süreci sadece hızlandırmıştır. Çünkü Cumhuriyet tarihi boyunca din, “akide ve ritüeller”den ibaret kabul edilmiştir. Yukardan aşağı sekülerleştirme çabalarına karşı Müslümanlar sadece iki sembolü koruma noktasında direnç göstermiştir. Bunlardan biri ezan, diğeri de başörtüsüdür. Bilindiği üzere 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Riyaseti, “fetva mahiyetinde” 636 sayılı yeni bir genelge yayınlamış, Atatürk’e atfen yayınlanan bu genelgeyle, Arapça ezan ve kametin okunması yasaklanmıştır. O tarihten itibaren Türkiye’de tüm camilerde ezan Türkçe okunmaya başlanmıştır. Tepkiyle karşılanan bu uygulama 1950 Türkiye genel seçimleri sonrasında, Demokrat Parti’nin meclis çalışmalarıyla yürürlükten kaldırılmıştır. Başörtüsünün yasaklanması yetmişli yıllarda gündeme gelmiş ve bu yasağın yürürlükten kaldırılması için ise uzun bir mücadele gerekmiştir.

Bugün Türkiyeli bir Müslüman için din, kişisel ve sadece inanç ve ritüeller bazında yaşanan bir olaydır. Bize buna “ritüalistik din” diyebiliriz. Bu dinin ne ahlakı ne de hukuku vardır. Ahlakı da hukuku da belirleyen şey dünyeviliktir, yani sekülerliktir. Sözgelimi iş ve ticaret ahlakını belirleyen şey piyasa, eğitim ve terbiye ahlakını belirleyen şey başarı, kamusal ahlakı belirleyen şey ise gündelik hayat ve (sosyal) medyadır. Hiç kimsenin bugünkü Türkiye insanının ahlaksız ve hukuksuz olmasını İslam’a yüklemeye hakkı yoktur. “Türk İslamı” denilen şey, demin vasıflarını betimlemeye çalıştığımız “ritüalistik ve sembolik din”dir. Yine muhafazakârların izledikleri politikaları hiç kimse İslamcılara yüklemeye hakkı yoktur, çünkü İslamcılar bugün iktidarda değil, muhalefettedir.

Özerlersek; Türkiye toplumunda cari olan “dinden bağımsızlaşma” olayı, yani toplumsal sekülerleşme bir sonuçtur ve bu sonucu yaratan sekülarizm ve sekülarist politikalardır. Sekülerleşme modernleşmenin bir yüzüdür, ama önemli bir yüzüdür. Modernleşen toplumlar şöyle veya böyle seküler olmak zorundadırlar. Bundan sonraki yazılarımızda modernleşme ve sekülerleşme ilişkilerine daha geniş olarak değinmeye çalışacağız.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

2 thoughts on “Kadir Canatan Yazdı: Neden Sekülerleşiyoruz?

  1. “Bu dinin ne ahlakı ne de hukuku vardır. Ahlakı da hukuku da belirleyen şey dünyeviliktir, yani sekülürlüktür.”
    Böyle bir DİN dünyeviliktir. Ezan, olur da olmaz da!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir