Sait Alioğlu Yazdı: Kapitalizmi aşmak, ona niyetlenmek, işe koyulmak…

23.03.2023

-İlk adını atmaya doğru–

Klasik İslâmî literatürde, “Allah’a kulluk” anlamına gelen ibadet; mali ve bedeni olarak ikiye ayrılır.

Mali ibadet adı üzerine para, yani finansal kaynaklarla yapılan ibadetleri kapsar. Buna, zekât, fitre, öşür ve her türden sadaka dahildir. Bedeni ibadetten kasıt ise, namaz, oruç ve hac vb. ibadetler olarak kabul edilir.

Baştan belirtelim ki, ibadet salt Allah rızası için ve O’nu baz alarak yapılır olup, onu belirleyenin de mutlaka Allah© olması gerekir. Peygamber(s) dahil hiç kimsenin, ibadet ihdas etme yetkisi yoktur ve olamazda…

Bunların dışında, o da, Allah’ın rızası baz alınarak, belli bir amaca matuf olarak, salt O’nun rızası gözetilerek yapılan birçok işinde ibadet olarak kabul görmesi mümkündür. Ki, bunu, toplumsal ilişkiler bütünlüğünde çeşitli vechelerle örneklendirebiliriz.

Bu saptamalar ışığında, insanın başta kendisi ile olmakla birlikte, insan-çevre, insan-eşya ve en nihayetinde insan-Allah ilişkisi içerisinde, gerek kişinin kendi olgunluğu, yani kemale ermesi ve o noktadan hareketle topluma karşı sorumluluğu açısından birçok eylemi de ibadet mantığı içerisinde düşünebiliriz.

Esas olan burada kişinin kendi nefsinden yola çıkıp tüm toplumsal merhaleleri aşıp görevini bihakkın yerine getirmesi sonucunda Allah© ile olan ilişkisinde de olumlu bir noktaya vardığı kabul görür. Buradan hareketle, ilgilisince reel olarak değerlendirildiği halde “hakikat içermeyen” tüm yanlışlara karşı çıkmayı bir ibadet aşkıyla ele alıp değerlendirmemiz sonucu çıkar.

İçerisinde yaşadığımız, debelendiğimiz yanlışları bize işleten en önemli fenomenin bizzat kapitalizm olduğu gerçeği, onun neye mal olursa olsun, Müslim, gayr-i Müslim insanların kahir ekseriyeti tarafından, ona karşı mücadele verilerek, ortadan kaldırılması; onun yerine hakikat içeren ve insan fıtratına uygun bir başka modelin ikame edilmesi aciliyet kesbeder.

Onu icat edip ondan nemalanan bir avuç küresel azgın azınlığı sarf-ı nazar ettiğimizde insanların tamamına yakını, bu modelden az da olsa yararlandığı halde, onun yanlış bir form olduğunu biliyor. Ama ya güçleri yetmiyor, ya da işin içerisinde başka unsurlar var.

İslam’a göre faiz, bir sömürü şekli olduğundan dolayı haram kılınmış, yasaklanmıştır. Bu haramın zararlarını bilmeyen yoktur; faizcisinden/tefecisinden, onu kullanmak zorunda olanlara ve hatta “faizde alış, veriş gibidir” türü yanlış ifadeleri kullanan sıradan insana kadar…

Herkes neyin nasıl olduğunu biliyor, ama tabiri caizse “kimse işe gitmiyor, gidemiyor.” Niye? Ya alışkanlıktan, ya çaresizlikten, ya da bu işten alabildiğine nemalandıktan dolayı olsa gerek…

Nereden bakılırsa bakılsın paradoks!

Herkesten ziyade faize ve “hadi diyelim ki” -var olan carî sistem hemencecik aşılamadığı için-  bankacılığın bazı işlemlerini istisna tuttuğumuzda, kapitalizme karşı çıkması gereken insanların Müslümanlar olduğu kabul edilmelidir.

Ama çoğunlukla işler öyle yürümüyor. Başta sistem aşılamadığı için, istisnalar, zamanla maksat haline geliyor ve bir bakmışsızın ki, kapitalizmi Müslümanlar, diğer insanlara zahmet çektirmeden o koca ve ezici yükü sırtlanıvermişler.

İroni ile söylersek, “az buçuk soluklanacaktık, ama evin tüm işlerini görmek zorunda kaldık” türü bir yaklaşımla malul olunuyor. Bu, hâl durmadan ha bire artıyor.

Şimdi denilebilir ki, “bu cendereden nasıl kurtulabiliriz?” Sorulan soruyu iki türlü okumak mümkün; ilki, “sistem bize bugüne kadar hayal edemediğimiz kadar imkân sundu, senin ve sizin anlayışınızla yol yürürsek geride kalır, geriler, yoksullaşır ve yok oluruz”; ikincisi ise, bize uygun bir yol gösterin, yöntem belirleyin, bu cendereden kurtulalım ve var olan bu sistemden bir an önce çıkalım”

Birincisinde, kibir ve sisteme teslimiyet, ikincisinde ise çaresizlik ve kurtuluş yollarını arama durumu var.

Doğrusunu isterseniz, bugün, gerek akademik ve gerekse de birçok özel çevrelerde İslam’a uygun mali durumlar ve ona uygun bir iktisat anlayışı ile ilgili önemli, güzel ve umut verici çalımlalar var, ama pek yeterli değil. Zira cari olan kapitalist ağdan dolayı, bu çabalar sadece ilerisi için umut veriyor vermesine, ama toplumsal katmanlara pek de hiç yansımıyor. Bu bir tarafa, ama bir de Müslümanların şahıs, aile ve küçük öbekler bazında, bazı kalın ve tahkim edilmiş yönleri pek aşılamasa da, sur’da gedik açma niyetiyle bazı girişimlerde bulunulabilir.

Bunlarda, insanların kendi inisiyatiflerine, hayatla kurmuş oldukları bağa ve hayattan ne anladıklarına bağlı olarak değişiklik göstermekle birlikte, salt çıplak gözle bakıldığında, aşmak ve değişmek pek de zor olmasa gerek.

Herkes bir şeylerinden kısacak, kendisine güzel gösterilmiş olmasına rağmen, kendisini baskısı altına alan heva bağlamında süfli işlerden el etek çekecek ve bun aksi istikamet salih amellerini çoğaltacak ki, hem o sistem aşılsın ve hem de insan var olan yok edici bağlardan kurtulup özgürleşip rabbine layıkıyla kul olabilsin. Yoksa başka türlüsü hiç, ama hiç mümkün değil…

Zaten “azdan az, çoktan çok” durumuna göre hareket edildiğinde erişilmesi gereken menzile ulaşmak da kolaylaşacaktır. Yeter ki, halis niyetle yola çıkılsın. Gerisi, zorda olsa çorap söküğü gibi gelir.

Bunun yanında Müslümanların, özellikle de ideolojik olarak kendilerini yanlış konumlandırarak muhafazakârlaşan kitlenin içerisinde bulunduğu durum pek de aşılmadan, kapitalist sisteme “bye, bye” demek mümkün olmadığı halde, itikat/inanç ilkeleri açısından bu sisteme karşı duracak anlatının İslam olduğunu bir yerlere not etmek gerekir.

İnsanoğlu, modern dönemde seküler temelli bazı anlatılar ile birlikte, çoğu vahye dayandığı halde zamanla, bazı etkilerden dolayı kendi hakikatini yitirip batıl konuma düşen dinlerle birlikte, kendi özünü koruyan İslam’da anlatı olgusu içerisinde önemli, hatta en önemli bir noktada durmakta olup var olan ceberut sistemi tüm versiyonlarıyla birlikte yok edecek olan yegâne hakikattir.

Gelin bunun en basit ve anlaşılır örneğini bu mübarek ramazan ayında, mütevazi bir yaşama adım atarak, her tür lüks ve israftan kaçınarak Allah© adına kendimiz ve toplumdan hareketle göstermiş olalım… Var mısınız? Peki sıfatımız neydi? “Tevhid ve adalet ehli…”

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.