Kadir Canatan Yazdı: Toplumsal Sorunların Çözümünde Yeni Bir Yaklaşım

07.02.2022

Geçen hafta Türkiye’de toplumsal sorunların çözümünde önerilen kurumsal yaklaşımları ele almıştık. Kurumsal yaklaşımların en zayıf noktası, tek bir kurum üzerinden toplumsal sorunları çözmek istemeleridir. Çağımızda toplumsal sorunlar oldukça kompleks olduğu için kapsayıcı yaklaşım ve yöntemleri gerektirmektedir. Bir “üst-sistemsel yaklaşım”dan bahsetmiştik. Bu yazımızda bununla ne söylemek istediğimizi açmak istiyorum.

Sosyolojide “üst-sistem” kavramı Rus kökenli Amerikalı sosyolog Pitirim Sorokin’e aittir. Onun sosyolojiye en önemli katkısı, bütüncül yaklaşımıdır. Bu husus, onun hem ontolojisini hem de epistemolojisini kapsamaktadır. “Sosyal ve Kültürel Dinamikler” adlı eserinde uzun vadeli değişme ve dalgalanmaları açıklayan bir teori geliştirmiştir. Bu teori üç çıkış noktasına sahiptir. İlk çıkış noktası, toplumsal ya da bireysel düzeyin karşısında kültür değişkenine tanınan önceliktir. Ona göre belirli fikir sistemlerindeki dalgalanmalar sosyal yapıda meydana gelen değişmelerin değil, kültürel sistemde meydana gelen değişmelerin bir sonucudur.

Dünya kültüründe ve özellikle Batı’da gerçeklik hakkında iki temel düşünce bulunmaktadır ve bu gerçeklik düşüncesi, kültür üst sistemlerini oluşturmaktadır. Kültürler arasındaki farklılıklar, gerçeklik hakkındaki düşüncelerle ilgilidir. İnsanlık, “Doğru, sonul gerçeklik-değerlerinin niteliği nedir?” sorusuna iki temel cevap vermiştir:

  • Sonul, doğru gerçeklik değeri duyumcul (sensate)dur. Yani dünya, duyumlarımızdan ibarettir. Bunun dışında bir dünya yoktur. Açıktır ki, bu varsayım üzerine oturmuş bir kültür materyalist bir kültürdür. Çağdaş hâkim kültürün böyle bir kültür olduğunu söyleyebiliriz.
  • Sonul, doğru gerçeklik değeri düşünsel (ideational)dir. Başka bir deyişle gerçeklik değeri duyum ve akıl üstüdür. Hakiki gerçeklik (Tanrı, Brahma, Tao, vs.) karşısında duyumcul gerçekliğin gölge-varlık olmaktan başka çaresi yoktur. Uzak-doğu Asya kültürleri, düşünsel kültür kapsamında değerlendirilebilir.

Bu iki fikir, Sorokin’e göre saf şekliyle hiçbir kültürde bulunmaz, gerçek dünyada her zaman bu ikisinin bir karşımı söz konusudur. Toplumda bir kesim duyumcul kültüre sahipken, diğer bir kesim de düşünsel kültüre sahiptir. Ama bu kültürel üst sistemlerden biri dominant hale geldiğinde, o kültürü duyumcul ya da düşünsel üst sistem olarak adlandırmak mümkündür.

Temelde iki gerçeklik görüşü olmasına rağmen Sorokin, bazı durumlarda bu iki kültürün dengeli bir bileşimine de rastlanabildiğini belirtmekte ve bunu idealist/ülkücü (idealistic) kültürel üst sistem olarak adlandırmaktadır. Bu üst sistem, sonul gerçeklik değeri hakkındaki soruya şu cevabı verir: Sonul, doğru gerçeklik değeri, bütün farklılaşmaları içinde taşıyan ve hem niteliksel hem de niceliksel bakımlardan sonsuz olan Çok-katlı Sonsuzluktur. Sonlu insan zihni bunu kavrayamaz ya da yeterli bir biçimde tanımlayamaz yahut betimlemeyemez. Çok-katlı Sonsuzluk sözlerle anlatılamaz ve açıklanamaz. Ancak pek uzaktan bir yaklaştırma ile başlıca üç yanı olduğunu ayırt edebiliriz: Akılcı ya da mantıklı, duyumsal, akıl-duyum üstü. İçinde uyumlu bir biçimde birleşmiş olan bu yanlardan üçü de gerçektir; akıl-üstü-duyum-üstü, akılcı, duyumsal değerleri de gerçektir.

Böylelikle Sorokin doğru gerçeklik değeri hakkında üç tip kültürel üst sisteme ulaşmaktadır. İlk ikisi indirgemeci ve tek boyutlu bir gerçeklik görüşüne sahip, üçüncüsü ise holistik ve çok katmanlı bir gerçeklik görüşünden hareket etmektedir. Toplumsal sorunların çözümü noktasında bu üst sistemlerin anlamı nedir? Duyumcul ve materyalist kültürel sistem toplumsal yaşamın temelinin maddi ve ekonomik bir temel olduğunda ısrar eder. Eğer insanların maddi ve ekonomik sorunlarını çözerseniz, diğer sorunlarını da çözmüş olursunuz. Biraz basitleştirirsek ve güncel bir örnek verirsek, eğer insanların yılda kişi başına düşen milli gelirlerini 50-60 bin dolara yükseltirseniz, onların sorunlarını da çözmüş olursunuz. Ya da daha makro bir yaklaşımla ekonomik büyümeyi sağlar ve adil bir dağıtım yaparsanız, toplumsal sorunlarla da isabetli bir biçimde mücadele edersiniz.

Duyumcul ve materyalist kültürün zıddına, düşünsel kültür insanın fikirlerini değiştirmekle işe başlar. Mesela Buda, öğrencilerinden birinin “Nasıl mutlu olunur?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Bizi mutsuz kılan arzulardır, eğer arzularınızdan vazgeçerseniz mutlu olursunuz.” Demek ki mutluluk, “sahip olmak”la değil, “olmak”la alakalı bir durumdur. Buda, bu görüşe kendi gözlemleriyle ulaşmıştır. Kendisi sarayda aristokrat bir hayat yaşarken, zaman zaman atıyla kırsal kesimi dolaşmaya çıkmış ve köylülerin çaresizliğine şahit olmuştur. Bir tarafta sarayda varlıklı insanlar var, diğer tarafta ise yoksul köylüler var. Ama her iki kesim de mutsuzdur. “O halde” der, “mutluluk maddi ve ekonomik statüyle ilgili değildir.”

Hem duyumcul hem de düşünsel gerçeklik görüşü ampirik olarak yanlışlanmaya müsaittir. Avrupa İkinci Dünya Savaşı’ndan çıktıktan sonra ekonomik hayatı inşa etmeye ve büyümeye başlamıştır, bunu önemli oranda da başarmıştır. Sosyal liberalizmin icadı olan Refah Devleti, herkese asgari bir yaşam standardı sağlamıştır. Ama ekonomik sorunların çözülmesiyle Avrupa’da başka sorunlar baş göstermiştir. Uyuşturucu, alkolizm, intihar, ensest, yalnızlık, ailenin çözülmesi, boşanmalar, ev içi şiddet vs. pek çok sorun ekonomik refahla birlikte gelmiştir. Yetmişli yıllardan beri yapılan Dünya Değerler Araştırması materyalist değerlerin yerine post-materyalist değerlerin geçmekte olduğunu göstermiştir. Post-materyalist değerler terimi, siyaset bilimci Ronald Inglehart’ın 1977 tarihli “The Silent Revolution” (Sessiz Devrim) adlı kitabıyla popüler hale gelmiştir. Bu terimle o savaş sonrası nesiller tarafından deneyimlenen biçimlendirici zenginliğin bazılarını, sözgelimi maddi güvenliklerini doğal kabul etmeye ve bunun yerine kendini ifade etme, özerklik, ifade özgürlüğü, cinsiyet eşitliği ve çevrecilik gibi maddi olmayan değerlere daha büyük önem vermeye yönlendirdiğini anlatmaktadır. Inglehart, artan refahla birlikte, bu tür postmateryalist değerlerin, nesiller arası yer değiştirme süreci yoluyla ileri sanayi toplumlarında da kademeli olarak artacağını savunmuştur.

Pek çok Asya, Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde kol gezen yoksulluk, açlık, sefalet ve şiddetin de insanları mutsuz kıldığı açıktır. Bu insanlara Budist rahiplerin ya da Müslüman vaizlerin “İyi insan olmak için daha fazla meditasyon yapın veya mutlu olmak için Allah’a şükredin ve ibadet edin” tarzındaki telkinleri pek fayda etmemektedir. En temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan uzak olan bu insanların hayatlarında anlamlı bir değişim yapmak istiyorsanız, önce güvenli bir barınak, karınlarını doyuracak kadar bir gıda ve iyi bir eğitim vermek zorundasınız.

Bu arada Dünya Değerler Araştırması’nın para-mutluluk ilişkisine dair bir bulgusunu da paylaşayım. İyi gelir gruplarında olan insanlar kendilerini daha mutlu, düşük gelir gruplarında olan insanlar ise kendilerini daha mutsuz hissediyorlar. Bu salt gelir ve paranın insanı mutlu ettiğini göstermiyor, ama bunlar mutluluk için olmazsa olmaz şartlar arasında yer alıyor.

İdealist kültürel sistemin önerdiği çözüm nedir? İdealist kültürel sistem gerçekliği çoklu katmanlar halinde değerlendirdiği için hayata daha bütüncül bir bakış sunuyor. Sözgelimi insanları mutlu etmek istiyorsanız, önce insanları mutlu eden etkenleri açığa çıkarmak, sonra da bu alanlar da iyileştirmeler yapmalısınız. Her kültürel üst-sistem kendi yaklaşımına uygun olarak bir yöntem de önermektedir. İdealist kültürel sistemin toplumsal sorunları çözmede önerdiği yöntem, çok disiplinli yaklaşımdır. Sözgelimi konut ve şehircilik alanında insanları hoşnut kılmak istiyorsanız, bu alanı sadece müteahhit, mühendis, planlamacı ve mimarlara bırakamazsınız. Bu disiplinlere ek olarak sosyolog, kültürel antropolog, tarihçi, sosyal-psikolog, siyaset bilimci ve hatta psikiyatristlere de yer vermelisiniz. Kültürel antropoloji eğitimi yaptığım yıllarda bir hocam, Latin Amerika’da bir inşaat şirketinde kültürel antropolog olarak görev yaptığını anlatmıştı. “Bir toplumun kültürünü ve tarihini bilmeden, o toplumun memnun olacağı konutları ve şehirleri inşa edemezsiniz” derdi.

Toplumsal sorunların çözümüyle ilgili olarak daha somut bir şey söylemek istersek, diyelim ki ev-içi şiddeti çözmek istiyorsanız, bu soruna her biri kendi perspektifinden katkı sunacak “Çok disiplinli Tavsiye Kurulu” oluşturup bu kurulun vereceği tavsiyeleri siyasal alanda değerlendirmelisiniz. Politikaların ayaküstü ve tek yanlı yaklaşımlarla üretildiği bir ülkede toplumsal sorunları çözmek mümkün değildir. Ya da danışmanların yöneticilerinin çantasını taşıdığı, gideceği yere önceden gidip yer kaptığı ve onların seyahatlerini organize ettiği bir ülkede de sorunları çözmek imkânsızdır!

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.