Sait Alioğlu Yazdı: Diyarbakır Çarşı Yolu mu Oldu…

17.02.2022

“Sur’da bir gedik açıldı gayri…”

Konu Kürt sorunu olduğunda –çözümü için pek bir çaba sarf edilmese de- neredeyse tamamına yakın siyasi parti liderlerinin, seçim dönemlerinde salt Kürt halkından oy alabilmek için, yollarını ve dahi sözlerini, bir yolunu bulup Diyarbakır’dan geçirmeye çalıştıklarına onlarca yıl ve defalarca şahit olduk. Bu gidişle de çokça şahit olacağız…

Modern Türkiye siyasi tarihinde, siyasilerin Kürtlere olan ilgisi, genellikle seçim dönemlerinde ve özellikle de kritik zamanlarda ortaya çıkan bir öneme sahiptir.

Zira kritik zamanlarda, oy bakımından imdada yetiştiklerinden dolayı Kürt unsuru dikkate alınır, onların var olan sorununun –aslında, onun da oluşumunda maalesef siyasilerde rol oynamıştır- güya çözümü için, siyasi yarışta ipi göğüslemek adına Kürtler hatırlanır, onları sorunları dinlenir, ya da dinlenir gibi yapılır, eğer mümkünse, parti organlarında, her partide, uygun insanlardan bir kaçına yer verilir vs…

Tabii ki, bu işi yaparken, hep popülizme kayılmaz, çoğu kez de doğru insanlara, hem parti adına ve hem de temsil ettiği düşünülen Kürt toplumu adına görevler tevdi edildiği de bilinen bir gerçektir.

Bu güzel, anlamlı ve önemli işe rağmen, neredeyse tüm partiler içerinde, birtakım mülahazalardan dolayı, kendisine görev tevdi edilen Kürt siyasetçilere yönelik homurdanmalar, karşı çıkmalarda kendini gösterir.

Böylesi karşı çıkışları önlemenin tek yolu da, parti genel başkanları ile birlikte hareket eden parti karar organlarının bu konuda ortaya koyacağı kararlı duruşun devam ettirilmesinden geçmektedir.

Buna siyasi arenada şahit olmaktayız, ama bazen de o liderlerin, parti içi statükoya ve birçok çevresel faktöre yenik düşüp iddiasını kaybettiğini de görmekteyiz.

Bu da ayrı bir handikap.

Türkiye bağlamında Kürtlerin siyasi arenada varlık göstermeleri, aynı zamanda tek parti döneminde, ona karşı mücadele ettiğine inanılan DP’ye gönül vermiş bulunan muhafazakar kitlelerin içerisinde, onlarla birlikte hareket etmeleri ile başlamıştı.

Mütevefa Adnan Menderes’in altmış darbesi öncesinde siyaset yaparken, rejimin en önemli mağdurlarından olan Şeyh Said’in torunu Abdülmelik Fırat’ın yaşının büyültülerek Demokrat Parti kontenjanından Milletvekilliğine aday gösterilmesi ve akabinde seçilmesi, belli ki, bir mağduriyete yönelik jest ve gereklilik olarak okunmayı gerektirmektedir.

Abdülmelik Fırat’a yönelik bu jest karşımıza, dönemin şartları tahlil edildiğinde, işi salt bir popülizm olarak değil, tek parti rejiminin zulmüne uğramış muhafazakar-müslüman kitlenin doğal bir parçası olan Kürtlere ve dolayısıyla onların var olan kavmi kimliğine yönelik sistemli saldırılar karşısında, onları onure etmek olarak çıkmaktaydı.

Onu izleyen süreçte, çoğu da muhafazakâr olan partilerde, oy tabanı dışında; Kürt toplumunun önde olan, ileri gelen kesiminden epey insanı bu partilerin içerisinde siyaset yapıyor olarak görüyorduk. Birçok şeyh ve aşiret ileri geleni, bu siyasi partilerde belli bir oranda temsil edilip çeşitli görevler aldılar, milletvekili, bakan oldular.

Haklarını yememek lazım; bu zevat, her ne kadar var olan katı Kemalist rejim içerisinde, önemli isteklerini zaman açısından ertelemiş olsa da, dini kimlikleri ile birike kavmi kimliğinin bir açıdan elde edilmesi içinde elinden geleni yapmaya çalışmıştı.

Buna en belirgin örnek, mütevefa Şerafettin Elçi’nin bakanlık yaptığı dönemde Kürt olduğunu ve bakanlık koridorlarında Kürtçe konuşması, konuyu anlama açısından bir anlam ifade ederdi.

Bunları elbette tarih yazacaktır, biz kırk, elli yıl içerisinde “Kürt sorununu çözme niyetine bakmadan” iktidara gelme adına ve kitleleri etkilemek için kendi parti propagandasını yapan siyasilerin önemli bir kısmının, Kürtlerden de hatırı sayılır bir oranda oy almak için, çoğu da zamanla bıkkınlık derecesine varan ve bir açıdan da insanı ikrah ettiren “şunun, bunun yolu Diyarbakır’dan geçer” yollu söylemlere bir bakalım. Ne göreceğiz?

Bunlardan en bilinenlerinden biri ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözü idi.

O zat, hakikaten var olan sorunu çözmek istiyor muydu, istemiyor muydu, ayrı bir konu, ama o dönem bakanından, siyasetçisine, esnafından öğrencisine kadar geniş bir zeminde AB’ne girme düşüncesi bir hayli yer almaktaydı.

Çoğu kişi, AB’ne girildiğinde zengin olunacağını düşünüyor, onu hayal ediyordu. O yapının “bizim için, bizim adımıza” böyle bir düşüncesi var mıydı; bilemeyiz, ama bizim eğer o yapıda yer alacaksak, her şeyden ziyade insan hakları ile ilgili olarak bize iletilecek ve uygulaması istenecek kriterlerin bihakkın yerine getirilmesi gerekirdi.

Ki, bunlar içerisinde Kürt sorununun çözümü de önemli yer tutmaktaydı. Sanırım, Mesut Yılmaz, işin zenginlik boyutu ile birlikte, insan hakları konusu bağlamında popülist davranarak Kürt halkından oy almak için böyle bir söylemde bulunmuştu.

Eğer o söylemden maksat Kürt sorununun çözümü idiyse, Kürt sorumu onun döneminde, onun da ortağı olduğu iktidarların çabaları ile çözülemez miydi? El cevap çözülebilirdi, ama şu ya da bu sebeplerle çözülemedi. O da bunun farkında idi, ama söz verip de onu yerine getirmemenin bir riski söz konusu olmadığından(!) dolayı söylenmiş idi.

Ama AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçmedi!

AK Parti, o da sol, sosyal demokrat ve sair liberal partilere taş çıkarırcasına ve hem de arzulanış durumuna uygun olarak bir İslamcı partiden beklenen –öyle miydi acaba- özgürlükçü hava ile 2010’lara kadar gelmişti. Kürt sorununun da çözümü yakın sayılırdı. Bir nevi çözümün eli kulağında idi.

Osman Baydemir’in 2005’lerde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde AK Parti iktidarı, başta Erdoğan olmak üzere birçok defa tam tekmil Diyarbakır’da Kürt halkı tarafından çok iyi dileklerle karşılanmıştı.

Tabii ki, bu “muhteşem” karşılamada Diyarbakırlı ve çevre illerde yaşayan AK Partili Kürt seçmeninde katkısı söz konusu idi.

Bunu, süreç içerisinde olumlu anlamda birçok hadise de teyit ediyordu. 2013 şartlarında dile gelen milli birlik ve kardeşlik” söylemi sonucu çözüm sürecine de ivme kazandırılmıştı.

Ama akabinde gelişen birtakım olumsuz durumlar çözüm sürecini rafa kaldırtmış ve Diyarbakır ziyaretleri de ya tamamen son bulmuş, ya da uzun bir sürenin sonuna kadar ertelenmişti.

Bu arada, AK Parti’den ayrıldıktan sonra, kuracağı parti adına zemin yoklaması için bir ramazan günü Diyarbakır’da giden ve orada “Türkiye´de evet, Kürt vatandaşlarımızın meselesi var. Ama Türk vatandaşlarının, Kürt vatandaşlarının da meseleleri ortaktır.” İfadesini öne çıkarak Gelecek Partisi Genel Başkaın Ahmet Davutoğlu’da nihayetinde o trende uymuş ve açıklamasını Diyarbakı’da yapma ihtiyacı duymuştu.

Bizde, konu ile ilgili olarak “İnşallah, bu ifadeler doğrultusunda ve Davutoğlu´nun şahsında Kürt halkı kriz vesilesiyle hatırlanması değil de onların da tüm varlıkları ile daimi olarak hatırda tutulması söz konusu olurdu.” İfadesini düşmüştük.(**)

Şimdi ise, bir zamanlar Kürlerin de “en büyük partisi” sayılan AK Parti’nin, bu topraklarda Kürt kimliğinin resmi planda temsil edilmesinin karşısında bulunan yegâne siyasi güç olan MHP ile özgürlükçü söylemlerini olabildiğince güvenlikçi söylemlere terk etmesi sonucunda, Kürtlerden, onların haklarından bahsetmek ve Diyarbakır’a vurgu yapma sırasının kendisinde olduğunu düşünen CHP ve onun genel başkanı Kemal kılıçdaroğlu’na düşmüş bulunmaktadır.

Biz, böyle derken elbette işin yokuşa sürmüyoruz, öyle bir şeye itibar etmiyoruz, ama zevatın söyleminin de havada kalmaması için,  nasıl bir yol ve yöntem izlenebileceğini merak ediyoruz. Yeter ki, var olan bu sorun çözülsün, en başta akan kan durun, haklar elde edilsin, ana sütü gibi helal olsun ve her şey bir resmiyete, anayasal zemine kavuşmuş olsun vs…

Kılıçdaroğlu’un CHP’nin, Kürt sorununun çözümü adına Kürdistan Bölgesel Yönetimi ziyaretinin akabinde bir iki yerde kendisine sorulan salt “Kürdistan” kelimesi üzerinden vermiş olduğu “olur mu öyle şey! O tür şeyler bizim de kırmızı çizgimiz” kabilinden ifadeleri de işin popülist yönüne işaret etmekteydi haddizatında.

Bir defa, TC vatandaşı olan Kürtlerin oyunu almak için Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne işin esprisi olacak şekilde sembolik, ama anlam yüklü bir ziyaret gerçekleştirecek, kendi vatandaşınız olan Kürt halkından oy alabilmek için Barzani tarafını “içe yönelik olarak” bir nevi referans göstereceksiniz; bunu herkes görüp duyacak,  ama buna rağmen bilahare ziyaret ettiğiniz Türk milliyetçiliğinin önde bulunduğu yerlerde size sorulan “Kürdistan” sorusuna, yine popülist mantık içerisinde farklı cevaplar vereceksiniz.

Yine de buna rağmen, AK Parti iktidarının biriktire, biriktire bir enkaza dönüşen bu ülkede, oyların büyük bölümü başta CHP olmak üzere muhalefet cephesine gidecek olması, elbette işin içerisinde bir miktar popülist söylemi barındırıyor olacak ise de, geniş kesimlere ek olarak, hatta onlardan büyük oranda farklılaşan Kürt seçmenin AK Parti’den giderek uzaklaşması anlamına da gelirdi.

Anlaşılan yakıcı hakikatin varlığı, bir popülizmi kendisine galebe çaldırıyor ve Diyarbakır vb. tabiri caizse “çarşı yolu” olmaya devam ediyordu.

__________________________________________________________________________________

Dipnot:

 (**)Sait Alioğlu, Özgün İrade Dergisi Haziran 2019 Sayısı; “Kriz Dönemlerinde Kürtleri hatırlamak!”

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.