Kadir Canatan Yazdı: Sömürgeciliğin Ürettiği Mitler

18.02.2024

Sömürgecilik, 15. yüzyıldaki Avrupa keşifleriyle birlikte başlayan bir süreçtir. Bu dönem, Avrupalı ​​güçlerin dünyanın diğer bölgelerine, özellikle de Afrika, Asya ve Amerika’ya yayılmasıyla belirlenmiştir. Keşif yolculukları, Asya’ya giden yeni ticaret yollarının aranması ve değerli hammaddelerin transferi gibi ekonomik nedenler de dahil olmak üzere çeşitli faktörler tarafından yönlendirilmiştir. Ayrıca Hıristiyanlığın yayılmasında, Avrupa ülkelerinin siyasi etki ve gücünün artmasında dini ve siyasi saikler de rol oynamıştır.

Bu keşif yolculukları sonunda Avrupa kolonilerinin ve dünya çapında ticaret merkezlerinin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Sömürgeci güçler sıklıkla işgal altındaki bölgelerdeki yerli halklara egemen olmakla kalmamış, onların emeğini ve bu bölgelerin doğal kaynaklarını kendi menfaatleri doğrultusunda sömürmüşlerdir. Sömürgeciliğin, sömürgeleştirilmiş bölgelerin insanları, ekonomileri ve kültürleri üzerinde derin ve uzun süreli etkileri olmuş ve bunun mirası bugün bile dünyanın birçok yerinde hala hissedilmektedir.

Modern sömürgeciliğin kendine özgü hikayeler ve mitlerin oluşturma, bunları yayma ve yorumlama biçimi üzerinde derin bir etkisi olmuştur. Bu mitlerin birçoğu sömürgecilerin genişleme, hakimiyet ve sömürü yapabilmesinin gerekçesi olarak hizmet etmiştir. İşte sömürgeciliğin doğurduğu mitlerden bazıları şunlardır:

 

Beyaz Irkın Üstünlüğü Efsanesi

Bu efsane, Avrupalı ​​halkların, özellikle de beyaz Avrupalıların diğer ırk ve kültürlerden üstün olduğunu ileri sürmektedir. Sömürgeci güçlerin algılanan üstünlüğü aracılığıyla sömürge yönetimi ve emperyalizm meşrulaştırılmıştır. Bu inanç; ırkçılığı, köleciliği ve Avrupalı ​​olmayan toplumların Avrupa egemenliği yoluyla “medenileştirilmesi” gerektiği fikrini temellendirmiş ve aklamıştır.

Bu efsanenin sıklıkla ampirik kanıtlarla ve ırkçılığa maruz kalmış kişilerin deneyimleriyle çürütüldüğünü belirtmek önemlidir. Çünkü ırkçılık, kölecilik ve sömürgecilik hem Avrupa’nın kendi ürettiği ve topraklarında uyguladığı ilke ve değerlerle bağdaşmıyor hem de insanlığın ortak sağduyu ve ideallerine sığmıyordu. Sömürgecilik boyunca işlenen vahşetleri aklayanlar olduğu gibi bunları eleştirenler de olmuştur. Sömürgecilik üstün bir ırkın değil, teknolojik ve siyasi bakımdan güçlü olan bir ırkın egemenliğine dayanmıştır.

“Soylu Vahşi” Miti

Beyaz ırkın üstünlüğü efsanesinin ters yüzünü, sömürgeleştirilen haklarla ilgili olarak yaratılan “Soylu Vahşi” miti oluşturmaktadır. Bu efsane, sömürgeleştirilmiş bölgelerdeki yerli halkları masum, basit ve doğaya yakın olarak sunmaktadır. Buradaki fikir, onların kendi ‘vahşi’ yaşam tarzlarından Avrupa medeniyeti ve Hıristiyanlık tarafından kurtarılmaları gerektiğiydi. Bu efsane, sömürgeci güçlerin yerli halkları yükseltmek için bir “uygarlaştırma misyonuna” sahip olduğu imajını yaratarak, sömürgeciliğin meşrulaştırılmasına hizmet etmiştir.

Tarihinin başlarında antropoloji, ilkel toplumları genellikle Avrupa-merkezli ve evrimsel bir bakış açısıyla sunmuş, onları insan gelişiminin “ilkel” aşamalarında olarak görmüş ve Batılı toplumlar bu evrimin son noktası olarak tanımlanmıştır. Bu görüş, “kültürel evrim” ve “sosyal Darwinizm” gibi kavramlara da yansımıştır.

Bazı antropologlar ilkel toplumları basit, geri veya Batı toplumlarından daha aşağı olarak tanımladılar. Onlar, çoğunlukla avcı-toplayıcı veya tarım toplulukları olarak nitelendirildiler ve teknolojik ilerleme, siyasi örgütlenme ve sosyal karmaşıklık konusunda algılanan eksikliklerini vurguladılar. İlkel toplumların bu ilk temsilleri, genellikle yüzeysel gözlemlere ve stereotiplere dayanıyordu ve incelenen kültürlerin karmaşıklığını ve çeşitliliğini göz ardı ediyordu. Dahası, yerli halklar sıklıkla egzotik veya “öteki” olarak tasvir ediliyordu, bu da onların aşağı veya geri kalmış imajına katkıda bulunuyordu.

Zamanla antropoloji gelişti ve antropologlar ilkel toplumların incelenmesinde daha saygılı ve kapsayıcı bir yaklaşımı benimsediler. Çağdaş antropologlar, farklı kültürel bakış açılarının değerinin farkındadır ve yerli toplulukların seslerini duyurmak ve kültürel uygulamalarına saygı göstermek için onlarla birlikte çalışmaktadırlar. Bu yaklaşım, ilkel toplumların, Batı toplumları kadar değerli, dinamik ve karmaşık varlıklar olarak daha derin anlaşılmasına yol açmıştır.

 

“Bakir Toprak” Efsanesi

Bu efsane, sömürgeci güçlerin geliştirilmeye ve sömürülmeye hazır ‘bakir’ veya gelişmemiş bir toprağa ulaştığı fikrini ileri sürüyordu. Bu fikir, bu bölgelerin yüzyıllardır çoğunlukla yerli halklar tarafından mesken tutulduğu ve geliştirildiği gerçeğini tamamen göz ardı ediyordu. Sömürgeleştirilen toprakların henüz ‘kullanılmadığını’ ve dolayısıyla yabancı güçlerin sömürüsüne açık olduğunu öne sürerek sömürgeleştirmeyi meşrulaştırdılar.

Avrupalı ​​kaşifler ve yerleşimciler, bu bölgelerde binlerce yıldır yerli halkların yaşadığı gerçeğine rağmen, karşılaştıkları toprakları genellikle boş ve ıssız olarak görüyorlardı. Bu ‘bakir toprak’ fikri, yerli halkın haklarına veya çıkarlarına bakılmaksızın toprağı talep edebileceklerine ve sömürebileceklerine inandıkları için Avrupalılar tarafından sömürgeleştirmeyi ve toprak gaspını haklı çıkardılar.

‘Bakire Toprak’ efsanesi, sömürgeci güçler tarafından yerli halkı inkâr etmek ve toprak üzerindeki iddialarını görmezden gelmek için kullanılan Latince ‘sahipsiz toprak’ anlamına gelen “terra nullius” fikriyle yakından bağlantılıydı. Bu, yerli toprakların kitlesel olarak mülksüzleştirilmesine, zorunlu göçe ve yerli halklar ile yerleşimciler arasında şiddetli çatışmalara yol açmıştır.

Gerçekte sömürgeleştirilen ülkeler yüzyıllardır bir halkın yerleşim yeriydi ve kendilerine ait karmaşık toplumları, kültürleri ve siyasi sistemleri vardı. Bu nedenle ‘Bakir Toprak’ efsanesi, sömürgeci güçlerin tarihi nasıl yeniden yazdıklarının ve yerli halkların kendi yayılma ve hakimiyet gündemlerini meşrulaştırma haklarını nasıl görmezden geldiklerinin çarpıcı bir örneğidir.

Modern zamanlarda, uluslararası yasalar, bağımsızlık hareketleri ve değişen jeopolitik dinamikler nedeniyle sömürge uygulamaları ve toprak iddiaları büyük ölçüde azalmıştır. Ancak, sömürge miraslarından ve bazen belirli alanlarla tarihi bağları olan ülkeler tarafından ileri sürülen toprak iddialarından kaynaklanan bazı bölgesel anlaşmazlıklar ve gerilimler bulunmaktadır. Bu tür anlaşmazlıkların örnekleri Batı Sahra, Falkland Adaları ve Tayvan’dır.

Bu anlaşmazlıkların genellikle karmaşık olduğunu ve tarihi, jeopolitik, ekonomik ve kültürel faktörlerin birleşiminden kaynaklandığını belirtmek önemlidir. Çoğu ülke ve uluslararası kuruluş, bu tür anlaşmazlıkların diplomatik yollardan, tahkimden veya uluslararası adli işlemlerden geçerek barışçıl çözümünü aramaktadır.

 

“Böl ve Fethet” Efsanesi

Sömürgeci güçler genellikle yapay sınırlar çizerek, farklı etnik grupları birbirine düşürerek ve kontrolü sürdürmek için mevcut sosyal yapıları manipüle ederek böl ve yönet politikasını uygulamışlardır. Bu taktik etnik ve sosyal gerilimleri daha da artırmış ve çoğu zaman eski kolonileri günümüze kadar etkilemiştir.

Bu efsane geçmişte olup bitmiş bir şey değil, hala Batı karşısında zayıf olan toplumların zihniyetinde önemli bir rol oynamaktadır. Kuzey Afrikalı düşünür Malik bin Nebi, “sömürge olmaya meyilli” toplumlardan söz etmektedir. Sömürgecilik etkisiyle Kuzey Afrika’da yaşayan halklar derin bir aşağılık kompleksine düşmüşler ve kendilerinin aktif bir özne olabileceklerine inanmamaktadır. Malik bin Nebi’nin bu teorisi, kolonyalizmin kökenlerini ve neden Avrupalıların diğer toplulukları kolonileştirme eğiliminde olduklarını anlamak için bir çerçeve sunar. Bununla birlikte, bu teori eleştiriye de açıktır ve kolonileşmenin birçok farklı faktörden etkilendiği ve açıklanabileceği kabul edilmelidir.

 

“Dış Güç” Efsanesi

Başka toplumlarda bu efsanenin bir başka şekli “dışgüç” efsanesidir. Bu terim, genellikle bir toplumun veya ülkenin sorunlarını, başarısızlıklarını veya zorluklarını, dış güçlerin kışkırtması veya müdahalesi olarak gösterme eğilimini tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu terim, bir toplumun veya liderliğin kendi iç sorunlarını ele almak yerine dış güçlere atfetme eğilimini eleştirir.

Birçok ülkede, hükümetler veya liderler, ekonomik zorluklar, siyasi istikrarsızlık, toplumsal çatışmalar veya diğer iç sorunlar karşısında, dış güçleri suçlayarak sorumluluktan kaçınma eğilimindedirler. Bu, iç politikada bir kılıf olarak kullanılabilir ve dikkati ülkenin iç dinamiklerinden uzaklaştırabilir.

Ancak gerçeklikte, dış güçlerin müdahalesi bazen gerçek de olabilir. Örneğin, bir ülkenin içişlerine dış müdahaleler, özellikle askeri müdahaleler veya yabancı bir ülkenin iç politikayı etkilemek için finansal, diplomatik veya istihbarat operasyonları gibi faaliyetler yoluyla gerçekleşebilir. Ancak, “dışgüç efsanesi” terimi genellikle, iç sorunları dış güçlerin manipülasyonuna atfetme eğilimini eleştirmek için kullanılır.

Bu tür bir efsane, iç sorunların gerçek nedenlerini ele almaktan ziyade sorumluluğu dış güçlere atfetme eğiliminde olan liderlerin veya rejimlerin, demokrasi, insan hakları ve kalkınma gibi değerler açısından ciddi bir sorun teşkil edebilir.  

 

“Beyaz Adamın Sonu” Efsanesi

Bu efsane, bazı sosyal ve politik çevrelerde öne sürülen ve Batı toplumunda beyaz erkeklerin geleneksel hakimiyetinin ve ayrıcalığının azaldığını, hatta sona erdiğini öne süren bir fikre gönderme yapmaktadır. Bu fikir genellikle sosyal değişim, demografik değişimler, çeşitlilik ve eşitliğin yükselişi hakkındaki tartışmalarda kullanılır.

Kavram, çoğu toplumda güç ilişkilerinin gerçekliğini ve beyaz erkeklere verilen ayrıcalıkların devam etmesini küçümsediği için sıklıkla eleştiriliyor. Çeşitlilik ve eşitlik açısından değişiklikler kesinlikle yaşanırken, beyaz erkekler genellikle ekonomik, politik ve kültürel güç pozisyonlarında aşırı temsil edilmeye devam ediyor.

“Beyaz adamın sonu” fikrini eleştirenler, beyaz adamların hâlâ önemli ayrıcalıklara sahip olduğunu ve toplumdaki değişimlerin belirli bir grubun ortadan kalkması yerine kapsayıcılık ve eşitliğin genişletilmesi ve derinleştirilmesi anlamına gelmesi gerektiğine işaret ediyor. Ayrıca yapısal eşitsizliklere ve ırk, cinsiyet ve diğer faktörlere dayalı ayrımcılığa odaklanmaya ve bunları ele almak için çalışmaya devam etmenin önemini de vurguluyorlar.

Kısacası, “beyaz adamın sonu” hakkındaki tartışmalar modern toplumun karmaşık ve değişen doğasını yansıtırken, toplumdaki farklı grupları hâlâ etkileyen güç dinamikleri ve ayrıcalıklara eleştirel bir gözle bakmaya devam etmek önemlidir.

 

Özetlersek; yukarıda ele aldığımız mitlerin yalnızca tarihi yapılar olmadığını, aynı zamanda sömürgecilik sonrası toplumların kendilerini ve tarihlerini anlama biçimlerini de etkilediğini belirtmek önemlidir. Bu mitleri yeniden yapılandırmak ve tanımak, sömürgeciliğin etkisinin ve sömürgecilik sonrası zorluklara karşı devam eden mücadelenin daha kapsamlı anlaşılması için çok önemlidir. Çünkü hala Avrupa’da ve dünyada sömürgecilerin ürettiği mitlere inanan insanlar bulunmaktadır. Bu mitler, ayrıca çağdaş ayrımcılık ve yabancı düşmanlığına da etki etmektedir.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir