02.08.2021
Tarih boyunca olduğu üzere çağımızda da; gerek ırkçı, milliyetçi Saikler, gerek dinî, mezhebî ve gerekse de birçok toplumsal saikten kaynaklanan; cinayetler, yok etmeler ve katliâmlar yaşandı, yaşanmaktadır.
Tarihte, salt ırkçı Saiklerle değil de, salt inanç açısından yönetici konumunda bulunanların üzerinden anlatılan Uhdud hadisesi, sonuçta bir katliâm olarak bilinmektedir.(1)
Daha buna benzer hadiseler tarihi süreçte dünyanın her yerinde ve her toplumla görülmüştür.
Bize dönersek, Tanzimat dönemi ile seküler anlamda yönetim alanında başlayan paradigma değişimi, sonuçta “halklar mozaiği” olan Anadolu’da tek bir millete(ulus) dayanan bir anlayışın yerleşmesi sonucunu doğurmuştu.
1908 inkılabı ile başlayan süreçte İttihad ve Terakki’nin başta diğer milletleri, halkları da içerisine alan anlayışı, zamanla sadece Türk’ün söz sahibi olacağı bir anlayışa evrilmişti.
İTC’nin oluşturduğu devr-i sabık sonrası, değişen paradigma farklılığı bu kez yönetim alanında cumhuriyete evrilmişti.
Sözde halkın çoğunluğu anlamına gelen cumhuriyet uygulaması ile işe baktığımızda, yetkili ağızlar tarafından(Ör. İsmet İnönü) bu toprakların salt “Türk ülkesi” olarak tanımlanmasının bir sonucu olan birçok isyan oluşmuştu.
O isyanlara yönelik olarak verilen karşılıklar, ülke tarihine birer katliâm olarak geçmişti.
1930 Van/Erciş’te vukubulan Zilan Deresi Katliâmı, 1938 Dersim Alevi Katliâmı, 1943 33 Kurşun Katliâmı(Mustafa Muğlalı Olayı); Sivas ve Başbağlar Katliamı, beri yanda PKK’nin özellikle de 1990’larda başlayan ve 2000’lerde de süren “çoğu da Kürt halkına yönelik” katliâmlar gibi yasa dışı “siyasi” gruplarca yapılan birden çok “din kisveli” ideolojik katliamda bu meyanda ziredilebilirdi.
Birden çok insanın öldürüldüğü katliâmlardan farklı olarak, büyük çoğunluğu da Kürt illerinde; birçok saikten dolayı birbirine düşman ve hasım olan kişi ve ailelerin işledikleri “küçük ölçekli” katliâmları(kan davaları) da yine kendi bağlamında değerlendirebilirdik. ( 2)
Konya Katliâmı…
Dikkat edersek, Kürt illerinde, fail-mef’ul(etken-edilgen) ikilisine bakıldığında, husumete varan olayların, küçük bir ihtimalle bir etnik boyutunu var saymakla birlikte, geçen günlerde Konya ili Meram ilçesi Hasanköy’de meydana gelen katliâmın; birçok yan sebebi olmakla birlikte, kabul edilmelidir ki, bu katliâmı gerçekleştirenler açısından bir etnik boyutu vardı.
Bunu görmemek için; kör ve sağır olmak gerekirdi.
Hatta bu olayla kıyaslanmayacak oranda, ekseriyeti Türkiye’nin birçok Batı ilinde vukubulan saldırılar ve maalesef bir kısmı da ölümle biten olayların temelinde etnik duygular yer etmektedir.
Bunu da görmemek ve dahi duymamak mümkün değildi.
Bu katliam ile ilgili kısaca şunları söyleyebilirdik; olaya sebep olan hadiseler her ne kadar, birçok insani farklılıktan kaynaklanıyor olsa da, bir tarafın suskun kalıp işi geçiştirmeye çalışması(Dedeoğlu ailesi), ama diğer yanda ise, ferdi ve fertleri katliâm gerçekleştiren ailenin, olan, biteni unutması, barışma yollarını araması dışında on küsur yıla dayanan husumet üzerinden bu işi gerçekleştirmesi, katledilen tarafın başka bir diyardan(Kars) gelmesi, ister istemez bu katliâmın ırk ve ırkçılık boyutunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu.
İşin zıddı ise pek mümkün değildi.
Olan oldu; bir aile yedi ferdi ile birlikte katledildi. Konu adalete intikal etti. Kararı elbette mahkeme verecekti.
Burada “katliâm sonrası” önemli olan, yereldeki yetkilerin(kaymakam, vali, jandarma) ve konu ile ilgili bakanlıkların olaya nasıl bakıp bakmadıkları ile ilgiliydi.
Keşke olmasa idi, ama bir defa, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız, büyük çoğunluğu Batı illerinde Kürtlere(özellikle de inşaat işçilerine) yönelik olaylarda, saldırılarda olayın faillerinin korunduğuna dair kamu vicdanında oluşan olumsuz durumun nasıl izale edileceği ve olması gereken güven ortamının nasıl sağlanacağı ile ilgiliydi.
Gerçi her ne kadar, yetkililer sütliman bir tablo ile karşımıza çıkıyor olsalar da, yerelde bu işlerin pek de hakkaniyet üzerinden yürümediğini söylemek durumundaydık. Yani, suç işleyen fail cezasını çekecekti, ama suçluyu daha yakalama ve emniyete götürme aşamasında dahi, bir nevi koruma halleri, ilgili kurumlara ve özellikle de adalete güveni zedeliyordu. Ama yerel yetkililer, bunu önemsemeyip sadece kendilerini merkeze koyuyor iseler, bu şekilde ne güven tesis edilebilirdi, ne de toplumsal birlik bu şekilde sağlanırdı.
Yeri Gelmişken Bir Diğer Örnek…
Katilin korunduğuna, en azından önemsendiğine dair, HDP İzmir il Başkanlığı’na girip Deniz Poyraz’ı katleden Onur Gencer’in, daha emniyet aşamasında, orada bulunan polisler tarafından “adın ne koçum” türü gayr-ı ciddi ve tehlikeli ifadelerle karşılanması, kamuoyu vicdanında derin yaralar açtığını peşinen kabul etmek gerekir.
İzmir polisi böyle davranacağına, ona ne güzel bir şekilde yaklaşması ne de ona yönelik bir saldırgan dil kullanması gerekirdi. Sonuçta o bir fail ve katildi.
Onların işi, failin ifadelerini tutanakla tespit edip mahkemeye sevk etmekti. Tamam bunu yaptılar, ama katile de birazcık moral vermiş oldular. Öyle olmayıp, işi bir üst makama havale etme ve tüm katil ve katiller de lanet okuma daha şık ve anlamlı olurdu.
Bunu bilmemek ve görmemekte pek mi pek mümkün değildi.
Hani derler ya “sen âlemi kör, herkesi sersem mi sanırsın!”
Her ne kadar birçok saike, sebebe dayanıyor olsa da, sonuçta şeytanın iğvasıyla oluşan ve kişi nefsinden kaynaklanan, giderekte husumete dönüşen, daha sonra ise karşımıza katliâm olarak arz-ı endam eden vahim durum ve durumlar(maazallah) bir Türk-Kürt karşıtlığına dönüşürse, iş Yahya Kemal’in ifade ettiği üzere “Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç’e dönülürse, bin yıllık kardeşlik, akrabalık ve dindaşlık, onulmaz bir şekilde yara alır.
Bunu da bilmemek mümkün değildi zira.
İlk önceleri Eğe illerinde, oralarda büyük çoğunluğu inşaat işçisi olan Kürtlere, yine genellikle Karadeniz bölgesine mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan fertlere ve ailelere yönelik saldırılar, bu kez Konya’da, artık orayı yurt edinmiş, tarımla uğraşan ve rızkını orada arayan bir aileye yönelik saldırılara evriliyorsa, demek ki Kürt halkı kendi vatandaşı olduğu ülkesinde, özgür bir şekilde istediği, “doyduğu” yerde yaşamayacaksa, kim bu durumdan mutlu, mesut olacaktı?
Halbuki, Doğu’da, Batı’da Allah’ın değil miydi?
Bu yalın gerçekten hareketle söylersek; bir Kürt Batı’da, Bir Türk’te “çok rahatlıkla yaşayabileceği halde” Doğu’nun her hangi bir yerinde yaşayamayacak idiyse, hangi güvenden ve hangi vatandaşlıktan, hangi haktan söz edecektik?
Kendi kendimizi kandırıyor muyduk yoksa!
Han, “başka Türkiye yok”tu? Eğer sadece bir Türkiye vardı ise; bir Türk Doğu’da, bir Kürt’te Batı’da yaşayamayacaksa, o zaman hangi yabancı unsuru ülkemize ısındıracak ve ülkemizi tüm değerleriyle birlikte dışarıya tanıtacaktık?
Bu tanıtma işi, sadece, tozpembe bir turizm hareketinden mi ibaret kalacaktı?
Yani, “dışı seni yakar, içi de beni” misali bir şey olurdu sonuçta.
Birbirimize yaklaşmak sadedinde ortaya konulan (acaba doğru bir sonuç elde edebilmiş miydik?) konulmak istenen, üzerinde çalışılan modern argümanları, bir an bir tarafa koyduğumuzda, bizi birbirimize yanaştıran, yaklaştıran, tanıştıran(3) ilahi emirleri de mi es geçecek, savsaklayacak, yok sayacaktık?
Anlaşılıyor ki, din, kendi nefsinde var olan kırıntıları ırkçılığa hamleden insanlar için, bir kimlik inşa etmekten ziyade, bir aksesuar misali muska kabilinden duruyor.
İnsan dine böyle bir rol biçince, o şekilde yaklaşınca yoldaşı şeytan ve şeytanlar olurdu; Küt ve Türk fark vb. etmeksizin. Din devreden çıkınca, araya maddi ve “manevi(!)” putlar girer, sökün ederlerdi.
Kısacası, yol yakınken, tez elden aklımız başımıza toplayalım. Yoksa “dönülmez akşamlar” sökün eder, birliğimiz dağılır, yok olup giderdik.
Sonrada, “kimse dememişti” demeyelim…
———-
Kaynakça:
1)https://islamansiklopedisi.org.tr/ashabul-uhdud
2) Mardin Mazıdağı Bilge Köyü(Zangırt Katliâmı)
3) Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.(Hucurat-13)
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.