Murat Sayımlar: Bir de Özden Okumayı Denemek

26.01.2024

Kurulu, verili sistemler içerisinde yaşayanlar genellikle bu sistemin verileri ile oluşturulmuş çerçevelerden, kalıplardan, tariflerden, perspektiflerden okumayı tercih ederler. Sosyolojik yapının müntesiplerinin çoğunluğu da; hemen şimdi, burada, cari dil ve normlar çerçevesinde algılamayı, inanmayı, kabul etmeyi ve davranmayı tercih ederler, zira bu çerçeve onların güvenli konfor alanlarını oluşturur. Kültür ve inanç yapısını bir’den fazla ideolojinin oluşturduğu toplumlarda; inanç ve tasavvur çerçevesini, çoğunlukla gizli hakim ideoloji oluştururken, diğer ideolojilere mensup olduklarını “iddia edenler” için, standart sapma sayılabilecek bir oranda; konuşma, itiraz, tepki ve tartışma alanı bırakılır. Bu alan; yönetim, kontrol imkanı ve sübap alanı olabilmek fonksiyonlarını icra ederler.

Durduk yerde bu mevzu nereden çıktı diyenlere cevabım; durduk yere çıkmadı, zaten böyle bir küresel, sistem tercihi ve yönetim tarzı içten içe kaynıyordu fakat tezahürleri henüz su üstüne çıkmamıştı. Bu tarzı benimsemiş ve farklı versiyonları ile rekabet oluşturanlar, belli periyotlarda kısmi değişimlerle, yeni aforizmalarla durumu idare edip gidiyorlardı. Ancak varlık ve insanlar üzerinde tasarruf etmeye çalışanlar, kendi mahiyet ve kapasitelerini bilip, bu çerçevede hareket etmek mecburiyetlerini – sınırlarını ihlal etmek tercihini kullanarak – yaratamadıkları halde, yaratılış özelliklerine özdeş hükümler, bilgiler, veri setleri imal etmek cüreti ile değiştirmeye kalkınca, cin şişeden çıktı. İnsanlar, özgün konum ve yetkileri ile içerisinde bulundukları varlık sistemini kurup, yönetirken; kendi imal ettikleri kök hükümleri/veri setlerini kullanmayı tercih ederek, bununla rekabet üstünlüğü sağlamayı umuyorlardı. Ancak sahte ilahlığın mumu yatsıya kadar da yetmedi. Çünkü, varlığını yaratmaya; bunların anlamlarının, fonksiyonlarının, ilişkilerinin, etkilerinin varlık özelliklerini belirleyerek başlayıp, daha sonra bu özelliklere uygun biçimde, yokluk sahnesinden, varlık sahnesine çıkartamayanlar/yaratamayanlar, süreçte; hangi sebebin-hangi sonucu, hangi etkinin-hangi tepkileri ortaya çıkartacaklarını; bütüncül ve bütün zaman ve mekanları kuşatacak biçimde bilip, kontrol altında tutup, yönetemeyecekleri için, nihayetinde cin şişeden çıkıp, kontrol edilemez duruma gelince, bu sahte ilahları çarpmaya başladı.

Doğasının orijinal kodlarıyla endazesiz ve hukuksuz biçimde oynanan insanlık, hadlerini tecavüz edenler tarafından yönetilemez hale gelmek potansiyeli taşımaktadır. Bunun bir başka nedeni de, yine bir rekabet parametresi olarak ortaya çıkartılan kültürel, psikolojik ve sosyolojik hallerin, yönetilmesi gitgide zorlaşan durumları ortaya çıkartmasıdır. Merkezde yönetim mekanizmaları, muhitte de insanların olduğu bir evrende; muhitteki talep ve davranış niteliklerinin değişkenliklerinin hız ve ivmelerine karşın; merkezin algılama, yorumlama ve senkron tepki vermek yetenekleri hızla ve asimetrik bir zaafa düşüyorsa, bu durum da, cini şişede daha fazla tutamamanın habercisi olarak görülmelidir.

Saklanmaya çalışılan çaresizlik karşısında iki majör öneri ve teşebbüs göze çarpmaktadır. Bir tanesi, “kontrol edemeyip, yönetemeyeceklerimizi yok edelim”… Diğeri ise, “küresel, daha sofistike ve daha güçlü bir diktatoryal sistem oluşturarak, önce kontrol altına alalım, gerisine daha sonra bakalım”… Çaresizliğin, acziyetini ifade eden ve çalışması mümkün olmayan teşebbüsler…

Geriye iki ihtimal kalıyor. “Ya insanlık için bir devrin daha bitmesi sonucuna doğru sürüklenecek bir süreç”… Ya da “insanların kendi doğalarına uygun bir hayatın inşasına imkan sağlayacak sürece; bilinçle, sorumluluk alarak, gönüllü olarak katılımlarının sağlanacağı bir dönemin başlaması”… Bu husus elbette başka yazıların konusu olacaktır, ancak başlangıç paragrafındaki tespitlerle ilişkisini ifade ederek bu yazıyı bitirelim.

İdeolojilerin belirlediği ve ikna ettiği çerçeve ve kalıplarla düşünen, inanan, taraf olup, davrananların, böyle bir dönemin aktif özneleri olabilmek imkanı yoktur. Zira bu dönemin lazım şartı, insanların, kendi doğalarını, eşyanın tabiatını, orijinal varlık hükümlerini yani hakikati görebilmek, bulabilmek, anlayıp, inanabilmek mecburiyetidir. Bunun için özgür biçimde asli kaynaktan beslenerek ve fıtri mekanizmalarını özgürce kullanarak sürece dahil olmak zorundalar. Böyle bir hedefe ve sürece inananların, hayata ilişkin tasarruflarında ve ötekilerle ilişkilerinde, mevcut ideolojik çerçevelerini esas kılmak gayretlerinden vazgeçip, insanların kendi doğaları/fıtratları mertebesinden ve özelliklerinden okumalarına, anlamalarına, karar alabilmelerine, izin vermeleri gerekmektedir. O kere, ideolojik çerçevelerin ürünü olan kararların, davranışların, ilişkilerin neticesindeki mutabakatsızlıkların, çatışmaların sona ermesi; insanların gerçeği ve birbirlerini anlamalarının ve işbirliklerinin önünün açılması ihtimali ortaya çıkacaktır. Zira, bütün insanlar için yadsınamaz ve inkar edilemez ortak payda, kendi orijinal doğaları/ fıtratlarıdır. Bu nedenle bu mertebeden, perspektiften yaklaşmayı esas alan bir stratejinin müessir olabilmek ihtimali yüksektir.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir. 

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir