30.10.2024
I. dönem çözüm sürecinin kritiği net bir şekilde yapılmadıkça şu anda yaşadığımız sürecin çözüm mü, çözme-çözülme süreci mi? olduğu net bir şekilde anlaşılamaz.
Malumunuz devlet çözüm sürecine destek vermiş bütün STK’ları sürece dâhil! etmiş, bütün Kürtlerde büyük ve hiç bitmeyecek bir bahar parantezi açmıştı. O STK’lardan birinin temsilcilerinden biri olarak o zaman ki çözüm sürecinin koordinatörü ile görüşmüş “silahın PKK ile, Kürt-Türk ilişkilerinin(Kürt sorununun) bir toplum olarak tüm Kürtler ile konuşulması gerektiğini” dile getirmiştim. Ancak koordinatör muhatabın PKK olduğunu ve sürecin bu şekilde yürüyeceğini belirtmişti. Ben de “madem Kürtlerin sorunu PKK üzerinden çözülecek hepimiz PKK’li olalım ve Kürt sorunu güçlü bir şekilde çözülsün” demiştim. Koordinatör bu sözüme ironik bir kahkaha ile cevap verdikten sonra “ama siz İslamcısınız” demişti.
Devlet PKK’nin ne yapabileceğini görmek için bilinçli olarak bölgedeki kimi faaliyetlerine göz yumdu. Hatta PKK yönetime gelirse nasıl olur sorusunu sordurmak isteyen bir ortam oluşturmuştu. Kırsal ilçelerin girişinde çadırlar kurulmuş, insanlar bu çadırlara yönlendiriliyor, gençler akın akın gerillaya katılıyordu. Tüm bunlar güvenlik güçlerinin gözleri önünde, hatta himayesinde yapılıyordu. Hiç kimse sürece anlam veremiyor. Devletin bölgeyi, Kürtleri PKK’ye verdiğine inanıyorlardı.
Devlet Kürtleri konsolide ediyordu.
Türkiye Cumhuriyeti yüzyıllık tarihi boyunca Kürtleri dost olarak muhatap almadığı gibi düşman olarak ta karşısına almamıştı. Her seferinde Kürt tüzel kişiliğini bir örgüt, hizip, klik ve parti düzeyinde ötekileştirerek, terörize ederek muhatabiyet geliştirmeyi esas almıştı.
AKP her seferinde Kürtlerin en büyük partisi olduğunu söylediği halde her seferinde kendi Kürdünü yok saymış, çözüm sürecinde aktöre dönüştürme fırsatı oluşmuşken bile kullanışlı nesne olmaktan öteye götürmemişti.
Hatta çok sonralarında Hizbullah’ın devamı olan “HÜDA PAR” ı Soylu’nun deyimi ile on yıl sonra anlaşılacak bir hamle ile Kürtlerde aktör ve muhatap olarak yeni bir konumlandırma yapıyordu.
Devlet terörist dediği, bebek katili dediği, sürekli terörize ettiklerini muhatap alıyor ancak normal Kürdü sürekli görmezden geliyordu.
Her seferinde koca koca adamlar “Kürtlerdeki şiddet sonuçtur” dedikçe devlet işine geleni duyar gibi yapıp salağa yatıyor, sonuçla işi bitirmek, sonucu muhatap almak istiyordu.
Haliyle bu da aktörlerin işine geliyor, her seferinde Kürt toplumu üzerindeki güçlerini biraz daha tahkim ediyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti bir toplumun evrensel, meşru, legal, insani en temel istekleri ile muhatap olacağına dersine en iyi çalıştığı yerden cevap veriyordu.
Madem yerli ve milli bir çözüm isteniyordu. Bunun en iyi adresi ev zencileri değil miydi? Ev zencisi efendisinin evinin yanmaması, terörize edilmemesi, yağmalanmaması için her gün dua edendi.
Ama devlet her seferinde çözüm için tarla zencileri ile görüşmek isteğini, onu muhatap aldığını söyledikten hemen sonra; tarla zencilerine yüzlerce uçakla baskın düzenlendiğini ve her gün onlarcasını öldürüldüğünü sarı torba metaforuyla kendi halkı ile paylaşıyordu.
Abrakadabra ile Kürdün eline silah mı verildi veya silah mı alındı kimse anlamıyordu.
Belki bundan sonraki süreçlerde de bu tür abrakadabraları sıkça göreceğiz.
Ama son noktada devlet PKK’yi silahsızlandırmak istiyor, bu çok net. Bunun için PKK’nin lideri Öcalan ile görüşmesi kadar normal bir durum da yok.
Ama Kürt sorunu dediğimiz devletin konsolide ettiği ancak hala çok taraflı ve geniş bir coğrafyayı kapsayan bir muhatabiyetin olduğu Kürt-Kürdistan sorunu capcanlı karşımızda.
Ortadoğu jeopolitiği içinde insanca yaşama iradesi ve isteğinin net, açık, anlaşılır ve yüksek sesle savunulduğu cesur bir vasatta hepimizin ortak bir vatanı ve ortak bir geleceği olabilir.
Amcamın sık sık cemaatlerde söylediği gibi “yılan bile doğrulmadan yuvasına giremez”.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.