05.10.2021
Yaşamın her alanında, itibarı her geçen gün artmakta olan faydacı iktisadi akıl, insanın sorunlarının kaynağı, fikir ve düşünsel yapıların düşmanıdır. Bu akıl, tüm değerleri kendine has yorumuyla ölçüştürülebilir kabul etmekte ve zihinlere öyle işlemektedir. İnsan hayatındaki değerler faydacı iktisadi akıl yorumuyla tatmin ve fayda seviyesinde ele alınınca toplumların önüne sınırlı sayıda seçenek çıkmakta, mecburi yaşam istikameti belirmektedir. Bu baskın durum toplumun her kesimine etki etmekte, insan kendi insani değerlerini hayata geçirmekte zorlanmakta ve yetersiz kalmaktadır. Bu durumda inanç, özgürlük, adalet, sivil yaşam, toplum faydasına örgütlenme ya da kısaca insanın ve yaşamın iyiliğine olan her değerli şey tutarsızlık balçığına bulanmadan yol alamamaktadır. Bunun sonunda sadece değerler değil, toplumda bu değerlere sahip olanlarda bundan nasibini almaktadır.
Kürsülerde yapılan konuşmaların, hoş sohbet ortamlarında dile getirilen sözlerin, yazılan yazıların, alınan kararların, kabul edilen fikirlerin günlük hayattaki karşılığı ya da yaşama uygulanan tarafı çoğu zaman yüzde yüz düzeyine ulaşamamaktadır. Kürsülerden inip hayatla iç içe olunca veya ortamdan ayrılıp başka ortamlara dalınca söylenenlerin, kabul edilenlerin bir kısmı eksilmekte, önemli bir yüzdesi hayatla buluşmamaktadır. Hatta insanın bireysel olarak kısa idrak sürecinin sonunda içinde kalan bakiyeden neşet eden düşünsel kabullerin yaşama geçmesi bile çoğu kere eksik gerçekleşir. Her ne kadar bu durum ağırlıklı olarak insanların idrak ve niyet kapasiteleri ile alakalı olsa da, günlük yaşamda, olayların akış sürecinde, insanların muhatap oldukları işler ve gündelik uğraşlarla da ilgilidir. Bu şaşılacak bir durum değildir. Bu şekilde söylenenlerin, yazılanların, beklentilerin ve isteklerin eksik gerçekleşmesi bir tutarsızlık da sayılmaz.
Bu durumun gerçekleşiyor olması inancın, değerlerin, düşünselin, umutların yaşamdaki yerini fazla sarsmaz. İnsanın kendisiyle, çevresiyle, olgularla ve hayatla ilişkilerinde derin boşluklar ve çelişkiler oluşturmaz, kapatılmayacak açıklar meydana getirmez. Ancak genel ifadelerde geçtiği gibi aynı kişinin (veya kitlenin) aynı olaya farklı tepkiler vermesi, kendi kendisiyle ve çevresiyle uyum da sorun yaşaması, düşünmede ve akletmede sürekli bir şekilde mantık eksikliğinin olması, bir anlam verilemeyen, karışık, muğlak, insicamsız söz, tutum ve davranışlar gösterilmesi ve bunları alışkanlık haline getirilmesi, her zaman tutarsızlık hanesine yazılan davranışlardır ve bunlar sarsıcıdır.
Her ne kadar, ilk bakışta, tutarsızlıkların temelinde sistemsel faktörler ve dış kurgular etkin rol oynuyormuş gibi görünse de, işin gerçeği insanın insan olma ve insan kalma serüvenindeki içsel donanım eksikliği, inancını ve fikirsel olgularını olgunlaştıramaması, hayata geçirememesi de, sistemsel faktörler ve dış kurgular kadar etkilidir. Hatta belki daha da etkilidir. Bugünkü sorun büyük ölçüde kitleleşmiş gurupların ilkesizliğinin, ahlaki yoksunluğunun yanında bireysel olgunlaşma ve gelişim eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Hayatın her alanında karşılaşılan, dikkatli ve bilinçli bir şekilde bakmadıkça fark edilemeyen kimi zaman coşkunluk ve övgüsel sıfatların öne çıkarılmasıyla üstü kapatılan, ama her halükarda orada öyle duran ve hiç de masum olmayan birçok kusur ve tutarsızlıklar vardır.
Genelde, öncesi olan, belli bir birikmişliğe dayanan ana unsurlarla bağlantılı birden fazla etkenin bir noktada buluşmasıyla gün yüzüne çıkan tutarsızlıklar; zamanında yapılmayan ve uzun süre bekletilerek hükümsüzlüğe düşürülen eleştirilerde, bir grup veya ekiple birlikte olma yeteneğini sağlıklı geliştiremeyenlerde, ilişkilerde esneme kabiliyetini yanlış yorumlayanlarda, insanlar arası ilişkilerin boyut değiştirmesini kavrayamayanlarda daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar.
Kararsızlığı, gereklerini bir türlü yerine getirmeyip aşamayan ve kestirmeden aşma meylinde olan fırsatçı akıllarda, itilmişlik duygusunu yoğun yaşayanlarda, yeni bir görüş ve düşünce ortaya çıktığında tepkisel davrananlarda, ağırlıklı olarak beklentilerin güdülediği nefislerde, fikirlerinde yeterince netleşemeyenlerde ve güç hayranı sayısal akıllarda tutarsızlıklar sık sık kendini gösterir.
Okuma ve tespit becerisi, bilinç seviyesi, söz söyleme ve hitabet sanatı ne kadar gelişmiş olurlarsa olsun, eğer yaşamda bilinç, söylem ve uygulama arasındaki denge doğru bir şekilde kurulamaz ve sorunlu bir vaziyette sürdürülürse hayatın kritik dönemeçlerinde yoğun bir şekilde tutarsızlıklar baş gösterir ve kimi zaman tüm birikimlerin canına okur.
Söylenmesi gerekenleri yerinde ve zamanında söylemeyip, kendini akışın dinginliğine kaptırarak mevcudu kabullenme ve mevcutla oyalanma alışkanlığı, uzun vadede, çoğunlukla tutarsızlık biriktirmeye zemin hazırlar. İnsani ilişkiler dairesinde, yakınında ve yakın çevresinde varlığını hissettirme gerekliliğini ihmal edip ya da atlayıp ulusala ve evrensele açılma anlayışı tutarsızlığın boyutlarını da o ölçüde genişletir.
İnsan, kendisi olmadan başkası olmaya ya da kendi özünü kavramadan başkasını anlamaya, kendini bir grupla birlikte tanımlamaya öncelik verdiği an tutarsızlıklar zincirine kapı aralamış demektir. Bu süreçte, günün birinde, öncelikle kendi olması gerektiğini anladığı an, yıkıcı bir dönüşüm yaşaması kaçınılmazdır. Çünkü gücünü heba etmiş, kişisel donanımlarını oluşturamamış, kendi yeterliliğini belli bir seviyeye çıkaramamış ve bu durumu ise çok geç fark etmiştir. Bu hal, kolaycılığın, hep dinletide yaşamanın, kendi olamamanın ve hep başkasına yaslanarak var olmanın bedelidir. Bu gerçek, grup veya ekip bazında ele alınırsa, kurumsallığı çeşitlendirememiş, yaşam kulvarındaki bağlantı noktalarını eksik bırakmış, kuşatıcı olamamış ve çoğunlukla tekdüze kalmış, sınırlı bakış açısıyla varlığını sürdüren, ötekileştirmeye müsait ortamlar sunar müdavimlerine.
Bu tür ortamlarda hayat süren kimi insanlar, benlik saygıları ile mütevazılık ilişkisini tam kuramazlar. Ya benlik saygılarını çok yücelterek kibire kapılır karakter erimesi yaşarlar, ya da mütevazılığı bir eziklik olarak yaşarlar. Her iki durumda da tutarsızlığın içinde hayat sürerler. Bu durumdaki nefislerde, içten içe gelişen başarısızlık korkusu kabul görmeme endişesiyle sarmalanmıştır. Bu zihinler, sığınak olarak mukadderat dese de, yığınak olarak muktedirliği arzulamaktadır. Böylece hayatın içinde yaşanan olayların süreçlerinde ve aşamalarında, ya fazla zaman kaybeder ya da aceleden çiğ yaklaşımlarda bulunarak tutarsızlığa düşerler. Kimi zamanda beklentilere odaklanarak adım adım gerçeklikten uzaklaşırlar. Beklentilerin gerektirdiği sorumlulukları taşıyamayan, yerine getirmeyen, riskleri üstlenemeyen insanlar, gerçeklikten hayalperestliğe geçiş yapar ve farkında olmadan tutarsızlığın barınağında barınmaya devam ederler.
Kendini güvende, düşüncesinin ve inancının güvenli bir zeminde olduğunu, sarsılmaz olduğunu, ihtiyaç duyduğu fikirsel ve düşünsel materyallerin zorluk çekmeden önüne geldiğini, sorumluluğun, belli argümanları yerine getirmekten ibaret olduğunu kanıksayan insanlar, zorlandığı ifadelerde tevil, aşamadığı engelleri ise sistemsel ve evrensel günah keçilerine yorarak tutarsızlık sorunuyla ilgisinin olmadığını zannedebilirler. Ve günü kurtarmanın tutarsızlık değil beceri olduğuna inanırlar. Yarına inanmakta ise günü kurtarmaya inandığı kadar istekli davranmazlar.
Tutarsızlıklar kimi zaman iyiliği yaymakta bile boy gösterebilir. Bu durumda ise bir tarafı yaparken diğer tarafı bozmak veya bir tarafı tamamlarken başka bir tarafı eksik bırakmak şeklinde gerçekleşir. Bunun yansıması da ibretliktir.
Tarihte Sokrates’in cehaleti ve bozuk yaşamı düzeltmek için bireyleri iknaya dayalı bir ahlaki reform yolunu seçmesi ve ahlaki dönüşümü gerçekleştirmek için seçtiği ıslah yönteminin ise birey bazında kalması, toplumsal dönüşüme etki etmemesi, her ne kadar örneklik teşkil etse de başarısız bir proje olarak nitelendirilmektedir. Çünkü bireydeki eğitimin ve değişimin toplumsal hayata dâhil edilmesi için, öğrencisi Eflatun’un tabiri ile otorite ve organizasyon gerekmektedir. Sokrates bu otoriteden veya organizeden yoksun hareket etmiştir. Bireysel bazdaki çabası toplumda istenen değişim gerçekleştirememiştir. Buradaki tutarsızlık, Eflatunun tespitiyle bireysel değişimi toplumsal değişimle birlikte düşünerek hareket etmemektir. Bu tür tarihi gerçeklerden ders çıkararak yoluna devam etme meylinde olan günümüz insanı, hem bireysel değişimi ve hem de toplumsal değişimi önemsemekte ve buna göre yöntem geliştirmektedir. Ancak atbaşı gitmesi gereken bu iki unsurdan biri, kimi zaman diğerine baskın çıkmakta ve dengeyi bozmaktadır. Bunun nedeni toplumdaki sivil ve resmi oluşumlardaki hiyerarşik yapılanmanın seyrinin insani değerlerin önüne geçmesinde yatmaktadır.
Herhangi bir hiyerarşik yapıda bir yer edinmeyi veya bulunduğu yeri ve kitleyi muhafaza etmeyi önceleyen anlayış, bireylerdeki değerler gelişimini ihmal edebilmektedir. İhmal edilen her ana unsur, zamanında ödenmeyen fatura gibi borç biriktirir. Ancak bu birikintinin geriye dönük borç yapılandırması olamayacağı için, kendini değişik varyasyonlarda tutarsızlıklarla dışa vurmaya devam eder ve bir türlü yeterli bakiyeye ulaşamaz.
İyi okumalar, yerinde tespitler ve isabetli tanımlamalar yapmak, insanı her zaman iyi ve doğru yaşamaya, tutarlı duruşa götürmeyebilir. Birçok yazarın, birçok düşünürün ve mücadele insanının tarihsel süreçte doğru tanımlar ve isabetli görüşler beyan etmelerine rağmen, uygulamada tutarlı duruşu, bireysel ve toplumsal tamamlayıcılıkta dengeyi yakalayamamalarından dolayı tarihte örneklikten çok ibretlik izler bırakmışlardır.
Tutarsızlığın önüne geçmek için bilgi sahibi olmak, bir organizenin içinde olmak, iyi niyetli olmak, çok kültürlü olmak yeterli gelmemektedir. Çünkü tutarsızlık, ilkeli davranıştan ve ahlaksallıktan kopmakta yatmaktadır. Uygulamada toplumsal gelişmişliğin bireysel gelişmişlikle eşgüdümlü yürütülememesinde, hiyerarşik kümelenmelerin değerlerin önüne geçirilmesinde, duygudaşlığın öncelikli belirleyici yapılmasında, inancın, değerlerin, bilincin ve kültürün sığlaşmasına göz yumulmasında yatmaktadır.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.