Necip Cengil Yazdı: Makam Salebeleri

22.10.2022

Hizmet bilgi, birikim, tecrübe, sistemlilik, vazifeye riayet ve gönül işidir. Profesyonel birikim ve amatör ruh gerektirir de diyebiliriz zira “amatör ruhu” devre dışı bıraktığımızda profesyonellik yani bir işi, bir mesleği kazanç sağlamak amacıyla yapmak devreye girer. Profesyonellik biraz da kişinin kendini cilalamasını getirir. İş değil kazanç, tanınma, öne geçme sevdası ağır basar.

 İşini başarıyla yapan şirket müdürleri, yöneticiler amatör ruhla çalışırlar diyebiliriz. Profesyonelleşme ağırlığını hissettirdikçe hizmet geriler. Şirketler, dernek ve vakıflar, şehirler ve ülkeler kendi cilasına çalışan profesyonellerin etki alanına girdikçe hizmet üretmekte gerilerler.

İslam tarihinde “Salebe” örneğini ele almak istiyorum.

Salebe Allah Resulünden zenginliği için dua etmesini ister. Zamanla mal mülk sahibi olur. Zekât farz kılınır ve zekât için Salebe’nin kapısına gidilir. Salebe “ben kazandım” der ve zekâta yanaşmaz. Böylece Salebe duasını istediği Allah Resulüne “ihanet” etmiş olur. Allah Resulü burada yalnızca Resul ve Nebi değil aynı zamanda toplumun önderi, yöneticisidir, kamuyu temsil eder haliyle Salebe, içinde bulunduğu toplumdan edindiği serveti toplumdan sakınır, toplumun yöneticisinin gönderdiği memurları geri çevirir.

Bugün nice kişi Salebe örneği gibi makam ve mevki, hatta zenginlik için kimi kapıların eşiğini öper, sabahlar, araya hatırlı kişiler koyar, derken makam, mevki sahibi olur. Geldiği makam ve mevkileri kendi şahsi geleceği için kullanır, mal edinir, servet yığar. Topluma, toplumun temsilcisi yöneticilere borçludur ama borcunu onları daha da sömürerek arttırır, edindiği makam, mevki ve serveti cemiyetin hizmetine kullanmaz.

İnsan edindiği bütün servetlerin (mal, mülk, bilgi, teknik, ilim, nakit) zekâtını vermekle yükümlüdür. İslam tarihindeki ilk Salebe zamanla arttırdığı malın zekâtını vermezken, günümüz Salebe’leri edindikleri her türlü servetin üstünde kendi egemenliklerini kurarak, aslında kamuya ait olan o birikimlerin zekâtını vermez, cemiyete hizmet etmez, hizmet üretmez, kendi yığınlarını arttırmanın çabasını arttırır.

Allah Resulü “Salebe kaybetti” demiştir. Günümüz makam Salebe’leri kazandıklarını sanmaktadır. Mülk Salebe’si olmak kendilerini şımartmıştır oysa üstünde oturdukları mülk de kamunundur. Çeşitli “haram” yollarla kendi uhdelerine geçirmişlerdir ve haramın üstünde otururken hala kazandıklarını sanmaktadırlar.

Bir şirketin, dernek veya vakfın, şehrin ya da ülkenin öncelikle bu makam Salebe’lerinden kurtulmaları gerekir. Zira onların bu saltanatı devam ederse topluma hizmet edenler yetişmez. Mesela eğitimin amacı “iyi insanlar yetiştirmektir” diyorsak ve o iyi insanlar kenarda bekletilirken, makam Salebe’leri sefa sürüyorsa, iyi insanlar “iyi insan olmanın bir getirisi yok” demezler mi? Veya bu “iyi insanlar” yönetim mekanizmalarında hizmetin hakkını veren Ömer’ler olabilir mi?  Yoksa zamanla onların da huyu değişir ve birer makam Salebesi mi olurlar? Eğer ülkede hizmetin hakkını verecek Ömer’ler isteniyorsa önce makam Salebe’lerinin oralardan alınması, adil bir değerlendirmenin yapılarak liyakat müessesinin bihakkın işletilmesi gerekmez mi?

Bu makam Salebe’leri ne yapar?

Kimi mesaisine önem vermez, kamuya adayacağı mesaisini özel işlerine adar ve gerekli denetim de olmayınca alır başını gider. Kimi kamuya ait olanı kendi şahsi bütçesinde yapamayacağı savurganlıkla saçar savurur ancak “arkası güçlü” kontenjanı ile anıldığı için ses çıkaran olmaz. Kimi daha fazla ücret için bir makam peşinde koşmuş ve nihayet elde etmiştir, orada durduğu süre içinde zevkini çıkarmanın peşindedir. Kimi “yakini kart hamilimdir” kontenjanı ile geldiği makamda kimseye hesap vermem modunda bir yol tutturmuştur, yürür gider. Kimi yeri gelince eleştirdiği konularda fırsat peşinde koşmaktadır, o fırsatı yakalayınca “zorla buldum bırakır mıyım kimseye” diyerek yol almaya çalışır. Bunların ekseriyetinde bilgi, birikim, tecrübe, vazifeye sadakat ve gönül zafiyeti bulunmaktadır. Bilgi, birikim, tecrübe, vazifeye sadakat ve gönül bir bütün olarak liyakat ve ehliyet ile isimlendirilirse, şirketler, dernek ve vakıflar, şehirler ve ülke liyakatsiz ve ehliyetsiz kişilerin elinde sancılar ve acılar çekmeye devam etmez mi?

Bunları biliriz, konuşur ve eleştiririz lakin ehliyet ve liyakat kıstasına bakmadan kendimize ve yakınlarımıza makam peşinde koşarız. “Filan olacağına benim adamım olsun” şeklinde izahlar yaparız. Ve aracı olduğumuz mesuliyette, o işi hakkıyla yapamayan yakınımızın, adamımızın bütün günahlarına, yanlışlarına ortak olduğumuzu, olacağımızı asla düşünmeyiz.

“iyi para alıyor, rahatı yerinde”

“kim aracı oldu”

“ben”

“iyi de görevini yapmıyor, şehre, ülkeye hizmet üreteceğine işini vesile edinip çalıp, çırpıyor, sürekli kendine yontuyor”

“olsun, başkası gelseydi o da aynısını yapacaktı, o yapacağına benim adamım yapsın”

“nereden biliyorsun, belki temiz, liyakat sahibi biri gelecek ve şirkete, şehre, ülkeye faydalı olacaktı, onu engellemiş oldun”

“amaan, senin de düşündüğüne bak, kim düzeltebildi ki sen düzeltesin”

Konuşma böyle uzayıp gidiyor.

Böyle mi olmalı?

Bu yanlışların önü alınamaz mı?

Önü alınmaz ise durum giderek kötüleşmez mi?

Bütün yanlışlarına rağmen “adamını bulan” yanlışlarına devam ederek, sömürdüğü makamların başında durmaya devam mı etmeli?

“iyiler” adam bulamayıp kenarda kalacaksa, “kötüler” adam bulup yürüyecekse, “iyi insan yetiştirmeliyiz” sözlerinin bir anlamı kalır mı?

Yoksa “iyi sömüren, iyi götüren, getirildiği makamda kamuya değil kendisine çalışan kişiler” için, “bunlara destek verin, hesap falan soran olmaz” diye bir nida mı geldi, sağlam referanslar mı bulduk? Sağlam referanslar derken, yapılanın bir zulüm olduğunu, zulmün de mutlaka hak edeceği karşılığı alacağını bize öğreten Kitab’ın işaretleriyle cümle kuruyorum. O Kitap ki, her birimize ayrı ayrı seslenerek zulümden uzak durmamızı, adil olmamızı, emanetleri ehline vermemizi söylüyor. İstediğinizi yapın, hesap soran olmaz demiyor.

O gün gelecek ve liyakatsizler, onları “adamım zamkıyla” kendilerine bağlayanlarla birlikte hesap verecek. Bazılarımız o kadar hakikatten uzaklaşmışız ki, bu sonu, olmayacakmış gibi uzak görüyoruz.

Bütün helaklerin öncesinde bu uzak görme, o da neymiş, hadi gelsin de görelim demek bulunur. Makam Salebe’leri de, onlara göz yumanlar da kaybeder.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.