Sait Alioğlu Yazdı: Gizli Deizm 1

11.12.2023

Gizli Deizm 1

İslâm’da insanlar, Müslümanlar açısından, ya dinden, ya da yaratılış itibarıyla kardeş addedildiği halde, “Allah’a© yönelik ilgileri açsısından” üç “ana” kategoride toplanıp tanımlandıkları bilinir. Bunlar; mümin, kâfir ve münafık olarak sıralanır. Bu kategoriye, aynı minval üzere birkaç inanç sınıfı daha eklenebilir. Ör. Fasık, mücrim, tağut gibi…

Her ne kadar bu “ana” kategoriler ve onların türevleri olan alt kategoriler, bir Müslüman için geçerli ise de, Batı(Hristiyan) ilahiyatında bu üç “ana” kategorinin “maksat açısından” aynı kalsa da, içerik olarak farklılaştığı görülür.

Batı literatüründe, ana kategorik açıdan bakıldığında; teist, deist ve agnostik tabirleri ile birçok kategori ile ilişkisi söz konusu olan “yan” kategorinin de var olduğunu belirtmek gerekir. Ör. Pagan, panteist, monoteist, politeist vb.

Batı literatüründe bunlar bu şekilde yer bulmuşken, bizde, öteden beri bizzat Kur’an’ın yapmış olduğu kategori önemini korumuştur.

Müslümanların Batı ile kurduğu ilişkilerin tarihi çok eskilere dayandığı halde, bize ait olduğu bilinen, “ana” kategorilerin yanında, Batı ilahiyatının içerisinde bulunan kategorilerin varlığını da öğrenmiş olduk. Batı ilahiyatı literatürüne ait deizm olgusu, diğer olgulardan farklı olarak ilgi odağı olmuş bulunmaktadır.

Kısacası deizm; Tanrı’nın varlığının kabul edildiği, ama O’nun hayata dair hiçbir şeye karışmamasının, yani müdahalede bulun(a)mamasının öngörüldüğü olguya atfen düşünülen bir inanç sistemidir. Yani; Tanrı(Allah) “insanı yarattı ve onu serbest bıraktı! O, İnsana dair hiçbir şeye karışmayacaktır” anlayışına binaen bir deizmden bahsedebiliriz.

Allah© Kur’an’da gerek günümüzün deistlerinin iddialarına, gerekse de önceki dönemlerde “insanın “yaratıldıktan sonra” başıboş bırakıldığı iddiasına yönelik olarak şu ilahi ifadeleri kullanıyor; “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyamet; 75/36)

Şu bir gerçek ki, insanın hayatında, “yeni ve öncekilere göre değişik” gelen, ama öncekilerine izafe edilebilecek bazı olgular, bir an istisna kılındığında, insanın hayatında pek bir şeyin değişmemiş olduğu ve öylece kaldığını görmüş oluruz.

Zira insan; beden, ruh ve duygu olarak aynı insandır.

Buradan yola çıktığınızda, bu benzerlikler ve aynîlikler açısından, birçok konuda olduğu üzere deizminde elbette, önceki dönemlerde bire bir karşılığının olması gerekir. İddia aynı iddia ise de, içerik az, çok değişmiş olabilir.

Konumuz açısından “gizli” deizm…

Konunun uzmanlarını istisna kıldığımızda, Türkiye toplumunda deizm bağlamında ortama belli, belirsiz bir hava, daha doğrusu ise, var olan ortama, birçok konuda olduğu üzere bu konuda da bir kakafoni hakimdir. “Deizm nedir, nasıl bir şeydir, kim ve kimler tarafından planlanıp sahnelenmektedir?” türden sorular, bu kakafonik ortamda pek de karşılığını bulmamaktadır.

Özellikle de, kendi konumları, o da özellikle kendi iddiaları açısından dindar, dindarlığa yakın ve kendini bir cemaat örgüsü içerisinde tutan şahıs ve aileler bazında, bu konuda “haklı” bir endişe göze çarpmaktadır.

Bu konuda araştırma yapıp düşünce üreten ve elde ettiği bilgileri kitaplaştıran araştırmacı yazar Nuri Yılmaz, konu ile ilgili olarak “Gizli Deizm ve Özgür İrade Felsefesine Giriş” adlı altında bir kitabı okutucusunun istifadesine sunmuş bulunmaktadır.

“Gizli deizm, eleştirel okumalar yoluyla İslam’a dair birçok kabullerden vazgeçmiş, yerine bir şey koyamadıkça da elinde duygusal bağdan başka bir şey kalmamış eski İslamcıların durumunu tanımlar. Bu hali yaşayan Müslümanlar, İslam’ı bir iddia olarak ifade edemez duruma gelmişlerdir.” (Arka kapak yazısı’ndan…)

Yazar, bu ifadeler bütünlüğünde, ele aldığı çalışmanın mahiyetine ve izlediği yola dair hedefledikleri ile ilgili olarak şu ifadelere yer veriyor; “Bu çalışma ise İslam’ın yeniden bir “iddia” olarak var olmasını hedeflemekte, “yeniden varoluşun” metodolojisini ortaya koymakta ve irrasyonel hale gelmiş düşünceyi bu metodolojiye uygun bir şekilde rasyonel kriterlerle yeniden ifade etmektedir. (Arka kapak yazısı’ndan…)

Adı geçen eser; bir “önsöz”, bir “giriş” bölümü ve konuya dair birkaç başlığın yanında bir de “özgür İrade felsefesine giriş ile yeni İslamcılık” bölümlerinden oluşmaktadır.

Kitaba adım atarsak…

Yazar, deizme giriş sadedinde şu ifadelere yer veriyor; “Deizm, … Tanrılı evren anlayışına başlangıç teşkil etmesi bakımından felsefi olarak önemli bir kavramdır ama dindarlık penceresinden bakıldığında dinden ümidin kesildiği ve beklentinin kaybedildiği bir kopuşu ifade eder.” (S, 16, 17) Yazar, eserinde, adı geçen kavramın felsefi müktesebatının değil de, dindarlık zaviyesindeki karşılığına dikkat çekiyor; dinden ümidin kesilmesi, beklentinin kaybedilmesi anlamında kullanmaktadır. (S, 17)

Gizli deistler İslamcılığı kendilerine payanda kılmaya çalışıyorlar…

Yazar, deistlerden hareketle “Son dönemlerde karşılaşılan bu kimseler, geleneğin problemlerini aşmak için çıktıkları yolda eleştirel okuma ile İslam’ı özdeşleştirmişler, eleştirel okumayı bir “aydınlanma” gibi görüp “henüz aydınlanmamışları aydınlatmayı” yeni dönemin İslamcılığı haline getirmişlerdir.” (S, 17, 18) ifadeleriyle onların, bir açıdan ne İslam’dan vazgeçmek istediklerini, bir açıdan “aydınlanma be aydınlatma” misyonuyla farklı yönlere kaydıklarını ve kendilerince de İslamcılığı yeni bir çehreye bürümek istekleri ifade ediliyor gibi… Burada, yazar onların yönelimlerini ve bu yönelimde de bir nevi boşta ve boşlukla kalmamak için İslamcılığın zevat tarafından aparat olarak kullanılma durumuna işaret var diye düşünüyoruz…

Yazar, “eleştirel okumalar ve sonuçları” bölümünde şu soruyu sormakta; “eleştirel okumaya neden ihtiyaç var?”

O, “Sünni tezin levh-i Mahfuz eksenli anlayışının aksine Kur’an insanın ihtiyaç duyduğu her konuya mükemmel bir şekilde ele alan tastamam bir kitap olarak gönderilmemiştir.” Deyip bu meyanda “Sana … soruyorlar. De ki… “ (İsra; 17/106) şeklinde interaktif düzeyine kadar çıkar. Dolayısıyla Kur’an ilahi mesaj yanında peygamberin sünnetini ve dönemin ihtiyaçlarını da belirli ölçülerde içeren bir kitaptır.” (S, 31) deme suretiyle, vahyin, temel ilkeler baz alınarak var olan toplumsal ve şahsi ihtiyaçlara binaen gerçekleştiğini vurgulamaktadır.

Kur’an’ın mesajının “ihtiyaca binaen” vahyedilmesi durumu bir “indirgeme” olup, aynı zamanda onun bir rahmet olduğu da söylenebilir; “… Kur’an, indirgeme ve rahmet ikileminde şekillenmiş ilahi bir mesaj olarak insanoğlunun yol gsötericisi ve rehberidir.” (S, 32)

Yazar, gizli deizm hallerine yönelik “ilk bulunan cevap” sadedinde; “İlk bulunan ve çoğunluğu ikna eden cevap, iletişim kanallarını etkili bir şekilde kullanan popüler kültürün gençliği kültür bombardımanına maruz bırakması ve onları etkileyerek deist olmalarına yol açmasıydı.” (S, 45) dedikten sonra, buna yönelik olarak “Aktif cemaat faaliyeti içinde bulunanlara göre sıkıntı cemaatsiz kalmanın bir sonucuydu.” (S, 45) türü yaklaşımlara yer veriyor.

Deizme yönelmenin birçok dış sebebinin yanında iç sebepleri de elbette vardı. Dış sebepler malum, iç sebepler ise, en başta dinin yanlış anlaşılması üzerine kurulan ve kurgulanan anlayış ve yapıların adeta “kırılmaz çelikten bir irade” kabilinden birçok insanı yorup örselediği üzere, en çokta genleri üzmekte, yormakta ve örselemektedir.

Buna yönelik, eski dönemlerde, oluşan sorunlara bağlı olarak muhatabına iletilen sorular bir şekilde cevabını buluyordu, “Oysa bugün İslamcılar iddialarını yitirmiş, ikna edici bir seçenek olarak gençlere İslam’ı sunamaz hale gelmiş…” (S, 46) olmak meseleyi kördüğüm hale getirmiştir.

Rasyonellik…

Yazara göre deizm, hayata dair iddiaların kaybedilmesine verilen bir isim ise, “yaptığımız tanın ile “dindarlık” kavramı arasında bir uyumsuzluk, hatta bir tezat olduğu gözlerden kaçmayacaktır.” (S, 61) dedikten sonra, bu tezada dikkat çekip “Bu tezadın sebebi günümüzde dindarlığın sosyal hayata dair bir iddia olarak değil, inanç ilkeleri, ibadetler ve sınırlı sayıdaki helal-haram olarak anlaşılmasıdır. İbadetlerini muntazaman yerine getiren insanlara dindar adı verilmektedir.” (S, 61) ifadeleriyle kendiliğinden deizme kapı aralandığı gerçeği ima edilmektedir.

İslam’a “bilgi, amel ve eylem” açısından baktığımızda, bunlardan bilgiyi en başa koyduğumuzda ve bilginin esas kaynağının da Kur’an olduğuna şehadet ettiğimizde, onun ürettiği kültürün de elbette rasyonel, yani “doğruyu içeren bilgi nin hayat bulmuş biçimi olduğuna inanmış oluruz. Zaten İslam’ın hayatla örtüşen, onunla uyumlu ve onunla birlikte yol alan bir öze sahip olduğu, hakşinas gözlemciler tarafından da teyit edildiği öteden beri bilinmektedir.

İslam’ın ilk dönemlerinde bir “ilkesel” yaklaşıma bağlı olarak gerek İslam’ın ve gerekse de onun oluşturduğun kültürün rasyonellik içerdiğini, ama daha sonra; “İlkesel yaklaşımın yerini kuralcı yaklaşım aldı ve İslam düşüncesi rasyonel yönünü büyük ölçüde kaybetti”ği görülmektedir. (S, 70)

Bununla birlikte, ilkesel yaklaşım yerini kuralcı yaklaşıma terk etmiş ise, o kuralcı yaklaşımın gölgesinde oluşan gelenekselci söylemin argümanlarının ne kadar rasyonel olduğu, ya da olmadığı, insanların kendi iddialarını yitirip deizm gibi yollar sapmaları, ya da, o iddialarının içeriğini geliştirip güncellemesi de o oranda insanı “iddiası uğruna” İslamcılık çizgisinde tutacağı muhakkaktır.

İnşallah bundan sonra konu ile ilgili kaleme almayı düşündüğümüz ikinci bir yazımızda, yazarın bu eserinde işlediği “özgür irade felsefesi ile yeni İslamcılık” konusuna yönelik bakış açımızı dile getirmeyi düşünüyoruz.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

 

 

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.