Sait Alioğlu Yazdı: İslamcılık ve “yaşana gelen” daralma -2

25.10.2023

İslamcılık, dünden, bugüne salt iktidar açısından değilse de, Müslümanların önemli bir kısmı açısından ya hiç bilinmeyen, ilgi çekmeyen, ya varlığının anlamı üzerine pek düşünülmemiş bir dünya görüşü olarak ortaya çıkar.
Kaldı ki, düşünülse dahi, onun yerine ikame edilmiş dünya görüşleri varken, onu ön plana almanın zorluğuna binaen başlı başına bir daralmaya maruz kalmış bulunmaktadır.
Bununla birlikte, İslamcılığın, Müslüman kitlenin kahir ekseriyetince iktidarda yer alan zevatın şahsında, ülkenin ve devletin geldiği yeri eskisiyle kıyaslama durumunda, o da, “Müslüman olma hasebi ve hassasiyetiyle” kendine zaman, zaman söylem planında aldığı aldığı bir vakıadır.
Ama bu söylem planında kalan İslamcılığın, bir bütün olarak “imkânlar ölçüsünde dahi iktidarın var olan icraatlarında yer almadığı söylenebilir. Yani, iktidar İslamcılığa parçacı yaklaşmakta, onu bütüncül olarak düşünmemektedir.
Bu söylem planı, iktidar elitinin kendini İslam’a nispet etmesinin, zahiri anlamda doğal bir sonucu oluştuğuna bakıldığında;, ortaya konan hassasiyet açısından anlamlı olmakla birlikte, yukarıda da belirttiğimiz üzere nedense icraatlara yansımamaktadır.
Bu duruma, işin içerisine, bazı “iktidar içre” farklı durumları dahil ettiğimizde, bürokrasinin esas rengi açısından “yansıtılmama” politikası da denilebilir.
Bu bürokratik yansıtılmama durumu sadece eski dönemin alışkanlıklarıyla bir bağlantısı söz konusu olsa da, yine, sözde yeni dönemi ihya edeceği varsayılan, ama eski dönem refleksleri ile hareket eden zevatının pozisyonu ve onların uygulamalarıyla da izah edilebilir.
İşin bu veçhesini dikkate almadan ve İslamcı dünya görüşünün neyi içerdiğini, neyi de içermediğini, hatta onun kendi özgül ağırlığı hususunda yeterli, sağlıklı ve olumlu bir bilgisinin olmadığını bildiğimiz laik, sol vb. kesimlerin, iktidar cenahının Müslümanlar tarafından oluştuğuna binaen var olan iktidarı “mutlak İslamcı” ve politikalarını da o minvalde görme eğilimleri de önemli bir yer tutmaktadır.
Bu sakil durum, onlar açısından bakıldığında, mutlak bir yanılgı olarak ön plana çıkar.
Bu cenahın dışında, iki çevre daha var ki, onlarda, bazı politikalardan dolayı mevcut iktidarı İslamcı olarak değerlendirmekteler…
Bunlar; a)Baştan beri iktidarı muhafazakârlık çerçevesinde görmeye meyyal ve aynı zamanda kendine din olarak seçtiği İslam’ı dahi bu çerçevede görme eğilimine sahip salt muhafazakâr cenah, b) yer yer muhafazakâr refleks göstermiş olsa da, geçmiş asırlarda uygulandığını bildiği siyasi yöntem üzerinden devletin İslamî bir karaktere sahip olmasını arzulayan, ama bunu da salt gelenekçi bir formasyon içre olmasına dikkate alan kitle.
Bunlardan elbette, ikinci grubu yanlışı ve doğrusuyla İslamcı olarak tanımlayabiliriz. K, zaten kendileri de genelde öyle hareket ediyor.
Laik sol kesim ile salt muhafazakâr, hatta büyük oranda milliyetçi olan kesimi de sarf-ı nazar ettiğimizde, son saydığımız kesimin oylarının kahir ekseriyeti iktidar partisine kullanıldığı halde, “bu cenahın, politikaların el verdiği oranda İslam’a uygun olmasına yönelik” düşüncelerinin çoğunlukla görmezden gelindiği söylenebilir.
Bu durum, haliyle İslamcılık alanının daralmasını da berberinde getirmektedir.
Hem iktidar, İslami hassasiyeti önplanda olan bu çevrelerden oy almakta, buna rağmen politikalarını onun hassasiyetini pek de işin içerisine dahil etmemekte, hem de böylesi bir hassasiyet sahibi çevreler üzerinden yürüyerek yeni dönemi inşa ermeye çalışılmaktadır.
Burada, iktidar, Müslüman kitleyi –ya da seçmeni- en nihayetinde pür İslami hassasiyetten yola çıkarak bir nevi eski dönemi hatırlatıp “ona mı razıyız, yoksa yeni durumlarla mı yola devam edelim” kabilinden bir tercihe zorlamaktadır.
İslamcılığın daralması, en başta Müslümanların büyük bölümünün, onun salt din açısından değil de, İslam’ın, çağın insanının idrakine nasıl nakşedilebileceği, onun, yaşanan sosyal hayata neler söylediği, söylemesi gerektiği hususunda pek de bir şeylerin bilinmediği gerçeği üzerinden ele alınabilir.
Bu, işin bir boyutu. Bu boyut, bir açıdan işin avamî boyut olarak önümüzde durmaktadır.
Bu işin birkaç boyutu daha var. Normale bu boyutların tamamına yakını, işi anlama, esprisini kavrama açısından bakıldığında, bir silsile içerisinde bir birine bağlı, iç, içe geçmiş bir mahiyet arz etmektedir.
Bununla birlikte, mes’elenin tamamen anlaşılması itibarıyla, İslamcılığın hak ettiği değere kavuşması, onun, manevi boyutunu da es geçmeden, maddi boyutun çapının bilinmesi adına layık olduğu değerle anılması için günün ve geleceğin tek kurtuluş reçetesine haiz bir yol, yöntem olduğunun altını çizmek gerekir.
Peki, bu nasıl yapılacak ve kim/kimler yapacak?
Bunun nasıl ve kim ve kimler tarafında ele alınıp yapılacağından da önce, bu işi yapmayacak, ya da yaptığı işin yarım bırakacağı öngörülebileceklere bakalım…
Hani derler ya”; el, elin kaybolan karakaçanını ararken, ıslık çala, çala ararmış’” Yani, herkes kendi yitiğini arayacak, söküğünü dikecek! İşin kuralı bu!
>O zaman, laik sol çevreler, işin içerisinde Müslümanların varlığından dolayı İslamcılık ile muhafazakârlığı bir görmeye devam edecek;
>Kendi muhafazakârlığının yanına bir de milliyetçiliği yerleştiren cenahta o minvalde hareket edecek;
>Geleneği dikkate almakla birlikte geleneği gelenekçilik kalıbında tutmaya çalışan, ama bunun yanında birçok yanıyla İslamcı olarak bilinen cenahta kendi yolumda ilerleyecek;
İktidar cenahı ise, ilk başlarda, o da salt sivil bir anlayış oluşturma ve o minvalde düzen inşa etme adına, birçok konuda belirleyip geliştirmeye ve yürütmeye çalıştığı bazı politikalarından giderek devletleşme eğilimi dolaysıyla vaz geçmiş bulunmakta, kendi muhafazakârlığını dahi milliyetçiliğin emrine amade kılmış bulunmaktadır.
Muhafazakârlığın dahi yaşaması, kendine alan açması/açabilmesi için salt milliyetçiliğe, onun üzerinden de İttihatçılığa yol aranıyorsa, İslamcılığın kendine has alanının giderek daralması pek de sürpriz olmasa gerek.
Bu daralma, her şeyden önce, dindar seçmen söz konusu olduğunda, kavram kargaşasını oluşturan gri ortamların etkisiyle, seçim dönemlerinde, oyların büyük çoğunluğunu almak için seçmenin manipüle edilmesine dair, yeri geldiğinde İslamcılıktan dem vurmaya bağlı olarak göze çarpmaktadır.
Yine, kendilerini, kendi varlık sebeplerine bağlı olarak tanımlayıp isimlendirme düşüncesi içerisinde bulunan cemaat, grup vb. İslami yapıların, bu iktidar döneminde, sözde önlerinin açıldığı düşüncesiyle, çoğunlukla kendilerini iktidar saikiyle “STK” olarak tanımlamaları, onların iddialarının giderek kaybolmasına ve haliyle İslamcılık alanının daralmasına sebep olmuş bulunmaktadır.
Bu ülkenin, baştan beri Müslüman olarak değerlendirdiğimizde, yanlışı ve doğrusuyla Osmanlı dönemini bir an sarf-ı nazar ettiğimizde, bir bütünlük içerisinde ta 2000’lerin başına kadar katı Kemalist politikalarla ne hale getirildiğini görmekteyiz.
Bazı talî konular ve alanlar hariç, genelde Müslüman bir ülkede devletin, bırakın İslami kurallarla yeniden düzenlenip yönetmesini, salt ezanın, namazın ve Kur’an eğitiminin dahi yasaklandığı düşünülürse, bugünkü durum, -imkânlar ölçüsünde- mevcut haliyle iyiye işaret etmektedir.
Ama o da Kemalizm’e ait birçok ritüelin törpülenmesinin yanında, kendisinin dikte ettiği ve uygulamak istediğini ısrarla belirttiği o öngörülen sivil anlayışın yerine, yine bu kez farklı, ama yine otoriter bir devlet modeli inşa sürecinde İslamcılığın alanı yine giderek daralmaktadır.
Devam edecek…

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.