Kadir Canatan Yazdı: Ümmet Fikrinin Önündeki Engeller (V)

09.10.2024

Bir süreden beri yazdığımız ümmet fikrinin önündeki engellerin sonuncusu olan ideolojik ve rejimsel engelleri bu hafta ele almak istiyoruz. Açıktır ki bu engeller toplumsal değil siyasidir ve ülkelerin ideolojik eğilimleri ve rejim tipleriyle ilgilidir. Halkı Müslüman olan ülkelerin rejimleri, çeşitli faktörlere ve yönetim biçimlerine göre farklı kategorilerde değerlendirilebilir. Bu ülkelerdeki rejimler, genellikle dinin devletle ilişkisi, siyasi yapılar ve özgürlükler açısından farklılık gösterir.

Halkı Müslüman olan ülkelerin rejimleri, farklı tarihî ve kültürel geçmişler, sosyal yapılar ve dış etmenlere göre çeşitlenmiştir. İslam’ın devletle ilişkisi, bu rejimlerin temel ayırıcı faktörlerinden biridir. Rejimler, genellikle demokratik, otoriter, monarşik, sosyalist ya da karma olmak üzere gruplandırılabilir. Bu gruplar arasında sınırlar kesin olmamakla birlikte, her ülkenin kendine özgü siyasi ve dini dinamikleri bulunmaktadır.

1) Monarşiler (Emirlik ve Krallıklar)

Geleneksel olarak bazı halkı Müslüman ülkelerde monarşiler hâkimdir. Bu monarşilerde genellikle hükümdar, mutlak yetkilere sahip olup, ancak bazıları sınırlı anayasal monarşi olarak işlev görmektedir. Din, çoğunlukla devlet işlerinde belirleyici bir rol oynar. Tipik örneklerinden biri olan Suudi Arabistan mutlak monarşi ve şeriat kurallarına dayalı bir ülkedir. Son yıllarda ılımlı bir İslam politikasına doğru açılımlar yaptığını dünyaya duyurmuştur. Bir diğer örnek Birleşik Arap Emirlikleri, anayasaya dayalı monarşi, dini ve kültürel öğelerin ön planda olduğu bir ülkedir. Ayrıca Ürdün, anayasaya dayalı monarşiye sahip olup siyasi özgürlüklerin sınırlı olduğu bir ülkedir.

2) Demokratik Rejimler (Laik veya Dinî Vurgulu Demokratik Sistemler)

İlk gruptaki ülkelerin zıddına demokratik rejimlere sahip olan ülkeler, modern sistemlerden çok fazla etkilenmiş olup kendi geçmişlerine sırtını dönüşlerdir. Bu ülkelerde demokratik seçimler ve halkın iradesi, devlet yönetiminde önemli rol oynamaktadır. Din, devlet işlerinden tamamen ya da kısmen ayrılmış, ancak İslam’ın toplumsal hayatta belirli bir rolü devam etmektedir. Demokrasi, görünüşte özgürlükçü ve çoğulcu yapıdadır. Bu grup ülkelere Türkiye, Endonezya ve Cezayir örnek verilebilir. Türkiye, laik-parlamenter bir cumhuriyet olup, seçimle işbaşına gelmiş hükümetle idare edilmektedir. Endonezya kendini İslam’a dayalı olmayan, demokratik bir yönetim olarak tanıtmaktadır. Cezayir ise demokrasiye dayalı, ancak bazı dini unsurların da etkisi altındaki bir sisteme sahiptir.

3) Otoriter ve Despotik Rejimler

Bu ülkelerde siyasi özgürlükler ve demokrasi sınırlıdır. Rejimler genellikle tek parti ya da tek liderin yönetiminde olup, dini faktörler devlet yönetiminde ideolojik bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu rejimlerde, halkın siyasi katılımı sınırlıdır ve seçimler genellikle göstermeliktir. Tipik örneklerine Mısır ve Suriye’de rastlamaktayız. Mısır, askeri yönetimin hâkim olduğu, zaman zaman seçimler olsa da siyasi baskı ve sınırlı özgürlüklerin olduğu bir ülkedir. Suriye uzun zaman askeri yönetim olarak Esad ailesinin hakimiyetinde varlığını sürdürmektedir.

4) Sosyalist ve Seküler Rejimler

Bazı Müslüman ülkelerde sosyalist veya seküler ideolojilere dayalı yönetimler bulunmaktadır. Bu ülkelerde din, genellikle devlet işlerinden ayrılmıştır. Sosyalist rejimlerde, İslam genellikle özel alanla sınırlı bir varlık gösterir ve devlet işlerine müdahale etmez. Örnek ülkeler olarak seküler ve otoriter bir yönetime sahip olan Türkmenistan ile laik, ancak otoriter eğilimler gösteren bir hükümetin varolduğu Kazakistan verilebilir.

5) İslamî Rejimler (Teokratik veya İslami Hukuka Dayalı Sistemler)

Bu rejimler, devlet yönetiminde İslam hukukunu (şeriat) temel alınır ve din ile devlet arasında yakın ilişkiler vardır. İslami kurallar, hukukun ve yönetimin temel dayanağı olarak kabul edilir. Bu rejimler, demokratik olsalar da, İslam’ın temel kurallarına aykırı bir durumun yaşanmasına müsaade etmezler. Bu rejimlere örnek olarak evvela akla İslami bir devrimle kurulmuş olan İran İslam Cumhuriyeti gelmektedir. Ancak Pakistan, çok daha erken bir zamanda kendini bir İslam Cumhuriyeti olarak ortaya koymuştur, fakat burada demokratik seçimler olsa da ordunun etkisi fazladır. Son yıllarda Taliban’ın iş başına gelmesiyle kendini, şeriatla yönetilen bir ülke olarak Afganistan da bu rejim kategorisine girmiştir.

Halkı Müslüman olan ülkelerin farklı rejimlere sahip olması ve tarihsel oluşumları bu ülkeleri ve toplumları birbirinden uzak tutmaktadır. Çünkü bu ülkeler birbirlerine güven duymadıkları gibi başka rejimlerden de etkilenmek ve onların güdümüne girmek istememektedirler. Sözgelimi laik rejimler dini rejimlerin etkisinden ve yine tersi, dini rejimler laik-demokratik ve sosyalist rejimlerin etkisinden korkmaktadırlar. Sözgelimi Türkiye laik ve demokratik yapısıyla bazı ülkelere model oluştururken, bazı ülkelerden de tedirgin olmaktadır. İslami partilerin iktidara gelme ihtimalinin olduğu zamanlarda ülkenin bazen “İran” bazen de “Malezya” olabileceği ileri sürülmektedir. Monarşik rejimler, hem demokratik örneklerden hem de sosyalist örneklerden korkmaktadırlar.

Rejimsel farklılıklara rağmen Halkı Müslüman olan ülkeler, farklı alanlarda işbirlikleri oluşturmuşlardır. Bu işbirlikleri, siyasi dayanışma, ekonomik kalkınma, kültürel işbirliği ve eğitim alanlarında yoğunlaşmakta olup, halkı Müslüman ülkeler arasındaki bağları kuvvetlendirmeyi amaçlamaktadırlar. Bunlar içinde İslam İşbirliği Teşkilatı gibi geniş çerçeveli organizasyonlar, bu ülkeler arasında çok çeşitli konularda ortak bir tutum sergileyerek güçlü bir uluslararası etki yaratmayı hedeflemektedir. D-8 (Gelişmekte Olan Sekiz halkı Müslüman Ülke), Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve İslam Kalkınma Bankası (İKB) gibi daha dar alanlarda mali ve ekonomik işbirlikleri bulunmaktadır. Ayrıca İslam Dünyası Gençlik Forumu ve Organizasyon of the Islamic World Educational, Scientific and Cultural Organization (ICESCO) gibi sosyal ve kültürel örgütler de kurulmuştur.

Halkı Müslüman olan ülkelerin oluşturduğu bu işbirliği örgütlerinin etkileri genellikle zayıf ve sınırlı kalmıştır. Zayıf yönleri genellikle politik çatışmalar, ekonomik eşitsizlikler, farklı gelişmişlik düzeyleri, bağımsızlık sorunları ve siyasi müdahaleler gibi unsurlardan kaynaklanmaktadır. Bu örgütler, üye ülkeler arasında ortak çıkarlar bulmaya çalışsa da, farklılıklar ve dış etmenler nedeniyle çoğu zaman etkin olamamaktadırlar. Sözgelimi en büyük ve geniş oluşum olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kararları genellikle bağlayıcı değildir. Üye ülkeler, çoğunlukla kendi ulusal çıkarlarını önceleyerek İİT’nin kararlarını göz ardı edebilmektedirler. Örneğin, Filistin meselesi gibi kritik konularda bile örgütün üyeleri arasında tutarlı bir politika üretmek mümkün olmamıştır. Son Gazze kıyımı hem dünya genelinde uluslararası kuruluşların hem de halkı Müslüman ülkeler arasındaki kuruluşların işe yaramadığını göstermiştir.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir