16.08.2021
Son iki hafta yabancı düşmanlığının kaynaklarına dair gözlem ve kanaatlerimi yazıyorum. Bu hafta yabancı düşmanlığının siyasal kaynaklarıyla ilgili olarak Türkiye’deki siyasal partilerin tutumlarına dair bir analiz yapmak istiyorum. Evvela Avrupa deneyimine dayalı olarak şunu söylemek isterim: Avrupa’da yabancı düşmanlığının önemli kaynaklarından birisi de siyasettir. Özellikle aşırı sağ, popülist, anti-islamist ve ırkçı olarak nitelenen partiler yabancı ve göçmen düşmanlığı üzerinden siyaset yapmakta ve bu düşmanlığı durmadan körüklemektedirler. Hollanda’da Özgürlük Partisi, Belçika’da Flaman Çıkarı, Fransa’da Nasyonal Cephe gibi partiler salt yabancı düşmanlığı üzerine kurulmuşlardır. Sloganları basit: Kendi halkımıza öncelik vermeliyiz! Eğer yabancı ve göçmen kökenli grupları kendi ülkelerine gönderirsek, kendi halkımızın ekonomik koşulları başta olmak üzere konut, sağlık vb. şartları iyileşecektir.
Bu siyaset Avrupa’da kendine belirli bir toplumsal destek bulmuştur. Daha da kötüsü, yerleşik partiler bile zaman zaman kendi tabanlarından aşırı sağ partilere yönelişi engellemek için popülist bir söylem kullanmaktadırlar. Uzun bir zaman yerleşik partiler aşırı sağ ve ırkçılık karşısında “ortak cephe” oluşturma fikrine sadık kalmışken, bu kutsal uzlaşı 2000li yılların başında önemli oranda bozulmuştur.
Türkiye gözlemlerine geçmeden önce hatırlatmam gereken ikinci bir nokta, “normal” şartlarda siyasal partiler kendilerini “demokrat, hukuk devleti yanlısı, hoşgörülü ve çoğulcu” olarak lanse ederler. Ta ki kimi olgular toplumsal bir tepki yaratana kadar. Demokratik siyaset, toplumsal gelişmelere fazla duyarlıdır. Eğer toplumun sesini dikkate almazsanız, toplumsal desteğinizi yitirirsiniz. Bu nokta çok önemlidir. Partiler toplumsal gelişmeler ile ilkeler arasında bir seçim yapmak zorunda kalırlarsa, işte o zaman gerçek kimliklerini ortaya koyarlar.
Son yılların önemli bir toplumsal olgusu olan göç ve göçmenlik, hem Avrupa’da hem de Türkiye’de partiler için test edici bir olay (testcase) haline gelmiştir. Sadece siyasal partiler için mi? Tüm toplumsal kesimler için ama özellikle de onları temsil eden siyasal partiler için. Siyasal partiler tam da böyle bir zamanda liderlik ve ilkesel tutumlarını ortaya koymak zorundadırlar. Ama ne kadar koyabiliyorlar?
Türkiye ile Avrupa’ya yönelik göç arasında bir fark var. Avrupa ülkeleri 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana sürekli olarak göç alırken, Türkiye 2011 tarihinden itibaren önemli bir göç olayıyla karşı karşıya kalmıştır. Birden milyonlarca Suriyeli kapımıza gelmiş ve Türkiye hem göç ülkesi hem de transit ülke olarak göçmenleri içeri almak zorunda kalmıştır. Kitlesel olması ve kısa sürede gerçekleşmesi açısından Avrupa’ya yönelik göç akımlarından farklıdır. Ama şu da bir gerçek ki, Avrupa, orantısal olarak bizden daha fazla göçmen nüfus barındırmaktadır. Bugün Paris, Londra, Amsterdam ve Berlin gibi Avrupa metropollerinde göçmen oranı yüzde 50’ye varmış ve hatta bazı şehirlerde bu oranı da geçmiştir. Çeşitlilik de işin cabası… Her ülkeden ve kıtadan göçmenler bu şehirlerde yaşamaktadır.
Türkiye, Suriye kaynaklı göç karşısında zorlanırken, bu kez son günlerde Afganistan’dan bir kısım göçmenlerin gelmesi Türkiye insanı ve siyasal partiler için tam bir test edici olaya dönüşmüştür. Böyle bir akım olmadan da zaten göç ve göçmenler karşısında çatlak sesler gelmeye başlamıştı, ama bu kez daha sesli konuşma dönemi başlamıştır. Artık herkes içinde gizlediği korkuları, fikirleri, önyargıları ve ezberleri dışarıya kusuyor! Yani kimin fıtratı ne ise ortaya çıkıyor!
Başından beri muhalefet partileri, göç ve göçmenler karşısında çoğu zaman eleştirel ama bazen de eleştiri ötesine kayan bir düşmanlık ve nefret sergilemişlerdir. Muhalefet partileri deyince de hemen akla İyi Parti ve CHP geliyor. 2019 yılında İyi Partili Fatih Belediye Başkan adayı İlay Aksoy, “Fatih’i Suriye’lilere teslim etmeyeceğim” diye pankart açıyor. Bunun üzerine pankartları belediye çalışanları indiriyor ve Suriye Dostluk Derneği tarafından Aksoy hakkında “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçundan suç duyurusunda bulunuluyor. Parti toplumdan gelen tepkilere karşı Aksoy’u kınamak yerine ona tam destek veriyor. O zaman İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı olan Ümit Özdağ, İlay Aksoy’un indirilen afiş ve pankartları için, “Korkaklar halkın sandıktaki tepkisinden çekindiler” yorumunu yapıyor.
Daha sonra partisinden ayrılsa da, Ümit Özdağ göç ve göçmenler konusunda tartışma yapan kişilerin başında geliyor. Ne zaman göç politikalarını ne zaman göçmenleri eleştirdiği belirsiz. Sıkıştığında hemen “Ben hükümetin göç politikasını eleştiriyorum” deyip kenara çekiliyor. Ancak kamuoyuna yansımış öyle açıklamaları var ki, bu açıklamalar çoktan Özdağ’ın maskesini düşürmüştür. Kendini “Türk Milleti’nin Vekili” olarak takdim eden Özdağ, kamuoyuna yaptığı açıklamalarda abartılı rakamlar vererek bir uyarı yapmaktadır. İddiasına göre Türkiye’de 11 milyon sığınmacı yaşamaktadır. Gerçekte resmiyette böyle bir rakam yok. Avrupa’ya geçenleri de hesaplasak belki böyle bir rakama ulaşabiliriz. Öte taraftan Türkiye’nin 2019 sonuna kadar Suriyeli göçmenler için 58.2 Milyar Dolar harcadığını beyan etmektedir.
Tüm bu abartılı rakamlarla Özdağ nereye varmak istemektedir, bizim için önemli olan bu. Ya değilse rakamlar kendi başına bir şey söylemezler. Basın mensuplarına karşı yapmış olduğu açıklamalar onun nereye varmak istediğini yeterince açıklıyor. Özdağ göçün sonuçları hakkında şöyle demektedir: “Suriyelilerin Türkiye için oluşturdukları yük sadece demografik ve ekonomik değil başka hususlarda da tehdit oluşturmaktadır. Türkiye’de Suriye mafyası oluşmaktadır. Türkiye’deki Suriyelileri arasından polis sık sık operasyonlar ile IŞİD’li teröristler toplamaktadır. Suriyeliler arasından Arap istihbarat servisleri kolaylıkla eleman devşirmektedir. Suriyeliler sağlık ve eğitim sistemi üzerinde yük oluşturmaktadır. 2015’den bu yana Türk halkının aldığı sosyal yardımlar Suriyelilere yapılan yardımlardan dolayı azalmaktadır. 2011-2019 sonu arasında yapılan harcamaları temel olarak aldığımız zaman sadece 2020-2021 senelerinde Suriyeli sığınmacılar için harcanacak para 21 milyar Dolar tutmaktadır. Bu durum sürdürülebilir değildir.”
Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere Özdağ göç olgusunu Türkiye için bir tehdit olarak görmekte ve tıpkı Avrupa’daki aşırı sağcıların ileri sürdükleri gibi göçmenleri bir güvenlik meselesi olarak ele almaktadır. Altındağ’da meydana gelen olaylarla ilgili yaptığı twitter paylaşımı ise şu şekildedir: “18 yaşında, dünya güzeli bir çocuk-genç. Annesinin kuzusu. Babası, annesi, kardeşleri, bütün aile fertleri Suriyelileri ağırlamak için ayrı ayrı 1000 dolar harcadılar. Sonuç Suriye’de savaştan kaçtığı yalanı söylenen çeteler tarafından öldürüldü.”
Ankara’nın Altındağ ilçesinde gerçekleşen bir ferdi olayı Özdağ “Suriyeli çeteler”in yaptığını iddia etmektedir. Bu tür manipülasyonlarla Özdağ gerçek çeteleri gizlemeye çalışıyor. Oysa olaydan sonra Çarşamba gecesi yüzlerce kişi Suriyelilere ait dükkân ve evlere saldırmış, çok sayıda mesken ve iş yeri zarar görmüştür. Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamalara göre, Altındağ’daki olaylara karıştığı tespit edilen 148 kişi yakalanmıştır. Yakalanan şahıslardan 64’ünün gasp, kasten yaralama, mala zarar verme, uyuşturucu madde imali, hırsızlık vb. suçlardan kaydı bulunduğu açıklanmıştır.
Açıktır ki Özdağ göçle ilgili abartılı bir dil kullanmakta ve göçmenleri şeytanlaştırmaktadır. Öte taraftan Türk çetelerin Suriyelilere yaptığı saldırılardan hemen hiç bahsetmemektedir. Bursa’da dört pazarcının 17 yaşındaki Suriyeli genci öldürmesi, Adana’da 19 yaşındaki Suriyeli polisler tarafından öldürülmesi, Konya’da 14 yaşındaki Suriyeli çocuğun bıçaklanarak öldürülmesi ve İstanbul Bahçelievler’de Suriye uyruklu bir gencin, mahalleden tanıdığı 4 kişi tarafından otomobil alma bahanesiyle önce gasbedilmesi ve ardından da feci şekilde dövülüp dere yatağına atılması gibi olaylar Özdağ’ın gündeminde hiç yer almıyor.
İyi Parti kadar CHP içinde de başından beri Suriye kaynaklı göçe karşı çatlak sesler çıkmıştır. En son Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın yaptığı “Yabancı uyruklulardan 10 kat fazla su faturası ücreti alacağız” açıklaması bardağı taşıran son damla olmuştur. Daha da kötüsü anayasaya ve yasalara aykırı olan bu ayrımcı teklif, Bolu belediye meclisinden geçmiş ve onaylanmıştır. İyi Parti’den farklı olarak CHP, parti olarak bu teklifi kınayan bir açıklama yaparak bunun eşitlik ilkesine aykırı olduğunu beyan etmiştir.
Ama bu arada Bolu’da Özcan’ın izinden giden bir apartman yönetimi, apartmanda oturan Suriyeli bir aileye 45 gün içinde evlerinden çıkmaları için karar alıyor. Karar gerekçesinde “Suriyeli ailenin çevre düzenine uymadıkları ve tenlerinin koktuğu” iddiası yer alıyor. Ayrıca apartman yöneticileri bir daha yabancı birini apartmana kiracı olarak almayacaklarını açıklıyorlar.
Bolu örneği, siyasal tutumların ve açıklamaların hızla halka da indiğini ve yabancı düşmanlığının söylemden eyleme geçtiğini gösteren somut ve ibretlik bir örnektir. Afgan göçüyle birlikte tartışmaların sertleştiği dikkate alınırsa, Altındağ ve Bolu örneklerinin önümüzdeki günlerde başka yerlerde de yaşanabileceğini bekleyebiliriz. Sorumsuz bir siyaset, muhalefette de olsa, yıkıcı olabilmektedir. Önümüzdeki günler göç karşıtlığının artacağını ve siyasette yeni bir ayrıştırıcı dil yaratacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok sanırım!
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.