13.11.2023
Bundan önceki yazımızın son paragrafı şu ifadelerle bitiyordu; “Bu daralma, sadece iktidar kanadı ile ilgili olmayıp, bu durumu, belli ki de iktidar olmayacak ve dolayısıyla kişiye maddi getiride bulunmayacak olan İslamcılıktan kurtulmak isteyen zevat açısından da değerlendirilmelidir. K, o zaman mes’ele tam anlaşılmış olur.”
Hikâyenin evveliyatına döndüğümüzde, İslamcılığın, ne iktidar getiren bir dünya görüşü ve ne de, onun üzerinden “dünyalık” maddi çıkar elde edilemeyeceğine binaen ondan kurtulunması gereken bir ağırlık ve gereksizlik değil de, onun bidayetinin başka temeli olduğunu belirtmek gerekir.
Onun, en başta, bir dünya görüşü olarak, halkın, tepeden tırnağa İslam’a daha çok bağlı kalmasını önceleyen, onları, düşman karşısında diri tutmaya ve güçlü kılmaya yönelik topyekûn maddi ve manevi bir cihada yönlendiren bir çağrı olduğu düşünülmeli ve kabul edilmelidir.
Onun, bir de devrin sultanının şahsından devlet ricaline seslenen ve çökmekte olan “devleti kurtarma” projesi olarak da kabulü mümkündür.
Böylece iki tarafı da(halk ve devlet/saray) başlayan çöküntüye, sarsılan devlet otoritesine, ondan kaynaklanan resmi ve toplumsal çürümeye derman olması gereken İslamcılık, bugün kendisinden kurtulmak istenen ve olumsuzlanan bir olguya dönüşmüşse, bunun suçu onda mı aranmalıdır?
Yoksa onun halkla birlikte “devleti de koruma” düşüncesi uğruna oluşan hikâyesi, neden iktidar ehli tarafından tu kaka edilmektedir?
Bunun üzerinde durmak, düşünmek ve sosyal, siyasal ve ondan kurtulmak isteyen zevatın mantığın ve yeni oluşan mantalitesini psikolojik açılardan incelemek gerekir.
Tamam, kurtarılacak olan halktan ziyade devlet çehre değiştirip varla yok arasında silinip görünmez olmuştu.
Uzun onlarca yıl, onun yerine, kurtarılmayı değil, yüz küsur yıl önceki hikâyeyi ters, yüz eden ve kurtarılması gereken mirası tarihe gömen yeni bir devlet geleneği ile hikâye iç edilmişti.
Daha sonra, normalde kurtarılmayı bekleyen devletin mirasına sahip çıkmaları kendi iddiaları açısından düşünülen milliyetçi, muhafazakâr zevatın, bu hikâyeyi, onun içerdiği birçok sahih doneye bakarak reddetmeye yönelmesi de bir garabet örneği olarak orta yerde durmaktadır.
Burada, biri, kurtarılacak devleti baştan yok sayan, diğeri ise yok saymasa da, onu yok sayan devletten(Kemalist rejim) korktuğu için kendini, onu (sevgisini içinde tutup sakladığı halde)yok saymaya sevk eden politikaları uygulayan yeni bir anlayışı da belirtmek gerekir.
Bu, onların “ne yardan, ne serden geçmeden” hikâyede bulunan ve hakkında şerh düşülen donelere rağmen, o hikâyeyi kendi hikâyeleri olarak görme eğiliminde olan bu millici, mukaddesatçı anlayışın, kendi iktidar yanlışlarından kaynaklanan yönetim zaafından dolayı iktidarın elden gidebileceği varsayıldığında, Milli Görüş’ün şahsında İslamcılığın iktidar olma durumu belirmişti.
Ondan önce, 12 Eylül sonrasında, seksenlerde başlayan ve doksanlarda iktidara gelme hali, hem salt Kemalistleri ve o hikâyenin bazı noktalarına itiraz eden zevatı rahatsız etmiş olmalı
ki, devam eden süreç tersine dönmüş ve 28 Şubat’ta İslamcı deneme “bin yıl sürecek” bir karanlığa gömülmek istenmişti.
Daha sonra, çoğumuzun yanılmasına yol açan AK Parti iktidarında İslamcılığa biçilen “şamar oğlanı” muamelesine bakıldığında, o cenah üzerinden dünyalık peşinde olan taifenin İslamcılığın ölmesi için çeşitli sebeplerle beyanat vermesi makulattan sayılmaya başlanmıştı.
Şimdi ise, neredeyse tek taraflı bir özgürlük ortamında kendini hep sağlama alan iktidar, meydana gelen birçok olaya ve var olan olguya binaen, yeni bir sistemi ortaya koyması ile birlikte, İslamcılığın iktidara gelme durumu ve olası tehlikesi önlenmiş oldu ki, bunun üzerinden çıkar elde edilemeyeceği savıyla İslamcılık unutulmaya yüz tuttu ve alanı da alabildiğine daraldı.
Bu daralmanın elbette birçok sebebi olsa da, bir ucu iktidarın kulvar değişimine(aslında öyle bir şey olmadı) ve bir ucu da, kendi çıkarını birçok çıkardan üstün tutan çevrelerin sürdürdükleri kara propagandalarına dayanmaktadır.
Bu daralma, tıkanma ve duraklama durumu, onun tekrardan sağlam donelere dayanan yeni bir hikâyesinin dikte ettirileceği güne kadar süreceğe benziyor.
O halde soralım, halk, değişen bazı anlayış farkına rağmen aynı halk, ama sultan ve “yeniden” kurtarılacak olan devlet nedir ve kime ait?
Bu soruların cevabı da konunun mahiyeti açısından önem kazanmaktadır.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.