28.08.2021
Taliban’ın egemen güçlere karşı ülkesini, kültürünü, değerlerini, yaşama biçimini, dünya görüşünü, İslamî yorumunu savunmak için gösterdiği yüzyıllık direnişe saygı duymak ile onunla aynı düşüncede olmak birbirinden çok farklı şeylerdir. Ancak söylemde; düşünce ve inanç özgürlüğünden, farklı kültür ve kimliklerin yaşatılmasından, toplumların kaderini belirleme hakkından, sömürü ve işgallere şiddetle karşı durmak gerektiğinden söz edenler, söz konusu Taliban olunca, bu ilkelerin tümünden vazgeçmiş görünüyorlar. İşgali, saldırganlığı, yıkımı, katliamları, talanı meşru gösterme pahasına önyargılı davranıp karalama, aşağılama ve suçlamada yarışıyorlar. Sömürüye, emperyalizme, küreselleşmeye dayanan kapitalizme karşıtlığı temel alan tezlerini unutmuş görünen solcular da kapitalistlerle aynı cepheden saldırıya geçmekte sakınca görmüyorlar. Modern dünyanın değerlerini İslamla uzlaştırma çabasında olan dindar ve muhafazakar çevreler da benzer kaygılarla hareket ediyor, iyi kötü ayırmadan Taliban karşıtı blokta yerlerini almış bulunuyorlar.
Halbuki; aşılması neredeyse imkansız iki çıkmazla karşı karşıya kaldığını göz önünde bulundurmadan Afganistan ve Taliban hakkında yapılacak değerlendirmelerin gerçekçi ve sağlıklı olması mümkün değildir:
Birincisi; eksiksiz bir teoriye sahip olan Din/İslam’ın uygulaması ilk insandan günümüze kadar hep sorunlu olmuştur. Her seferinde Peygamberler, rehberlik ve müdahalelerle teorinin pratiğe doğru biçimde yansıtılması için örnek olmuşlardır. Ama her düzelmenin ardından bir bozulma süreci yaşanmış, ortaya farklı yorumlar ve onlara tabi ayrı gruplar hep çıkmıştır. Taliban da bunlardan biri olarak yaşadığımız çağın şartlarında var olmuştur. Tüm kesimler için söz konusu olan teori ile pratik arasındaki uyumsuzluktan ister istemez o da payını alacağından şimdiye kadar olduğu gibi bir çok yanlış yapacaktır.
İkincisi; dindışı (seküler) tasavvurun her şeyi ve her yeri mutlak egemenlik altına alma planlarının gerçekleşmesine yönelik olarak Afganistan da çok sayıda operasyon gerçekleştirmiştir. Afganistan’ı söz konusu küresel sisteme entegre etmek için dünyanın büyük güçleri, yüzyılı aşkın bir süredir büyük çaba harcamaktadırlar. Ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında İngilizler işgal için harekete geçti ama Afganistan halkının direnişini aşamadı ve çekilmek zorunda kaldı. 1979’dan 1989’a kadar süren ve bir buçuk milyon kişinin hayatını kaybettiği işgalde, Sovyetler Birliği de istediğini elde edemediğinden on yıl sonra İngilizler gibi geri adım atmaya mecbur kaldı. Şimdi de ABD öncülüğündeki Nato güçlerinin 2001’den günümüze kadar süren yirmi yıllık işgali de Afganistan’ı egemenlik altına almaya yetmedi. Küresel işgalciler, halkı Müslüman ülkeler için öngördükleri Türkiye benzeri modeli Afganistan’da da uygulama çabasını sürdürmekten hiç vazgeçmediler. Müslüman kimliğine sahip tüm ülkeler için, her alanda küresel hegemonyaya bağlı bir yapı oluşturmayı zorunluk sayıyorlar. Sonuç alıncaya kadar bunu tekrar edecekleri de kuşkusuzdur.
Bu şartlar altında bir yol haritası arayışı içindeki Afganistan’da yaşananlar, aslında, günümüz dünyası bakımından sıradışı ve beklenmeyen gelişmelerdir. Zira; seküler sistemin küresel egemenliğine kodlanan ideolojik karakterli sosyal bilimlerin dayandığı kaderci ve ilerlemeci yaklaşımı geçersiz kılan sonuçlar ortaya çıkmıştır. Şimdiye kadar işgal ettikleri tüm ülkeleri görünürde bağımsız, gerçekte sömürge konumunda turmayı kabul eden yönetimlere teslim etmişlerdir. Afgan halkı ve onun içinden çıkan Taliban bu statüyü kabul etmemiş az sayıdaki örneklerden biri gibi görünüyor.
Modernleşmenin tektipleşmeyi toplumların kaderi sayan öngörüsünün aksine, Afgan halkı, dayatılan modern hayat tarzına karşı direnmiş ve reddetmiştir. İnanç ve coğrafyanın etkisinde şekillenen kültürünü, geleneklerini ve yerel kılık kıyafetlerini terk etmeyi gelişmişliğin şartı sayan dünyaya meydan okurcasına geleneksel tarzında ısrar etmiştir. İyi insan olmanın temel şartıymış gibi bilinçaltımıza empoze edilen; kısa saçlı, sakalsız, pantolonlu, ceketli, kravatlı görüntüye itibar etmemiştir. Teşhir yarışına girmiş bulunan çağdaş kadının tersine, Afgan kadını, İslam’ın genel yorumunun izin verdiği el ve yüzünü açmadan da yaşamanın ve bağımsızlık mücadelesinde yer almanın mümkün olduğunu göstermiştir. Bunun; kadının iradesini yansıtmadığı, baskı ve zorlama eseri olduğunu söyleyenler, modern yaşam ve giyim tarzının da zorlama ve dayatmalarla kabul ettirildiğini görmezden geliyorlar. Ya da çifte standarta sarılarak modernleşme adına olanı meşru, Taliban’ın İslamî kaygıyla yaptığını gayrimeşru sayıyorlar. Öyle ki; Taliban’a saldıranlar, Türkiye’de ulus devletin kurulması için başvurulan dayatmalara devrim adını vererek yücelttiklerini unutmuş gibi davranıyorlar. Toplumun dinine, kültürüne, tarihine, hafızasına, birikimine saldırmayı hak saydıklarını hatırlamak istemiyorlar.
Taliban; dünya toplumlarının neredeyse tümüne dayatılarak uygulanan hukuk, ekonomi, eğitim, güvenlik, aile düzeni, etik değerler ve benzeri uygulamalarının tek seçenek olduğu tezini geçersiz kılan farklı bir yaklaşım sergileyerek ilginç bir gelişmeye imza atmıştır. Tiksintiyle, önyargıyla, aşağılayıcı bir edayla bakan gözlere rağmen tıkanan dünyaya kendince farklı bir bakış açısı kazandırmak için çabalıyor.
Seküler kurum ve kavramlara, marxizme, ideolojik bilimin tezlerine dayanmadan, bölgesel dini yorumlara bağlı kalarak da emperyalizme karşı mücadele etmenin mümkün olduğunu göstermesi de dikkatle izlenmeyi hak ediyor. Giderek insanı iradesiz ve mekanik bir varlığa dönüştürmeyi hedefleyen bilimciliğe ve teknolojizme karşı yeni bir ufuk açmayı deniyor. Ne yapabileceğini veya ne yapamayacağını zaman gösterecektir. Onun için peşin yargılar anlamsız, hükümsüz ve haksızdır.
Taliban, bağnazlığı aşıp İslam’ın adaletini hayata geçirebilirse bir devrim gerçekleştirmiş olacaktır. Aksi halde; İslam’a, Müslümanlara, ülkesine büyük zararlar vererek tarihteki kötü örnekler arasında yerini alacaktır.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.