01.04.2022
-Türklüğün Tarihsel Hâlleri-
Sait Alioğlu
Biz, bu yazımızda; soyları dini argümanlar açısından toprağa ve Âdem’e(as) dayanan, ama gelişen zaman içerisinde farklı ırk kümelerine dayandığı bilinen Türkler(ya da Türk soylu insanlar) ile Kürtlerin, aralarında birçok konuda var olan farklı durumlara rağmen farklılıktan ziyade aynılığı, adeta birebir söz konusu olan birçok kitleden farklı olarak Anadolu coğrafyasında adeta etle tırnak misali bir arada, iç, içe olmalarından hareketle; bu iki kümenin, ilk günlerinden bugüne gelişlerinde geçirdikleri hallere vurgu yapmayı düşünüyoruz.
İlk önce Türk Unsurunun Hâlleri
Çok güzel ve yerinde bir söz var. “Akıllı kişi, başkasının aklını da kullanan kişidir.” Diye…
Eğer bu veciz ifadeyi Türklüğün hallerini izah etmede kullanırsak, bugün, dünden bu yana Türklüğün nasıl bir şekilde gelişerek devam ettiğini de görebiliriz. Hem, karşılaştığı topluluklardan ve onların kültüründen yararlanma, onların dillerinden kendi diline, kendi dilinde olmayan kelimeleri katma, bu sayede dili geliştirip zenginleştirme ve aynı zamanda da o karşılaştığı toplumların diline, kültürüne, irfanına, belki de mütekabiliyet esasına bağlı olarak renk, ses, heyecan ve hareket katma sayesinde; o toplum ve kültürler birbirinin devamı olarak çeşitli hâllere girmişler ve aynı zamanda Türklükte dünden bugüne yaklaşık yedi, sekiz hâl içerisinde olmuştur.
Bu çok hâllilik, birçok coğrafyaya rağmen, bu yakın coğrafyamızda vuku buluyorsa, bu durumu karşılıklı olarak bir nimet şeklinde değerlendirebiliriz.
Bu çerçeven yola çıkarak, Türkistan’dan; İran, Kürdistan, “yakın” Arap coğrafyası, Anadolu içleri ve hatta “günümüzde süregelen varlığını dahil edersek” Balkanlar’a kadar büyük bir alanda Türklüğün geçirmiş olduğu evreleri, merkezden, yani Orta Asya’daki durumdan bir hayli farklılaşan durumu, değişim, gelişim ve farklılaşmanın geldiği noktayı görmüş, var olan durumu kavramış oluruz…
O Zaman Var Olan Hâllere Bir Bakış…
İlk Hâl, Orta Asyalılık(Türkistanilik)
Bu hâl, yaşandı, geçmişte ve kayıt altına alındığı oranda klasik ve modern tarihsel, kültürel, toplumsal vb. çalışmalar içerisinde var olup ilgilisi tarafından değerlendirilmektedir.
Bu hali, en yalın şekilde, kendisinin süreç içerisinde, birbirine yakın isimlerle anıldığını bildiğimiz “Türk” unsurunun ta ilk gününden bugüne geçirdiği duruma uygun görülen hâl olarak değerlendirebiliriz.
Tanım yerinde ise, tarih sahnesine ilk kez kendine ait toprak parçasında çıkan bir halkın, ya da çoğunluğu akraba olan halkların ibdâ hâlini göstermesi açından hayli önemlidir.
Uygurlardan, Göktürklere, Hunlara, Selçuklulara, Karahanlılara, Osmanlılara, Safevilere vb. kadar uzan ve birçok din ve mezhep farkına rağmen, bir halk kümesinin temeli aynı kalmak şartıyla geçirmiş olduğu macera, o halkın yeryüzünde geçirdiği ilk hâl olarak önem kazanmaktadır.
Kısacası, bu hâl, başta İranilik, Ortadoğululuk ve Balkanlılık hâli istina kılındığında, şimdi revaçta olan Anadoluluk hâlini içerdiğinden bahsedilebilir.
Gerçi, istisna kılmaya çalıştığımız o “dışarılıklı” hâller de olmadan ne ilk hâl ve ne de Anadoluluk hâli anlaşılabilir. Zira tarih ve kültür gibi mevzular bir bütünlük arzeder.
O zaman, istisnaları da işin içerisine dahil etmeden, bu iki hâlinde anlaşılması pek mümkün görünmemektedir.
- Hâl; İranilik (Büyük Selçuklu dönemi İran’ında atılım ve gelişme; özellikle de Türk dilinin gelişimi))
“İran Türkleri, Farslar’dan çok önce İran topraklarına gelip yerleşmiş ve bu kültüre katkıda bulunmuştur. Ayrıca buraya gelen diğer boylardan etkilenerek onlardan birçok kültür ögesini benimsemiştir. Gerek İran Türkleri tarih boyunca bu topraklarda devletler kurmuş gerekse yönetilen konumunda olmuştur. İran Türkleri günümüzde yine aynı bölgede yaşamaya devam ettikleri için ve bu bölgenin kimliğini oluşturan yapı taşlarından biri olması … önemlidir… Gazneli, Selçuklu, Harzemşah, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, Afşar, Kaçarlar İran Türkleri tarafından kurulmuştur. İran’da yaşayan İran boyları ise İran Devleti tarafından araştırılmadığı için elimizde net somut bir delil yoktur.” (http://www.rusen.org/iran-turkleri/)
Bunlardan Sefevilerin ve Kaçarların, hem salt Türklük açısından, hem ona katkı sunma, ondan yararlanma adına, hem İslam açısından Şiilik saikiyle ve hem de günümüzde Türkü anlayış açısından öne çıkan/çıkarılan Türk birliği düşüncesi adedinde, farkında olsunlar, ya da olmasınlar, önemli bir işlevi üstlendikleri çok rahatlıkla söylenebilir.
Diğerlerinin ise, izleri sürmekle birlikte, bu iki güce rağmen pek net değildir. Bunun da en önemli sebebi, bu iki gücün hem orayı yurt tutan Türklerin ve hem de İran coğrafyasının belli bir zaman sonra Şiileşmesi sağlaması olarak kabul görmesi gerekir.
Mezhebi olguyu, çıplak şekliyle din ile ilişkilendirsek de, çok yerde ve kültürde olduğu gibi, burada da bir halkın, milletin kendi bütünlüğünü sağlamada bir aparat işlevi gördüğü ve milletin bir açıdan mezhep olgusu üzerinden neşvünema bulduğu da kabule şayandır.
Konumu gereği söylersek; nasıl ki, Sünnilik(Hanefi) ve Şiilik(Caferi) Türklerin önemli bir kısmı için, sosyolojik açıdan milleti “yeniden” oluşturan ve Türk kalmalarını sağlayan bir unsur görevi görmüşe, Hıristiyanlık gibi sair din ve mezheplerde Türkleri, onlara dahil oldukları için Türk olmaktan çıkarmıştır. Ör. Gagavuzar…
Kısacası, ikinci halin Türk unsuru için hayati derecede önemli olduğu söz konusu…
- Hâl, Ortadoğululuk(Arap, Kürt vb.) -Kürt milletiyle İslam kardeşliğine
bağlı olarak özel bir kardeşlik bağı oluşturmak ve işi stratejik olarak ileriye taşımak. Tabii ki, süreç içerisinde yapılan yanlışları da hesaba katarak.-
Türkler Müslüman olunca, Türkistan dışında başta İran olmak üzere Ortadoğu’da(Irak ve Suriye) görünmeye başlamışlardı. Savaşçı bir kimliğe sahip Türklerden Abbasi devletini, özellikle de halifeyi koruma maksatlı olarak onlardan seçkin bir koruma grubu oluşturulmuştu.
Rivayet edilir ki, bölgeye yönelik ilk Türk göçü bu şekilde olmuştu. Hatta Irak/Samarra şehri Türk askerleri için bir garnizon şehir olarak inşa edilmişti.
Önce Irak ve Suriye’de temerküz eden Türk unsurun, daha sonra, hatta Malazgirt’ten önce Anadolu’ya yerleştikleri bilinmektedir. Buna bağlı olarak, Türk birliklerinin Kars/Ani üzerinden Anadolu’ya girdikleri gibi, Harran üzerinden de Anadolu içlerine yöneldikleri kayıtlarla sabittir.
Günümüzde Lübnan’da dahil olmak üzere( Kuneytra bölgesi) Irak ve Suriye’de yaşayan ve genel anlamda Türkmen olarak bilinen Türklerin önemli bir kısmının(Kerkük vb.)Anadolu’dakinin aksine Şiiliği benimsemesi, Türklüğün Müslümanlık yoluyla, Şiilik üzerinden Araplaşması ve haliyle Ortadoğululaşması önem arz etmektedir.
Öteden beri Türkiye’den salt Türkçü saiklerle Irak’taki Türkmen unsura bakılmasının yanında, orada yaşayan Türkmenlerin önemli bir kısmının yukarıda da belirtildiği üzere Şii olmasına mukabil, çeşitli vesilerle birlik oldukları, birlik mesajları verdikleri de bilinmektedir.
Türkiye’den oraya yönelik salt Türkçü bakış, var olan gayr-i Müslim -daha doğrusu Hıristiyan- Türk unsurlara bakış gibi, inanç eksenli olmaktan ziyade büyük oranda etnik ve belli bir oranda da kültürel temellere dayanıyor.
Bu salt etnik bakış açısının, Irak’taki Türk unsur açısından gayet insani ve aynı zamanda da Türkiyeli bakış açısına pek de fayda sağlamayacak ideolojik (Şia) esaslı bir yönü olduğunu söylemek gerekir.
Bu fayda sağlamayacak yön, birçok kez olduğu üzere, birkaç ay önce yapılan Irak’taki milletvekilliği seçiminde tv. Ekranlarına yansıdığı oranda, Haşdi Şabi gibi yüzü İran’da dönük, oradan emir alan çatı örgütlerin Türklük olgusunu, Irak bağlamında koparıp İran’ın kar hanesine yazdırması mes’elesinde göze çarpmaktaydı.
Seçim döneminde olan biteni en azından Türkmeneli Tv. Kanalı üzerinden gözlemediğimiz kadarıyla söylersek; İTC’nin bir kanadında Sünni Türkmen Haa-san Beyatlı, diğer kanadında ise, Şii Erşad Salihi’nin bunması; Hasan Beyatlı’nın, Irak genelinde nüfus göçürtme politikasını Sünniler aleyhinde uygulamaya çalışan Haşdi Şabi’nin parti binalarının, seçim sürecinde birçok kez Hasan Beyatlı gibi sözde Sünni Türkmen liderler tarafından ziyaret edilmesi ve seçimlere yönelik olarak İran’ın başarı hanense katkı sunmak ve buna rağmen yer yer yönün Türkiye’ye doğru tutulması sözde etnik saiklerle, ama Şiilik düşüncesi içre olması gibi garabet bir duruma işaret ederdi.
Kısacası birçok bölgesellik gibi Ortadoğuluk da Türklük bağlamında kendine özgü şartlarda varlığını üst perdeden sürdürüyor.
- Hâl, Anadoluluk (Anadolu Selçuklu döneminde başlayan ve Osmanlı döneminde devam eden İslam (Sünni) temelli Türklük. Burada, Türklük, dini, devlet bazında kendi tekeline almada meş’um, etkili ve aynı zamanda önemli bir figür olan Bizans’tan etkilenmişti.
Daha sonra Osmanlıda, bilahare yeni Türk devletinde ise Diyanet İşleri Başkanlığı formu büyük oranda Bizans’ın bir izdüşümü olarak kabul görmekteydi.
Tabii ki daha önce, Türklerin Müslüman olup Ortadoğu’da yer tuttuklarında, “dini devletin tekeline alma” hususunda; Emevilerden ziyade Abbasiler ile başlayan ve Bizans’la birlikte Sasani’nin taklidi sonucu, din devletin boyunduruğuna girmiş oluyordu.
Türkler geldikleri ilk vatanları ve İran’da birkaç asır göçebelikle iştigal etmeleri sonucu, şehirleşmeleri ve şehre uyun meslek sahibi olmaları, yerleşikliğe niyet bağlamında çok uzun sürmüştü.
Onlar Anadolu’ya geldiklerinde karşılarında, Anadolu’nun doğusunda mukim Ermenileri, Güney Doğu’da ise kısmen Ermenilerle birlikte büyük oranda Süryanileri görmüşlerdi.
Buna bağlı olarak, doğusunda az olmakla birlikte Fırat’ın batısından(Erzincan, Sivas, Maraş, Antep vs.) tutun da Ege sahillerine kadar koca bir Anadolu coğrafyasında “Yunan soylu” Rumlar yaşamaktaydı.
Bu saydığımız halklar yerli oldukları için, ya şehirlerde ya da köylerde yaşamaktaydılar. Köyde tarım ve hayvancılık, şehirde ise şehre uygun birçok meslek icra ediyordu.
Buna rağmen, göçebeliğin ve göçebenin anladığı ve algıladığı meslek anlayışı ise haliyle konu ile alakalı olup oldukça dar bir çerçevede seyrediyordu. Burada, işin esprisine bağlı olarak kapatılması bir hayli zor bir açık vardı.
İçeriden bakıldığında pek hissedilmeyen bu konu Ahilik teşkilatı adıyla Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah’in tavsiyesiyle Anadolu Selçuklu Devleti’nin Fütüvvet Teşkilatına destek vermesi sürecini takiben Ahi Evran vasıtasıyla kurdurulmuştu.
- Hâl, Balkanlılık…
Süreç içerisinde Balkanlardaki göç dalgasıyla gelen Türklerin yüzlerce yıldır kaldıkları ve vatan ittihaz ettikleri yerlerde yerel kültürlerle de ister istemez bir aşinalığı ve kültürel alışverişliği söz konusudur. Bu alışveriş, kültürel etkileşim, din olgusu dâhil; dil, kültür vs. konularında mutlaka varit olmuştur. Olguya hangi açıdan ve disiplinden bakarsak bile sonucun da aynısı olduğunu görebiliriz. Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi, nasıl ki, Anadolu Türklüğü Anadolulaşmalı, belli bir oranda da Ortadoğululaşmalı diyebiliyorsak, Balkan Türklüğünün de belli bir oranda Anadolululuğunu, Ortadoğululuğunu muhafaza etmekle birlikte Balkanlaşması / Balkanlılaşması da o oranda oluşması gerekirdi. Bize kalırsa, hem Anadolu Türklüğü ve hem de Balkan Türklüğü kendi özünü korumakla birlikte belli bir oranda da bulunduğu, yerleştiği muhite uygun olarak yerelleşmişti. Ama sonra nasıl oldu da, özellikle de Balkan Türklüğü bir yolunu bulup, beş/altı asırdır var olan bağlarını koparıp, kendini o topraklarda yabancı hissetmeye başlamıştı?
Mutlaka böyle bir sorunun çeşitli açıları da içeren bir yanıtı vardır. Ama esas yanıt, yine bize göre, halkların kardeşliğini dumura uğratan, o yapıyı bombalayan milliyetçilik/ulusalcılık içerisinde mündemiçti. Ki, o mündemiçlik, Balkanlardan süregelen Türk veya diğer Müslüman halklar bağlamında belirgin bir din dışılığı, oranın şartlarında oluşsa bile oradaki dindarlığı kale almayan ve burada da kendine Kemalizm ve Laiklik zemininde yer bulan bir yapıya tekabül ederdi.
Öyle ki, yer yer Balkanlardan gelen insanlar Anadolu´ya adım attıklarında yerli diğer etnik unsura mensup insanların meskûn oldukları bazı taşra vilayetlerini ve genel anlamda da İslam´a aidiyetlerini az çok sürdürseler bile Müslüman halkın paylaştığı mekânları hiçbir zaman paylaşma yoluna gitmemişlerdi. Ki, bu anlayış, milliyetçiliğin ve de Kemalizm´in Anadolu halkının aksine Balkanlardan gelen insanlarca bir kurtuluş reçetesi olarak algılanmasından ibaretti. Daha da geriye gidersek, bize de miras kalan milliyetçiliğin nüvelerinin teorik olarak Batı felsefesi içerisinde yerini belirtmekten ziyade, pratik alanda Osmanlı hakimiyetine karşı çıkışların menbaı´nı çeşitli kavimlerin, dinlerin mezhep ve meşreplerin sıkışık vaziyette durduğu yerin bir açıdan Balkanlar olduğunu söyleyebiliriz.
6. Hâl, şimdiki Türk ulusalcılığı hali
Ulus-devlet tabiatı gereği seküler algıyla birlikte yaşayan batılı toplumların bir parçası olan bazı ideolojik grupların daha evrensele ulaşmak için ortaya koymaya çalıştıkları bazı çabalara karşı çıksa da değişen dünya dengeleri, toplumsal algı ve buna bağlı olarak bazı değerlerden dolayı da olsa, baskıcı yönünü oluşan teamüllere binaen normalleşme kalıbına sokabilmektedir.
Ama İslam dünyasında vücut bulan ulus-devletler ise bunlara asla tahammül göstermemekte, haklara ket vurmakta ve kitleleri elindeki güçle susturmaya çalışmaktadırlar. Zira onlar için ulus¬devlet baştan beri döneminin Batıcı donelerini baz alan, ilerlemeyici tarih ve toplum algısını ne pahasına olursa olsun yaşatma azminde ısrar etmektedir.
- Hâl (Muhtemel, içerisinde bulunulan hâl); Tekrardan çok dillilik ve çok kültürlülük çerçevesinde Türklüğün değişimi, dönüşümü ve zenginliği, ya da fakirliği bir arada değerlendirilmelidir.
Bu hâl, yaşandığı ve devam ettiği için, şu ya da bu sebepten dolayı; şu ya da bu şekilde sonlandırmak, onu ileride hatırlanabilir ölçülerde medeniyet hâline getirmekten ziyade, süreci takip etmek daha rasyonel olsa gerek…
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.