Sait Alioğlu Yazdı: Cumhuriyet’in yüzüncü yılı dolayısıyla…

30.10.2023

Öncelikle Cumhuriyet Nedir?

Cumhuriyet sözlük anlamı açısından; “Çoğunluk anlamına gelen ‘cumhur’ kelimesinden mütevellit ‘siyasi mekanizması teorik açıdan seçimle belirlenen devlet idaresi” şeklinde okunur. Daha genel anlamda ise; millet tarafından seçilen parlamentoya dayanan ve başında cumhurbaşkanı olan siyasi bir rejim şeklidir. Genel kabul gören kanıya göre, bu rejimde yönetim, saltanatçı rejimlerde olduğu gibi babada oğula, ya da aile yakınlarına miras yoluyla geçmez. Gerçi bunun aksi uygulamalarının günümüzde birçok örneği söz konusudur, bu rejimlerin uygulandığı iddia edilen ülkelerin varlığı da bilinmektedir.

Cumhuriyet düşüncesinin izlerini Ortaçağ Yunan filozoflarından Aristo’nun düşüncelerinde bulabiliriz. İnsanlık tarihinde kılasik anlamda ilk cumhuriyet uygulamasına uygun devlet yapısına Roma’da rastlamaktayız. Modern çağda ise, ilk cumhuriyet 1776 da ABD’de, 1789 devriminden sonrada Fransa’da kurulmuştur.

Daha sonra ise, modernizmin oluşan saltanatı dolayısıyla Batının dünya genelinde elde ettiği güç sonucunda oluşan hâkimiyete binaen temeli saltanata dayanan Avusturya-Macaristan imparatorluğu ve akabinde de Osmanlı devletinin parçalanmasına müteakip modern algıya müsait toplumlar oluşturulduğu gibi, bu toplumların önemli bir kısmında da cumhuriyet rejimlerinin ilan edilmesi teşvik edilmiştir.

Cumhuriyet Rejimlerinin Olmazsa Olmazı Ulus Devlet…

Cumhuriyet yönetimi bizde de dönemin materyalist pozitivist ve jakoben algısına uyum içerisinde olan bir anlayışla hayata geçirilmişti. Bu algı açısından hareket edildiğinde, hayatın her alanında bu anlayışın vücut bulduğunu görmekteyiz.

Başta ‘ilkesel’ olarak genel anlamda saltanata karşı durulmuş olduğu kabul görse de, bu rejiminin ana karakteristik özelliğinin ulus devlet olduğu çok rahatlıkla anlaşılabilir.

Bu rejim sayesinde ulusçuluk furyası içerisinde kavmi kimliklerimiz iç edilmiş, hepimiz istemesek de Batılı bir formatta Türkleştirilip, laik ve seküler kılınmış ve kendine özgü bir tarzı var olan Türk usulü cumhuriyet rejimine inandırılmıştık!

Ulusçuluk “tarih, toplum, toprak, vatan ve dil” vs. unsurlarının söz konusu edildiği modern bir vaka olup, normalde cumhuriyet anlayışına zıt olduğu halde, bizdeki uygulamanın bunun tam tersi olduğu görülmektedir.

Kemalist jakobenizm´den, dinî söylemin devlet katında dillendirilmesine…

Halk arasında bir deyim vardır; ´kötü komşu insanı ev sahibi yapar´ diye…

Bu meyanda, konumuz açısından düşündüğümüzde, bugünden ziyade, dönemin ´Müslüman´ yönetimlerinin kendi ´tekçi´ yönetim anlayışları uğruna ´siyasî ve sivil´ bir muhalefeti kabul etmediği bilinmektedir.

Buna koşut olarak Batı’da neşvünema bulan birtakım düşünsel ve ideolojik anlayışların, yine dönemin birçok âlim, aydın ve entelektüelleri nezdinde önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz.

Buna bağlı olarak söylersek, Kur´an´ın ŞÛRA dahil hayati anlamı bulunan birçok konuda ilke olarak belirttiği kavramların, ya ilgilisince tam olarak anlaşılamadığı, ya da bir kopyacışına bağlı olarak senkretik ve eklektik olarak ele alındığına şahit olmaktaydık.

Bu yanlış anlayışa benzer bir şekilde, cumhuriyet kavramın da, maddi açıdan onlarınkinden farklı, ama toplumu da sözde çoğunluk esprisini önerdiği halde türüne özgü bir tekçilik içre hapsediyordu.

Dindar´ın cumhuriyetçiliği…

Yirminci yüzyıl, büyük oranda çeşitli toplumsal, siyasal, kültürel, ekonomik ve bunlara bağlı olarak ´ideolojik´ açılardan bir kavram kargaşasının yaşandığı yüzyıl olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır.

O yüzyılın bir eseri olan bu durumu, o yüzyılın son çeyreğinde doğmuş bulunan ve yirmi birinci yüzyılı anlamaya çalışan gençler başta olmak üzere, onlardan görece yaşlı geniş bir kitlenin nezdinde, o kavram kargaşasının halen devam ettiği söylenebilir.

Bu kavram kargaşası, yirmi birinci yüzyılda da yaşanmakta olup, sözde çoğulculuğa dayandığı belirtilen, ama “şimdiye dek” var olan uygulamalarına bakıldığında salt Batıcı karaktere sahip olduğu görülen cumhuriyet olgusu üzerinden de yaşanmaktadır.

Bu yaşanan kavram kargaşası, içerdiği doneler dikkate alınmadan değerlendirildiğinde, hem her kesimin sahiplendiği ve bu sahiplenme üzerinden ona uygun tanımların yapıldığı ve yine bu yapılanla üzerinden yüründüğüne şahit oluruz. Dindar cumhuriyetçiliğe bu coğrafyada gerek o dönemlerde yaşamış ve gerekse de bugün yaşayan birçok hadiseden ve şahıslardan örnek verilebilir.

Ülkeyi Cumhuriyet’in yüzüncü yılına kim taşıyor?

Bir asrı tamamlayacağı için; ülkemiz, toplumumuz, bölgemiz ve “çağdaş” dünya tarihi açısından önemli bir tarihî ana şahitlik etmiş olacağız/oluyoruz.

Bu süre içerisinde yaşanılan hayatı, ister istemez tüm yönleriyle rasyonel bir şekilde değerlendirilmek icap ediyor.

Bu süre zarfında, “ne oldu, ne/ler yaşandı; daha neler yaşanacak türden sorularda cevap bekliyor. Sosyal, siyasal vb. formlar, şartlar toplumun tümü açısından önemli olmakla birlikte, kimin o formun oluşumuna ne kadar “etkisi” “katkısı” oldu; bu da haliyle önem kazanmaktadır.

Mutlaka, var olan bu formun oluşumuna –birçok eleştiri ile birlikte- birçok toplumsal kesim ile şahısların etkisi ve katkısı da olmuştur. Ki, bu meyanda, ilk dönem İslamcılarının etkisi ile katkısını zikredebiliriz. Öreğin; İslam alimi ve mütefekkir Said-i Nursî ve “İstiklal Marşı” şairi Mehmed Âkif vb…

Biz, bu etkiler ve katkılar çerçevesinde, ön planda olduklarından dolayı; Cumhuriyet’i Kemalistlerin ihdas ettiklerini; günümüzde iktidarda bulunan muhafazakâr kadronun da, onu, yüzüncü yıla ulaştırmayı planladıklarını; bundan dolayı, yapmaya çalıştıkları her şeyi, bu amaç uğruna ele aldıkların ve işin propagandasını yaptıklarına tanık olmaktayız.

Ama Kemalist kadronun söz konusu o olduğu için “Cumhuriyet’i biz kurduk, onu biz yaşatacağız” kadim söyleminin yanına bir de konjonktür gereği; “onu biz yüzüncü yıla taşıyacağız!” çıkışı, iki cenah arasında temeli eskilere dayanan mücadelede yatmaktadır.

Devlet’i kuran partinin kendi iktidarını kaybettikten sonra uzun onlarca yıl “muhalefette” kalmasının etkisiyle hareket ettiği gerçeği de işin içerisine dahil edildiğinde ve bir de AK Parti’nin neredeyse çeyrek yüz yıla dayanan ikitidarı söz konusu edildiğinde, cumhuriyeti yirmi birinci yüzyıla taşıma durumu CHP açından bir hayat, memat; yani ölüm, kalım” konusu olmaya devam edecektir.

AK Parti iktidarından dolayı cumhuriyet, bu kez muhafazakâr modernleşme gerçeği ile tanışmış oldu.

Her ne kadar AK Parti’nin yol yürümesinde kendine uygun gördüğü muhafazakârlık ideolojisi de maksat açısından Batılı karakter taşıyor olsa da, bizde uygulanış şeklinin CHP ile birlikte epey bir kesim tarafından(laik, ulusalcı, solcu, liberal vb.) İslam olarak algılandığından maada, cumhuriyet’in karakterinin bir değişime uğratıldığı kabul görmektedir.

Dün Cumhuriyet’in kuruluşunun yüzüncü yılı kutlandı. Bu yüzyıl, dünya için önemli olduğu kadar Türkiye içi de çok önemli bir durum arz etmektedir.

Kendi kulvarında İslam’dan izler taşıyıp yürüyen, ama bu yürüyüşü birçok sebepten dolayı kesintiye uğratan ve bu meyanda açılan parantezi kapatma sevdasında olan muhafazakâr iktidar tarafından; saltanatın değil de, muhafazakâr tandansla da olsa cumhuriyeti en makul ve kabul edilebilir bir duruma getirme düşünce ve çabasının, özellikle de son yıllarda ivme kazandığı görülmektedir.

Bir iktidarın gücü, ilk günü itibarıyla toplumum tüm kesimleri için uygun görüldüğü, ama ona karşı düzenlendiği düşünülen bir karşı darbe ile kesintiye uğrayıp jakobenleştiğine kanaat getirilen cumhuriyet’in makul ve müspet hale getirilmesi ve açıkçası Müslüman halkın inancına göre düzenlenmesi için yeterli gelecek mi?

Bu soruya, cumhuriyet’inde önerilen içeriğine bakıldığında, makul ve müspet cevaplar aramak ve onu ivazsız ve garezsiz bir şekilde toplumsallaştırıp uygulama açısından kallavi ve çözüm içeren cevapları verilmesi ve dahası verilebilmesi gerekir.

Bu böyle olmayacaksa eğer, geçmiş dönemlere gitmek makulat ve mümkünat açısından gerçekleşmeyeceği gibi, ileriye de gidilmediği takdirde, en azından bir yüz yıl daha heba olacak ve işler sarpa saracaktır.

Bu sarpa sarma, sadece Müslümanların, insan ve vatandaş olma hasebiyle var olan haklarını kullanamamaları açısından olduğu kadar, bu ülkenin, yapay değil de(zorlama durum ve tavırlar; ör. lgbt) doğal şekilde öteden beri var olan sosyal, kültürel, siyasal, dini, mezhebi vb. renklerinin de solması anlamına gelecektir.

Bu aslî renklerin solmaması için makul ve makbul bir cumhuriyet için yirmi birinci yüzyılı Rabbim tüm mazlumlar ve mahrumlar için hayır eylesin. Amin…

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.