16.02.2021
Son birkaç senedir haber kanallarında, somut gelişmeler üzerine yapılan açık oturumlarla beraber, komplo teorisi niteliği taşıyan spekülatif meseleler üzerine yapılan programlar da yaygınlaşmaya başladı. Transhümanizm ve posthümanizm perspektiflerinin distopik senaryolara dönüştürüldüğü bu programların alıcısı o kadar artmış durumda ve insanları o kadar etkiliyor ki, bu yazımızda bu konuyu değerlendirme ihtiyacı hissettik.
Transhümanizm perspektiflerinden distopik senaryolara
Transhümanizm, teknoloji ve bilimden faydalanarak insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin artırılmasını; yaşlanma ve hastalanma gibi arzu edilmeyen yönlerinin ortadan kaldırılmasını amaçlayan kültürel ve entelektüel bir harekettir. Bu kültürel hareket içerisinde insan menfaati için teknolojiden yararlanma amacı güden arayışlar olduğu gibi, ikinci nesil yeni insan (posthuman) üretmeyi hedefleyen meydan okuyucu arayışlar da mevcuttur.
İkinci nesil insana dair olasılıklar bir yarı tanrı tanımlar. Birilerinin bunları kelimelere dökmesi, ununu elemiş kimi ultra zenginlerin bilimsel araştırmalara ciddi paralar akıtarak olasılıkları gerçeğe çevirmeye çalışması, komplo teorileri ve distopik senaryolar için bulunmaz bir kaynak oluşturur. Tamamlanmamış ve ne tarafa evrileceği belli olmayan araştırmalardan elde edilen “bilimsel” verilerle teoriler havada uçuşmaya başlar:
- Teknolojiyi elinde bulunduran elitler kendilerini ölümsüzleştirecek ve dünya nüfusunu 500 milyona indirerek bir teknolojik hegemonya kuracak
- Laboratuvarda üretilmiş virüslerle dünya çapında salgın hastalık oluşturulacak, aşı yoluyla herkes çiplenecek ve bu çipler 5G teknolojisi aracılığıyla harekete geçirilerek zihinler yönlendirilecek
- Sosyal medya uygulamalarından toplanan verilerle yapay zekâ üretilecek, yorulmayan, uyumayan, ölümsüz bu zekâ aracılığıyla insanlar köleleştirilecek
- Blockchain adı verilen küresel bir kayıt sistemi sayesinde her şey ve herkes takip edilecek, insanlar bu sistemden aldıkları puanlar karşılığında sosyal hizmetlerden yararlanacak, böylece bütün insanlar blockchain diktatörlüğünün esiri haline gelecek
Bazı büyük sosyal değişimlerin ütopik tasarımlarla başladığı göz ardı edilemez. Ne var ki her ütopya, kaçınılmaz olarak distopya da üretir. Bugüne kadar hiçbir ütopya kendi tasarımladığı haliyle gerçek olmamıştır. Çünkü ütopya bir hayal gücünün ürünüdür ve kendisini tasarımlayan öznenin gerçeklikten koptuğu yönleri de zorunlu olarak içerir. Belki çok büyük gelişmelerin başlatıcısı olur, belki gelişmelere ciddi katkılar sunar, ama günün sonunda gerçekleşen ütopyanın tümü değil sebep sonuç ilişkilerine dönüşebilen kısmıdır. Gerçeklikten kopulan yönler üzerine inşa edilmeleri sebebiyle distopyaların kaderi de ütopyalardan farklı değildir. Kara senaryolar hep felaket haberciliği yapar ama gerçeklik ne ütopya gibi ne de distopya gibi tezahür eder.
Her toplumda, sadece distopik senaryolarla rahat eden bir kesim mutlaka bulunur. Fakat ütopyacılar da distopyacılar da gelişmelerin öznesi olamazlar; gerçekliğin oluşmasına ancak dolaylı katkı yaparlar. Distopyaların iki etkisi vardır: 1- Ütopyaların hayalciliğini kötü senaryolarla dengelemek, 2- Ütopyaların kendi peşine takılanı gerçeklikten koparması gibi, karşıtları gerçeklikten koparmak. Dolayısıyla ütopyacılığın ve distopyacılığın bir toplumda gereğinden fazla yayılması tehlikelidir, toplumu bir çeşit hayal dünyasına sürükler.
Bugün birçok farklı senaryo dolaşımda bulunmaktadır ve bu senaryoların ortak bazı yönleri vardır:
- Her senaryo birçok alt açılıma sahiptir; bu sayede ana teori bir türlü gerçekleşmese de, her gelişmeden, “bakın biz dememiş miydik” sonucu çıkarılabilir ve senaryo kendini durmadan yenileyebilir.
- Bütün senaryolar kendilerine bilimsel destek bulabilir
- Bütün senaryolarda teknoloji başa bela olmakta insanı ele geçirmektedir
- Bütün senaryolar küresel bir diktatörlükte son bulmaktadır.
Senaryoların bilimsel destek bulması ne anlama gelmektedir?
Bilimsel malzeme bulmak bir senaryonun hakikat olduğunu göstermez. Çünkü bilim gündelik olayları izleyen ve onlarla ilgili hakikati açığa çıkaran bir üçüncü göz veya bir kamera değildir. “Koronavirüs insan üretimi midir, yoksa doğal yollarla mı çıkmıştır?” diye sorduğunuzda bilim için bu soru olasılığın değerlendirilmesinden ibarettir. Bugünkü teknoloji “üretmeye” uygun olduğu için gayet sağlam verilerle üretilmiş olabileceğini, doğal yollarla “üreme” mümkün olduğu için gayet sağlam verilerle doğal olarak çıkmış olabileceğini söyler. Bilimin söyleyebileceği bu kadardır.
Fakat insanlar meseleye böyle yaklaşmazlar; kendilerini ikna eden olasılığa yönelir diğerini göz ardı ederler ve tek hakikat oymuş gibi onun üzerinden konuşmaya başlarlar. Dolayısıyla senaryoların bilimselliği, bilimsel verilerin tek yönlü kullanımından ve bir tercihe göre konuşturulmasından ibarettir.
Gelecekle ilgili diğer distopik senaryolarda da durum bundan farklı değildir. İyiyi ve kötüyü konu edinmediğinden, bilim; teknolojinin iyiye mi, yoksa kötüye mi kullanılacağı hususunda bir şey söyleyemez.
Teknoloji bir hegemonya aracı olabilir mi?
Her sosyal gelişme ve her yeni teknolojinin kötü emeller için kullanılma ihtimali vardır. Fakat bu ihtimal, bugüne kadar gerçekleşmiş olanlardan ne eksiktir ne de fazladır. İhtiraslarının esiri olmuş insanlar her an her toplumda ortaya çıkabilirler. Bunlar kendi menfaatleri için gerekirse bütün insanlığın yıkımına rıza gösterebilirler. Ancak distopik senaryo sahipleri görmezden gelseler de her toplumda vicdan sahibi insanlar da vardır ve bunlar insanlığın yıkımı için çalışanları hep dengelemiştir. Dönem dönem terazinin dengeyi yitirdiği anlar olduysa da dünya hiçbir zaman zifiri karanlığa gömülmemiştir.
Herkes ok kullanırken mesela birinin (Cengiz Han) ıslık çalan oku keşfetmesi ve bu oku savaş sırasında ordusunu yönlendirmek için kullanması ona önemli bir üstünlük sağlar. Taş üstünde taş bırakmayarak diyarları fetheder. Fakat bu üstünlük küresel bir hegemonyaya yol açmaz, diğerleri de o tekniği öğrendiğinde avantaj kaybolur. Herkes kılıçla savaşırken birinin barutu bulması ve herkes barutla savaşırken birinin nükleer silah bulması da bu kabildendir. İlk yapan önemli bir avantaj elde etse de o teknolojiyi başkaları da edindiği zaman avantaj sona erer.
Küresel bir hegemonya için paradigmatik değişim oluşturan gelişmelere ihtiyaç vardır. Tarım toplumuna geçişin avcı toplayıcılığı yok ederek dünya çapında hâkim hale gelmesi; kabile ve site devletlerinden imparatorluğa geçişin küresel çapta hegemonyalar ortaya çıkarması; kıtalararası ticaretin fiziki güce dayalı imparatorlukları yok edip paraya dayalı küresel hegemonya ortaya çıkarması bu kabildendir. Ancak dijital teknoloji alanındaki gelişmeler paradigmatik bir değişime yol açmazlar; çünkü dijital alanda her şey bir klavye mesafesindedir. En iyi korunan bilgisayarlar hacklenebilmekte, en iyi sistemlere girilebilmekte ve en iyi korunan veriler bile çalınabilmektedir. Google’a alternatif Yandex, Windows’a alternatif Android ve Osx, Youtube’a karşı Tencent, Whatsapp’a karşı WeChat, Twitter’a karşı Weibo üretilebilmektedir. Herhangi bir dijital sistem tehdit oluşturduğunda, alternatifleri kısa sürede varlık kazanabilmektedir.
Hepsinden daha önemlisi ise, bütün distopik senaryoların kendisinde sonlandığı diktatörlüğün sürdürülebilir bir hegemonya biçimi olmamasıdır. Evrenin diyalektik tabiatını en iyi karşılayan hegemonya biçimi, soğuk savaş döneminin çift kutuplu dünyası idi. Tehdit potansiyeline sahip güçlü bir rakip, toplumların hegemonyaya rıza göstermesi için gerekli şartları sağlayabilmişti. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılması büyüyü bozdu. Sonrasında tek kutuplu bir hegemonya denendiyse de, tehdit yokken ülkeler, hegemonyaya rıza göstermediler. Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında farklı güçler boy vermiş bulunmaktadır. Kendi teknolojilerini geliştirme potansiyeli bulunan bu güçleri, kendi egemenlik alanlarını kurmak varken dijital bir diktatörlüğe ikna etmek hiç de kolay değildir.
Zihin kontrolü mümkün mü?
Zihnine tesir ederek bir insana iş yaptırmanın; ikna, rica, tehdit, kandırma, yönlendirme veya uyuşturma gibi türlü yollarının olduğu herkesin malumudur. İkna ve rica durumunda istemli, diğer durumlarda ise istemsiz olarak kişi zihnini (irade) karşısındakine açar ve onun iradesiyle hareket eder. Bu yollar o kadar etkili olabilmektedir ki, usta bir pazarlamacı subliminal yönlendirmelerle müşterisine istediği malı satabilmekte, sosyal medya platformlarının yönlendirilmiş bilgi sağanağı ile seçimlerde tercihler yönlendirilebilmektedir. Fakat bu yolların hiçbiri “zihin kontrolü”ne örnek olmadığı gibi, insanlık için yeni de değildir. Kur’an’da anlatılan şeytan figürü tam da böyle bir fonksiyon icra eder. Bu figür Hristiyan kültüründe olduğu gibi bedeni ele geçirerek istemediği şeyleri insana zorla yaptıran bir karakter değil, bazen süslü göstererek, bazen abartarak, bazen de gerçeğin bazı yönlerini saklayarak ikna eden bir karakterdir. Ağızdan girer, burundan çıkar (“sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından onlara yaklaşacağım” 7/17), sonsuz bir zenginlik ve ebedi bir iktidar vadeder (“Sana sonsuzluk ağacını ve hiç çökmeyecek bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?” 20/120) ve sürekli hatırlatmanın gücüyle insanı yönlendirir. Ancak kararlı davranan bilinçli insanlar üzerinde hiçbir tesir gücü yoktur (“mü’minler üzerinde hiçbir nüfuzu, hiçbir etkinliği yoktur” 16/99); aynı usta pazarlamacı ve sosyal medya manipülasyonları tarafından kullanılan subliminal mesajların olmadığı gibi! Nitekim İslam inancına göre irade çeşitli yollarla devre dışı bırakılabilir, ancak kontrol altına alınamaz. İmtihanın adil şartlarda gerçekleşmesi için böyle olmak zorundadır.
Son dönemde beyin çalışmalarındaki büyük gelişmelerin yol açtığı aşırı özgüvenle birlikte zihin kontrolü de konuşulur olmuştur. Beynin haritası çıkarılıp işleyişi çözüldükçe, yapay zekâ ve zihin kontrolü alanlarında çok cesur hayaller kurulmaktadır. Mevcut seviye zihin kontrolü için yeterli değildir. İleri bir gelecekte olacağını söyleyenler ise beyni sadece maddi bir yapı olarak görenlerdir. Oysa zihin kavramı beyin kavramıyla ifade edilemeyenleri anlatır. Beynin detaylı bir haritası çıkarıldığı halde bilgilerin nereye depolandığı bulunamamıştır. Onun nerede olduğu bilinmemektedir ama beyinde olmadığı kesindir. Bilinmeyen şey, kontrol de edilemez.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.