Sait Alioğlu Yazdı: Mâturîdîlik Çerçevesinde (3)

01.07.2021

Yorum Farkı…

İnternet öncesi dönemlerde gazetecilikle ilgili, o işin öneminin ve farklılığının vurgulandığı şöyle bir veciz ifade kullanılırdı;  “haber kutsal, yorum hürdür” diye…

Bu veciz ifadeden yola çıktığımızda ve konumuzla ilgili bir değerlendirmeye tabi tutup, haber’i salt Kur’an vahyi(ayet/işâret) olarak düşündüğümüzde, hür olan yorumunda, kişinin(İlim ehli) “haddi aşmadan” gerek kendi şahsi ve gerekse de içerisine doğduğu toplumun ve yaşadığı coğrafyanın da etki ve katkısıyla; öteden beri tevarüs edilegelen kültürel, sosyal, siyasal durumlardan sadır olan, ondan beslenen din anlayışını işaret ettiği kabul görürdü.

Konumuz gereği düşünürsek yorumun kendisini; maksadı aşmadan, haberi anlamak ve onun ne anlama geldiğini kavramak için, “yeteri oranda” bilgi birikimine dayanan salt yorumla birlikte, ana akım İslam dairesi dışında bulunan Heterodoks(Batınî) çevrelerin içerisini, vahiy dışı kof ve boş bilgi yığınıyla doldurdukları, ama ona hakikat payesi vermeyi de ihmal etmedikleri “aşırı yorum” olarak tanımlanabilirdi.(1)

Günümüzde “Sünnî” gelenekçilik sakiyle çeper dışında görülmek istenen Şiiliği kendi bağlamında değerlendirme şartıyla Mutezile’nin, çok önceleri Sünni paradigma içerisinde ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulduğunu hesaba kattığımızda; şahıs bazında var olan düşünsel aşırılıkları bir tarafa koyarsak eğer, bu çerçevede yapılan her yorumun, kutsallığı değil, ama bir makuliyeti, anlaşılırlığı ve kabulü söz konusu olabilirdi.

Epey zamandır birçok çevre tarafından; adeta Osmanlının çöküşüne ve bilahare yıkılışına sebep olduğu savlanan Eş’ariliğin, işin ehli ulema/bilim insanı tarafından değil, çoğu da haliyle mukallit olan insanlarca, bazı çevrelerin dillendirilmesini arzuladığı o “yıkıcı” söylem üzerinden,  “o halde bizim hayat telakkimize uyan, bizatihi telakkimizin temel kurucu ögesi olan Maturîdîliğin” önplana alınması yaklaşımı, bidayetinde maksat aşılmadan oluşturulan yorumun, bu kez, İslam ile paradigmal bir birlikteliği ve bağlantısı bulunmayan ulusalcı, millici anlayışa payanda kılınmasının kendisi bizatihi aşırı bir yorum olarak okunabilirdi.

Keza, önceden beri var olan, ama doksanlarda hız kazanan bu durum, devlet bağlamlı din politikası şeklinde 28 Şubat döneminde geniş Müslüman kesimlerde pek revaç bulmamıştı.

Ama devletin yetkili kurumlarının yapmak istediği halde yarım kalan bu girişim, Müslüman kitlenin, adeta “artık, iktidar bizden” deyip büyük oranda muhalefet mevzilerini terk ettikleri bir vasatta bir sert(hard) güce gereksinim duyulmadan, devreye sokulan soft/(yumuşak) güç sayesinde akademik çevrenin görev üstlenmesi ile iktidarın onayından geçtiği gözlemlenen bazı durumlardan dolayı; ortaya parçacı, bütünü yok sayan, hakikati ters yüz eden dinî anlayışlar, yorumlar sökün edip duracaktır.

Emin olunması gerekir ki, hakikatin peşinde olan ve bu uğurda kutsallığı sadece Allah’ın (cc) varlığına hasretmeye çalışan, çabalayan, bununla birlikte var olan yorumlardan birini sahiplenen, ama o yoruma bir mutlaklık da atfetmeyen(İslamcı) Müslümanların çabası, bir yorumu(Ör. Eşarîlik) ters yüz eden, onu kendince boğmaya çalışan, yekdiğerini ise(Ör. Maturîdîlik) “nur âlâ nur” olarak görme eğiliminde olan Müslümanların eylemliliklerini boşa çıkarabilirdi.

Aslında o eylemleri boşa çıkarmaktan ziyade Namık Kemal’in, “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar” veciz ifadesini anlamak, ona hayatiyet kazandırmak en akıllıca bir yol, yöntem, düşünce biçimi olabilirdi.

Yukarıda değindiğimiz üzere İslamcılığın, mutlaklaştırılmak ve dolayısıyla da millileştirilmek istenen yorumları kültürel fark şeklinde kabul görmesi, Osmanlı İslamcılarının da dikkat çektiği üzere, onlar tarafından bundan bir üstünlük vesilesi çıkmadığı sonucuna varılabilirdi.

Aslında Türkiye’de ortaya konulan İslam yorumunun ve pratiğin başka ülkelerdekinden bir fark sergilemesi kadar normal bir şey yoktur. Tabii bu fark sadece Türkiye’ye özgü de değildir. Osmanlı İslamcıları bu kültürel farkların din yorumlarına etkilerinin yeterince farkındaydılar. Ancak bundan bir kültürel üstünlük çıkarmaya dönük heveslere karşı ortaya koydukları tavır da onların söylem sınırlarını oluşturuyordu.”(2)

O zaman“Farklılıkların sadece etnik veya milli hüviyetine referansla birinin diğerine üstünlüğünü iddia etmek her şeyden önce İslam’ın temel normlarına aykırıdır… Oysa Türk İslam’ının üstünlüğünde bir kez karar kılınınca iş hemen bu üstünlüğü sağlayan nedenler üzerinde durmaya geliyor. Türk İslam’ının temel özellikleri, kurucu unsurları, başkalarıyla fark oluşturan boyutları nelerdir?” (3)

Türk telakkisi; dönüştüren ve dönüştürülen…

Osmanlı İslamcılarının yaptığı üzere, işi salt kültürel bir fark olarak görmenin yanında, Maturidi’nin yapmak istediği “yegâne” şeyin, “Türk Aklı’nı daha genel bir söyleyişle Türk telakkisini, düşüncesini kâmil manada Müslümanlaştıran ilk isim olması”(4) kendiliğinden bir öneme irca edilecek kadar anlamlıydı.

Demek ki, Matûrîdîliği, olduğu gibi değil, onun modern ve muhafazakâr Türk muhayyilesine koşut kılan anlayışı destek değil, bilakis onunla Türk telakisinin Müslümanlaşması söz konusu idi.

İslamcılık derde deva olabilir miydi?

Maturidi’nin, kâmil manada bu işe el atması görülebildiği kadarıyla maksadı aşmadan, kendi sosyal, kültürel, coğrafi, kavmî anlamla birlikte ve en önemlisi de hikmetin peşinde iz sürerek aşırı yorum anlayışına tevessül etmeden “etrafını cami, ağyarını mani” bir şekilde külliyetli bir telakkinin oluşumuna öncülük etmesi yabana atılamayacak kadar anlamlı ve önemliydi.

Kısacası, kendine özgü “ilke bazında” bir temeli(Kur’an) ve hukukî(şer’î) yönü bulunan, ama itikadî alan dışında yine maksadı aşmamak şartıyla farklılık içre yoruma yer veren din olgusu üzerinden; çıkış noktası itibariyle materyalist anlayıştan sadır olan millici/ulusalcı anlayışlar ve telakkiler lehine bir karar verilmesi, maksadı fersah, fersah aşmakta ve din ile birlikte dini düşüncenin hilafına toplumsal temeli sarsmaktadır.

Yine, maksadı aşmadan ve de aşırı yorum yanlışına düşmeden yapılan her yorumun, yorum formunun, kendi bütünlüğü bağlamında bir anlaşılırlığı var olmakla birlikte, salt hukuk içeren fıkhî mezhep olgusunun yanında itikadi/ideolojik mezhep pek de mantıklı ve tutarlı değildi.

O zaman form olarak oluşabilecek boşluğu doldurmak için yaşadığımız süreçte, muhafazakârlığın “içten” baskısına maruz kalmamış ve din dışı/profan telakkilerin saldırı ve salvolarına yenik düşmemiş olduğunu umut ettiğimiz “bizden olan, bizi çağa anlatan, bizimde onun gölgesinde çağı değerlendirmemize katkı sunacak olan İslamcılık formu” maksadın oluşumunda önemli bir işlev görebilir, derde deva olabilirdi.

Devam edecek…

DİPNOTLAR: (1) Eski ve yeni tefsir kitaplarının yöntemleri farklı üslupları çeşitli olmasına rağmen Kur’ân’ı anlama hususunda birçoğu aşırı ve bâtıl yorumlardan uzak değildir. Bu yorumların bir kısmı zorlama ve bozuk olduğu gibi zevk-i selîme ve Kur’ân-ı Kerîm’in belagatine de aykırıdır. Bir kısmı ise dinin ilkeleriyle bağdaşmaz niteliktedir. Öyle ki bazı yorumlar eser sahibini Müslüman olmayanların zümresine dâhil edecek kadar tehlikeli ifadeler içermektedir.( https://www.ikrakitap.com/tefsirde-asiri-yorumlar)

(2)https://www.yenisafak.com/yazarlar/yasin-aktay/anadolu-irfani-ve-hanefi-maturidiligin-icadi-2058390, Yasin Aktay

(3)https://www.yenisafak.com/yazarlar/yasin-aktay/anadolu-irfani-ve-hanefi-maturidiligin-icadi-2058390, Yasin Aktay)

(4)https://www.yenisafak.com/yazarlar/omer-lekesiz/imam-mturd-ve-tefsiri-2058346

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.