Sait Alioğlu Yazdı: Deprem Felaketi Üzerinden Vurgulanması Gereken Bazı Noktalar (2) (Tecrübeyi konuşturmak)

02.03.2023

“Tecrübe, bir insanın başından geçenler değil, başından geçenlerin bıraktığı izlerdir.” (Henry Huxley)

İnsan dünyaya gelirken, birçok konuda bilgiyle donanımlı olarak gelmiyor. Sadece, onun da farkında olmadığı ve dolayısıyla ne bilgiyi ve ne de herhangi bir bilgisel yanlışı üzerinde taşımadan hayata “merhaba” diyor.

İlk andan itibaren, annesinden süt emmeden tutunda, durmadan” ağlamasına ve çektiği karın sancısına kadar birçok konuda tecrübe sahibi olmaya başlıyor, ona aday oluyor.

O, arık meraklı bir varlık olarak hayatı anlamaya ve gözlemlemeye çalışıyor, gayret gösteriyor. Heves sahibi oluyor, vs. vs…

O,bu özelliğiyle hayatın öznesi ve dolayısıyla diğer varlıklar farklı olarak pozitif bir ayrımcılığın hak ediyor. Zira onların karşılığında imtihanı kazanıp kazanmama durumu söz konusu…

Yukarıda bir yerde insan için hevesten bahsetmiştik. Heves, onun için, onu insan kılan, çok şeyi anlamaya çalışan merak tarafından kaynaklanmaktadır.

Tiyatro için söylenen, onu ifade eden “iki kalas bir heves” mottosu, insanın çocukluğundan başlamak üzere son nefesini vereceği ân’a kadar, hem tekil olarak kendisi ve hem toplum için var olan sıkıntıları aşmada ve onat bir hayat sürmek için yapılması gerekenin en iyisini ve sadesini ortaya koymak için bir fikir verebilir. Buradan konumuza dönersek, sanırız, diyalektiğin her şey birbirine bağlıdır” ilkesi gereği “iyi ve sade” bir hayat sürmenin yolunun, bu kuralı dikkate almanın ve Allah’ın© Sünnetinde(Sünnetullah, doğa yasası) mutlak bir yeri bulunan fizik kanunlarıyla uyumlu bir şekilde yaşamaktan geçtiğini söylemeye gerek yoktur.

Var olan fizik kurallarının dışında farklı bir şekilde ve farklı konumlarda yaşamanın mümkün olmadığını biliriz.

Örnek vermek gerekirse, yer çekim kuvvetinin zıddına, hep havada durarak yaşamamız mümkün değildir. Öyle bir şeyi, ancak şarlatanlar dile getirebilirler, ama o da göz yanılsaması(sihir) olarak değerlendirilir. Buradan hareketle, konumuza dönecek olursak, havada yaşayamayacağınıza, orada çadır dahi kuramayacağımıza göre, yerde yaşamak zorundayız.

Yerde ise, sağlıklı bir şekilde yaşamakta –artık biliyoruz ki- yine fizik kanunlarına uygunluk içerisinde zemin etüdü yapma suretiyle/şartıyla temeli sağlam ve kendisi de sağlam olması gereken binalar inşâ etme suretiyle yaşanabilirdi.

Bu fizik kanunları yeni icat edilmiş, önceden pek bilinmeyen şeyler değildi. Zaten bundan dolaydır ki, ilk dönem toplulukları, mümkün mertebe evlerini görece sert zeminlere/dağlık, kayalık alanları, tarım içinse “yine” mümkün mertebe düz, ovalık yerleri seçmişlerdir.

Büyük bir ihtimalle bu seçme durumları, o insanların yaşamış olduğu büyük yıkımlardan/felaketlerden dolayı olmuş olabilir.

Günümüzde yapılan birçok arkeolojik kazının büyük bölümü, konu gereği bize ilham vermekte ve biz o konuda düşündürtmektedir. Yani, iş, dönüp dolaşıyor, katlana, katlana gelen bilgi birikimine, elde edilen tecrübeye dayanmaktadır. Ama maalesef bizde ise, iş hep tam tersi bir seyir takip edip duruyor! (Aklımız tersten mi çalışıyor ne, ya da çalışmayıp duygu ile mi hareket ediyoruz!)

Eğer tecrübelerimize ve kullana geldiğimiz alet ve edavatın(bütünlüğü olan en küçük bir aparattan tutunda, bilmem kaç inçlik bilgisayara kadar) işleyişinden elde ettiğimiz deneysel/bilimsel bilgiye göre hareket etmeyeceksek, başımıza ne felaketler gelir, tahmin dahi edemeyiz; öyle ki, deprem kuşağında yaşadığımız halde, zemin etüdü yapmadan(iş olsun diye yapmış olsak da) inşaatlarda dayanıksız malzeme kullanmışsak ve bir de –birkaç metrekarelik alan kazanalım diye kolon kesiyorsak, ne tecrübeye, ne de bilimsel bilgiye ve ne de Allah’ın© koyduğu fizik kanunlarına uymuyor, onları dikkate almıyoruz demektir.

Var olan tecrübelerimize rağmen, hayatınızda bir şeyler ters gidiyorsa, bunun en önemli sebebi, zamanla küllî bir refleks haline gelen “toplumsal vurdumduymazlık” tan başka bir şey değildir. Yani, her şeyi bilmek, ama bilinenleri kulak arkası etmek. Buna amiyane tabirle “işi bilirlik, ama işe gitmez”lik denirdi oysa…

Konu deprem olduğuna göre, bilinen, ama yapılmayan, ya da tam yapılmayan işler teknik mevzu olarak belirginleşiyor. En başta, insan için “havaici asliye”den sayılan konut ihtiyacının halli için; zemin etüdünün sağlıklı bir şekilde yapılması, oralardan fay hattının geçip geçmediğini araştırmak, öğrenmek, binayı en kaliteli malzeme ile yapmak, ondan çalmamak vb.

Bu konuda, anlamı “taahhüt etmek” olan müteahhitlik işinin ehline verilmesi, o kişinin de inşaat işinde bir süreliğine iştigal etmesine bakılmaksızın, müteahhit olan kişilerin aynen Batı’da(Ör. Almanya) inşaat mühendislerinde olması, o işin asla ve asla alaylılara bırakılmaması iş açısından önem arz etmektedir.

Koca Almanya’da topu topu 3.000(üç bin) müteahhit varken, Türkiye’de tamı, tamına 450.000(dört yüz elli bin) çoğu da alaylı olan müteahhit ve bunlara bağlı olan müteahhitlik firmaları var.

Vay da, vay!

Bu konu, her iktidarın ekonomi alanında kendine özgü ve birazda dönemin şartlarını içeren kalemlerle iştigal edildiği gibi, AK Parti’nin de yirmi yıllık süreç içerisinde ekonomi alanında kendine sözde kalkınma adına “beton uygarlığı” nı alan olarak seçmesi akabinde, o alana ait bir dili ve söyleminde kendiliğinden oluşması gerekirdi. Nasıl ki, seksenlerde turizm, doksanlarda tekstil söz konusu edilmişken, AK Parti sürecinde de inşaat ve beton ön plana çıkmış oldu.

Unutulmasın ki, bu ekonomi kalemlerin tümü, küresel ölçekte düşünüldüğünde, bize önerilen ve uygulamamız istenen, ama netice olarak liberal küresel sisteme yarayan işler olarak düşünülmelidir.

AK Parti sürecinde de ekonomi alanında inşaat/beton kalemi ise, görünürde, millet için asli ihtiyaç olan konut mevzuundan ziyade, yine küresel sermaye ile yapılan köprüler, yollar ve koca, koca binalar öne çıkmış bulunmaktadır. Unutulmasın ki, bir zamanlar bolca yapılan “biz pazar, onlar ortak” vurgusunun yerine. Şimdi ise, “otoyol == kapitalizm” işleyişi revaç bulmaktadır.

Söz konusu otoyol olunca, onlar, ham maddeyi bizden tedarik etsin, bir başka gariban ülkede az maliyetle üretsin ve refahı ve kalkınmayı çok seven(!) bizlere de o ürünleri yüksek paralar karşılığında otoyol bize hizmet etsin!

Halbuki bu kalemin yerine –olması, üzerinde durulması gereken bazı teknik alanlar hariç- olmazsa olmaz kabilinden bize çok yarayacak olan tarımı daha da güçlendirmek akıllıca biri ş olacaktır. Ama bu konuda giderek sınıfta kalıyoruz.

Hani, denmişti ya “İnşaat ya Resulullah!”

Buna bağlı olarak, partisi fark etmeksizin söylersek, il, ilçe belediye meclislerinde koltuk sahibi olan meclis üyelerinin büyük çoğunluğunun inşaat mühendislerinden ve özellikle de müteahhitlerden oluşması var olan işin esprisine uygunluk arz etmektedir. Halbuki oralarda her meslek grubundan insan olmalı, inşaat alanında ise daha az olmalı değil mi!

Hani denir ya “dilimde tüy bitti” işte o misal, iş, fay hattının geçip geçmediğine, zemin etüdünden tutun da, malzemenin kalitesine, ondan çalınıp çalınmamasına vb. kadar tüm maddeler ışığında ele alındığında bize de pek bir şey sormak düşmeyecekti, sadece bilimsel bilgi ile donatılmak ve her ne iş yaparsa işi ehline tevdi etmek ve sağlıklı sonuçlar beklemek olarak sonuçlandırılmalıdır.

Deprem kuşağında yaşadığımız öteden beri biliniyordu, şimdi ise daha çok öğrenmiş olduk. Yani, başa dönersek, işi tecrübe ederek öğrenmiş olduk. Ama bunca tecrübeye rağmen, her zaman farklı sonuç elde ediyorsak, burada sakil bir durum var demekti.

Bu vesileyle, hem muhafazakâr yönetim kadroların, hem de kendi geleceklerini o kadronun uhdesine vermiş olan muhafazakâr bir kitlenin başının pek de hoş olmadığı sivil toplum gerçeği kendini bizlere tekrardan hatırlattı. Tabii ki, bir sürü yalpalamada, bu hoş olmama durumunu resmi olarak hafızalarda yerini almış oldu.

Hatırlayalım, eğer sonuçlarını unutmamış isek, sivil toplumun gücü 99 Marmara depremi sürecinde kendini göstermiş ve dönemin sağcı/solcu laik iktidarı ve bilumum Kemalist çevre İslamcı stk’ların öne çıkmasına bozulmuşlardı. Şimdi ise durum tam tersi. Sadece, sivil topluma karşı çıkanlar yer değiştirmiş, bir zamanlar sistemin gadrine uğrayan muhafazakârlar kendilerine benzemeyen stk’ların varlığından “devlet ve beka” adına rahatsız olduklarını her vesileyle dile getirmektedirler.

Aslında, dile getirilen beka mevzuu, salt devletten ziyade, giderek ülke yönetiminde kalıcı olmayı düşünen iktidar ve çevresinin kendi beka sorununa dönüşmüştür. Hele, bir de buna mevcut iktidarın “İttihatçı” bir karaktere bürünmesi de eklenince, anlaşılan beka mevzuu başat bir rol oynamaya devam edecektir.

Yine yukarıda ele aldığımız tecrübe mevzuuna başvurduğumuzda, sivil toplumun(stk) günden güne geliştiğini, serpildiğini, boy attığını, ilgi alanları itibarıyla çeşitlendikleri, toplumsal planda birçok talepte bulunduklarını, hep birlikte yönetişim olgusunu hayata geçirmeye çalıştıklarına şahit olmaktayız. Yeter ki, onlar kendi gündemlerine gömülmesinler, gereksiz şeylere angaje olmasınlar ve eğer var ise, kendi bagajlarının ağırlığından kurtulabilsinler, yani salt sivil toplum olarak kalsınlar, kalabilsinler. Bu durum partiler içinde geçerli. Buna, eğer onlarında bir angaje durumu ve içi sıkıntı barındırmayan bagajları yoksa, spor taraftar kümelerini de listeye ekleyebiliriz. Sonuçta, her sivil duruş, turum ve davranış bizler için, toplum ve ülke için kazanç olacaktır.

Yardım kuruluşu olan aynı zamanda devlete bağlı bulunan Kızılay ile AFAD’ın vb. olumsuza evrilen hali de ele alınmalı ve “yeniden” gözden geçirilmelidir.

Bu meyanda bir acziyet eseri olarak taraftar kümelerinin dile getirilen her sloganına karşı olumsuz ifadelerle karşılık verilmesi, işin giderek tehdide vardırılması ne iktidarın meşruiyetine katkı sunacaktır, ne de o insanların zahirde dile getirdikleri söylemlerini gayr-i meşru kılacaktır, sadece iktidara irtifa kaybettirecektir. Bu da, her şeyden ziyade AK Parti’nin hem iktidarı hem de var olan süreci yönetemediğine kanıt olarak sunulabilir. Onun, bu yanlıştan kaçınması kendi yararına olacaktır.

Devam edecek…

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.