19.07.2022
İslam hakkında en doğru bilgiler, temel kaynaklarında yer almaktadır. Lehte ve aleyhte söylenen sözler ve kullanılan kavramlar bu kaynaklardaki bilgilere dayandığı ölçüde geçerlidir.
Bu açıdan bakıldığında; Siyasal İslam ya da Siyasal İslamcılık, İslam’ın kaynaklarının belirlediği bir tanımlama değildir. Bin dört yüzyıllık bir tarihin son yüzyılına kadar böyle bir ifadeye rastlanmaması bunu gösterir. Müslümanlar, sekülerleşme-modernleşme sürecine dahil olduktan sonra bu ve benzeri kavramlar başka düşünce mensupları tarafından İslam’ı dönüştürme maksadıyla ortaya atılmıştır. Yani, içeriden değil, hiçbir hakkı ve yetkisi olmayan dışarıdan birileri tarafından yapılmış tanımlamalardır. Dışarıdan yapılan her tanımlama müdahale olduğuna göre yapılanın ne anlama geldiğini anlamak zor değil!
Önce şunu belirtmek gerekir ki, önüne veya arkasına birtakım sıfatlar eklenmiş bir İslam’dan söz etmek, ya da dışarıdan böyle bir tanımlama yapmak her şeyden önce haddini aşmak ve ahlak dışı bir davranıştır. Doğru olan herkesin kendini adlandırdığı şekilde anılmasıdır. Müslümanlar arasındaki görüş ayrılıklarından söz edilecekse, buna dair adlandırmalar doğal seyri içinde zaten oluşmuştur. Diğer din ve ideoloji bağlıları arasında da durum aynıdır. Katolik, Ortodoks ve Protestanlar yönetimin tepesinde yer alarak fiilen siyasetle iç içe oldukları halde kimse onları Siyasal Hıristiyan olarak nitelemeyi aklına bile getirmemiştir. Diğer dinler de de durum farklı değil!
Bir kurgu eseri olduğu açık olan Siyasal İslam kavramı; seksenli yılardan itibaren Martin S. Kramer ile ‘Siyasal İslam’ın İflası’ başlıklı kitabın yazarı Oliver Roy ve onları izleyen Batılılar ile yerliler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. İslam’ın Nato’nun tehdit listesinin başına alınmasından sonra kısa zamanda yaygınlaştığına daha çok tanık olduk. İslam başka, Siyasal İslam başkaymış gibi bir algı oluşturmaya yönelik yeni olmayan çabaya hız verildi.
Egemen Batı kültürünü referans alanlar, sekülerleşme sürecinde oluşan zihinsel kalıpları, din başta olmak üzere bütün alanlar için geçerli saymaktadırlar. Bu bağlamda, her alanı yeniden şekillendiren modern aklın, İslam dahil, tüm dinler için öngördüğü model, bireysel hayatın dışına çıkmayan Hristiyanlıktır. İslam da Hıristiyanlık gibi siyaset başta olmak üzere toplumsal alanların dışında tutulmalı, bireysel hayatın içinde kalmalıdır. Bunun için, birtakım müdahalelerle kolu kanadı kırpılarak bu şablona uyumlu hale getirilmelidir. Nasrettin Hoca’nın fıkrasında olduğu gibi: “Hocanın yakaladığı leylek tuhafına gitmiş, kuşa benziyor ama kuş değil diye düşünmüş. Hayvancağızın gagasını, bacağını, kanadını bir güzel kestikten sonra: ‘Eh, şimdi kuşa benzedin!’ demiş.”
En ılımlısından en radikaline seküler düşüncenin türevi sistemlere bağlı olan sağcılar, solcular, kapitalistler, liberaller, milliyetçiler, cumhuriyetçiler, Kemalistler, demokratlar ve diğerleri karşıt oldukları İslam’a aynı rolü biçerek müdahale etmektedirler. Daha ilginç olanı da kimi Müslüman grupların da ‘İslam siyasetin dışında kalmalı’ diyerek bu görüşü paylaşıyor olmasıdır. Aynı değerler dizisini hayata geçirmek amacıyla Diyaneti kuranlar da yeniden tanımlamak suretiyle aynı anlamda İslam’a müdahale etmişlerdir. Hayatla bağı kopmuş bir din tümünün ortak hedefidir.
Siyasal İslam’ın, bütünlüğünden koparılmış, hayata dair hüküm ve önerilerinden soyutlanmış bir din oluşturmak maksadıyla üretilmiş bir kavram olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Köktendincilik, Radikal İslam, Demokratik İslam, Ilımlı İslam ve benzeri kavramların içinde yer aldığı projenin uzantısıdır. Bu da her fırsat ve ortamda suçlanıp itham edilen İslam’ın çok yönlü bir saldırı altında olduğu anlamına gelmektedir.
Öyle ki, beş yüzyıldır dizayn ettiği dünyadaki olumsuz gelişmelerden Batı sorumlu olduğu halde, ceza, çok kez İslam’a kesilmektedir. Müslümanların önemli bir kısmı dahil herkes İslam’ı suçlu sandalyesine mahkûm etmekte adeta yarışıyor. Bu tutum; haklı, geçerli, ikna edici nedenlere, bilgi ve araştırmalara değil ezberlere ve önyargılara dayanıyor. Bunun için küresel hegemonyayı üreten güçler ile Müslümanların tarihinin olumlu ve olumsuz yönleri arasında sağlıklı bir karşılaştırmadan hareket edilmiyor. İki teorinin insanların lehinde ve aleyhinde olan hükümleri büyük farkla İslam’ın lehinde olduğu halde ‘konuşturmayın vurun’ mantığı işletiliyor.
Sözgelimi, Ortadoğu’daki diktatörlerin işledikleri zulüm ve haksızlıklar İslam’a ve Müslümanlara mal ediliyor. Peki bunlar gücünü İslam’dan mı, küresel güç odaklarından mı alıyor? İslam’a mı, bu güçlere mi hizmet ediyorlar? Yaptıkları İslam’a mı, bu odaklara mı yarıyor? Bunlar sorgulanıyor mu? Yoksa propaganda gücü olanın ürettiği ezberler mi yargı ve bilgi olarak kabul görüyor?
Haklı olarak İslam tarihindeki zulüm ve katliamlar üzerinden tarih yorumlanır ve İslam yargılanırken aynı yaklaşımla Batı da sorgulanıyor mu? Beş yüzyıldır bütün dünyayı egemenliği altına alan küresel sömürge imparatorluğunun işledikleri üzerinden seküler düşünce yargılanıyor mu? Zulüm ve haksızlığın kaynağı olduğu ileri sürülüyor mu? Yoksa bir taraf cani diğer taraf kurtarıcı olarak övgüye mi mazhar oluyor?
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.