Sait Alioğlu Yazdı: Anlîyam, ama konuşamîyam(*)

05.03.2022

Yukarıda başlığa çektiğimiz ifade, birbirine bağlı olan birçok sebebinde özeti hükmündedir. İşin özcesi, büyük bölümünün annelerinin “ana dili” Kürtçenin Kurmancî lehçesi olmakla birlikte, ev ortamında büyük bir ihtimalle Kürtçe konuşulduğu halde, “dışarıda”, yani okulda, işte, çarşı-pazarda Türkçenin konuşulduğu, dahası Kürtçeye nazaran Türkçenin resmi dil olması hasebiyle de baskın bir rolü olması sonucu, birçok yerde olduğu üzere Diyarbakır’da Kürtçenin gençler nazarında ya ikincil planda kaldığı, ya da başlıkta ki ifadeye bağlı olarak anlaşıldığı halde, konuşulamadığına şahit olmaktayız.

Tabii ki, Türkçeyi burada, salt emperyalist kaygılarla hareket eden Batılı sömürgeci devletlerin, girip sömürdükleri ülkelerde konuşulan dilleri tamamen yok etmek ve bitirmek şeklinde değerlendirmemek gerektiğini bilmenin yanında, birbirinin sebebi olan ve iç içe geçmiş olan donelere bakıldığında, Kürtçe üzerinde Kemalist ulusalcı reflekslere dayalı asimilasyon politikasının var olduğu da kendiliğinden görülecektir.
Bir yanda, yaklaşık yüz küsur yıllık ulusalcı temele dayanan dil ağırlıklı bir asimilasyon, öte yandan da TRT bünyesinde Kürtçenin tamı tamına üç lehçesinde(Kurmancî, Zazakî ve Soranî) yayın yapan kanalın varlığı, var olan bu asimilasyona karşı bir menfez açmak şeklinde okunabilir. Süregelen bu asimilasyon ve modernleşmeye bağlı olarak şehir merkezlerine yapılan göçler; insanlara birçok maddi imkân sundu, onları gerek mahiyeti itibarıyla şehirlileştirdi.

Modernleşmeden ziyade, salt şehirlileşen kitle “nimet-külfet” dengesi içerisinde; maddi imkânlara sahip olurken, öte yanda siyasi açısından şu ya da bu oranda Kürt kimliği ile muhatap olan “çoğu da” genç olan insanların, şehre adapte olma, toplumla birlikte yaşama gayesiyle Kürtçeyi ya tamamen unutarak, ya da “ev ile oluşan kopukluğa binaen” Kürtçe yerine Türkçeyi konuşma ve anlaşma dili olarak yoğun bir şekilde kullandıkları görülmektedir.

Konu bağlamında başlığa dönersek, bu gençlerin büyük bölümü üzerinden “anlîyam, ama konuşamîyan” ifadesi hakikat olarak günlük hayatın, o gençleri aileleri nezdinde yabancı kılan, bunun yanında da giderek ailelerine yabancılaşan gençlerinde, kendi akranları ile birlikte yeni bir toplumsallığın temelinin atılmasına gerekçe olan bir yüzü de meydana gelmektedir.

Başlığa çektiğimiz cümle, doğal olarak Kürtlerinde göçler neticesinde gidip yaşamaya başladığı birçok batı metropolünde gençler tarafından ifade edilmiş olsa; burada salt bir asimilasyona dikkat çekilir, ama yaşanılan yerin farklı bir coğrafyada olması sebebiyle bunun asimilasyon gölgesiyle birlikte, birçok “haklı” sebebi sıralanabilirdi.

Adeta; “şöyle olduğu için şöyle oldu, böyle olduğu için böyle olduğu” kabilinden, var olan duruma yönelik sebepler öne sürülebilirdi, ama yaşanılan yer Diyarbakır gibi “yerli” bir coğrafya ve kültür iklimi olduğundan dolayı; yine gençleri anlama ve vakıaya dikkat çekme şartıyla şerh düşülebilir.
Yaşanılan hayatta, tehlikeden arî olmak adına “sakınılan göze çöp batar” kabilinden söylenegelen ifadeler misali, dil ile birlikte, dış etkilerden mümkün mertebe sahibi tarafından sakınılan kültürel ögelerin, karşıtlarıyla karşılaşma anlarında ortaya koyacakları performansın gücüne bağlı olarak ayakta kalacağı, kalabileceği, ya da kalmayacağı, hatta kalamayacağı öngörülebilir.

Bu durumu, Kürtçenin, sahada Türkçe ile karşılaşma anlarına hamlettiğimizde öngörülebilirliğin, öngörülemezliğine binaen daha belirgin olduğu söz konusu…

Burada, en başta Osmanlı son dönemine kadar Osmanlıcanın(İstanbul şivesi) Anadolu halkının kullandığı Türkçenin, dil devrimi ile birlikte öne çıktığı, birçok açıdan “kurumsal bazda” desteklendiği ve hayatın her alanında kullanılma zorunluluğu gibi sebepler; Türkçenin Kürtçe karşısında öngörülebilir bir üstünlüğe sahip kılındığına işaret etmektedir.

Kürtçenin de bu duruma gelmesi için, TRT’in Kürtçeye tahsis edilen kanalında kullanılması ile birlikte, altyapının tamamen oluşması sonucunda okullarda seçmeli değil, bilakis, o dille eğitim yapılması gibi yasal haller söz konusu olduğunda gençlerde dâhil olmak üzere Kürtlerin belki de tamamın- Kürtçe ile birlikte- Türkçeye de hayatlarında yer vereceklerdir.

Şu da bir gerçek ki, bugün Türkiye’de irili ufaklı “birçoğu da” Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden var olan göçler neticesinde konuşulan dillerin yok olma tehlikesinin yanında, bu topraklarda Türkçeden sonra konuşulan ikinci büyük dil kümesini oluşturan Kürtçenin yok olması pek mümkün olmamakla birlikte yasal açıdan alınacak önlemler sayesinde ayakta kalacaktır. Bir dilin ayakta kalması sadece yasal yolların kullanılmasın yanında, ona ivme kazandıracak “sivil” kültürel çabalarla mümkün olabilir. Bu sivil alanın en önemli unsuru Kürtçe gerçeğinde de
olduğu üzere medrese geleneği ve masaldan müziğe topyekûn toplumsal hayatın kendisidir. 

Bu gerçeği Türkçe için söz konusu ettiğimizde; eski(meyen) Türkçenin, toplumun tümünde karşılık bulmayacak olsa da, salt dindar kesim ile geçmişin ilmi müktesebatının peşine düşen ilim ve sanat ehlinin Osmanlıca merakı sonucu günümüze kadar taşındığından hareketle belirtebiliriz…

Gençlerin büyük bölümünün “anlîyam, ama konuşamîyam” türü ifadelerinde ortaya çıkan gerçek, sadece salt modernleşme ile başlayan şehir hayatının onlar üzerindeki etkisinden ziyade; cumhuriyet adına ortaya konan uygulamalara karşı “Türk ile Kürd’ün” eskiden de olduğu üzere, yeniden “İslam adına ve Allah için” cemaatleşme ve var olan baskıya karşı kenetlenme anlarında, Türkçenin salt anlaşma dili işlevi görmesi de Kürtçenin ikinci planda kalmasına zemin hazırlamıştı.

Daha sonraki süreçte de, bir nevi o cemaatleşmenin farklı bir versiyonu olarak sağ, muhafazakar ve İslami cenahta kurulan ve içerisinde Kürtlerinde yoğun olarak siyaset yaptığı siyasi oluşumlarda da, üstü örtük bir asimilasyon sezinlenmiş olsa dahi, salt anlaşma dili olarak öne çıkmasının bir sonucu olarak –Kürtçeyi reddetmemekle birlikte- Türkçe yine ön planda olmuştu. Aynı zamanda, uzun bir dönem Türk solu içerisinde mütalaa edilen Kürt solundaki yapıların; politbüroları başta olmak üzere sempatizanlarının büyük bölümünün de, etki alanı Kürtçeden hayli, hayli fazla olan Türkçeyi kullanarak mücadele etmeleri de, Kürtçenin arka planda kalmasının bir sebebi oluştu. Ki, hu durum halen devam etmektedir.

Sonuçta Türkçe ile Kürtçe doğal olarak iki Müslüman kavmin dilleri olduğundan dolayı dinî anlamda olmasa dahi, kültürel olarak “Müslüman diller” kategorisine dahil edilebilir. Ama bu kardeşlik, kurumsal yardımlar ve destekler pek belirgin olmadan, o dillerin kendi imkânlarını kullanılması sonucu mümkün olabilir.

O zaman, herhangi bir Kürt genci, başka dillerle birlikte, Kürtçeyi ve Türkçeyi hayatını anlama ve anlamlandırma sadedinde kullanabilme imkânına sahip olur ve “bir dil bilen bir insan, iki dil bilen iki insan” olarak hem kendisine, hem çevresine ve hem de dünyaya pozitif enerji yayabilirdi.
(*)Azerice diyalektiğin “Anlıyorum, ama konuşamıyorum” ifadesinin Diyarbakır ve Urfa vb. ağızlarındaki telaffuz karşılığı olan cümle.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir