17.05.2022
“Putçu; Hem yaparım, hem taparım, hem satarım ve hem de onunla yeni bir dünya kurarım!”
İnsan, yapısı gereği ve yaşadığı zaman dilimi ile olası gelecekte nasıl bir hayat ile karşılaşacağını merak eder.
Onun için, düşünür, bir şeyler yapar; gününü kurtarmaya çalışırken, geleceğinin de hesabı içerisine girer.
Bunu yaparken, genellikle içerisinde bulunduğu toplumun değer yargılarına başvurur, onları rehber edinir, başkasının yaşadığı “geçmişten” der alır, kendini onarmaya çalışır.
Böyle bir yola girerken, kendine form olarak, büyük anlatı olan din’i, mezhebi ve çağdaş zeminlerde oluşan herhangi bit ideoloji ona yol gösterir, onun rehberi olur.
Bu yollar, ya onu sahil-i selamete çıkarır, ya da onu çıkmaz sokaklarda, aralarda ve labirentlerde kendi yalın gerçeği ile baş başa bırakır.
O zaman, onun rehber edindiği din’in, dünya görüşünün hem hakikati içermesi, hem de rasyonel olması gerekir ki, yolculuk, eziyetlerle geçse de, onu mutlu sona ulaştırabilsin.
İnsanın, yaşadığı zaman dilimini ve geleceğini düşündüğü gibi, kendisinden önce yaşanan hayatları da bilme duygu ve düşüncesini dikkate aldığımızda; dedesinden, nenesinden vs. başlamak üzere kendi atalarını, birçok insanı, toplumu da merak ettiği, edebildiği söz konusudur.
İnsanın kendi atalarını anması bağlamında, “sözde” onları hatıralarda yaşatmak için, onları heykel(put, sanem)halinde işlediğini ve aslında, kısaca “putçuluk” diyebileceğimiz olgunun bu şekilde ortaya çıktığı da söz konusudur.
Eğer, kaynaklarda bilgiler doğru ise, İslam tarihçisi Mehmet Asım Köksal’ın, “Peygamberler tarihi” adlı eserinin 2. Cildinde, daha kendisi hayatta iken, yaşayan torunlarından bir grup insanın ovalık bir yerde insan suretinde tahtadan, taştan bir şeyler yaptığını duyan Hz. Nuh’un, meydana gelen olaya tepki gösterdiği kaydı var.
Eğer rivayetler doğru ise, bundan anlıyoruz ki, iş, yani putçuluk kendi başına “atalara özlem duyma, onları anma, hayata değilse de, hayalde yaşatma” adlı altında halisane bir duygu ile zamanla tapınmaya kadar varmış…
(Yeri gelmişken söyleyelim; Göbeklitepe’de vb. bu minvalde değerlendirilebilir.)
Günümüzde, kapitalizm saikiyle tüketim toplumuna dönüşmemizin bir göstergesi olarak an’ı yaşama ile birlikte, asli değerlerden kopmanın bir sonucu olarak, boşlukta kalmamak için, geçmişi imdadımıza çağırmak demek olan kutlama kültürü, zamanla masumiyetini yitirerek insanı geçmiş, bugün ve gelecek arasında şenlikli toplumun bir ferdi olmaya sevk etmektedir.
İnanç, düşünce ve kanaat toplumu değil de, “vur patlasın’cı, çal oynasın’cı bir ruh haliyle hareket edildiğinde, geçmişi anmak adına, heybede her ne var ise, onların “yüzü, suyu hürmetine” her güne bir kutlama işi ihdas edilir durur.
Hele bu kutlama işi, hakikat bağını kaybetmiş bulunan sair dinlerin müntesiplerinin yaptığı üzere(*) zamanla Müslümanlara da sirayet etmiş bulunmaktadır.
Mevlit kandili başta olmak üzere birtakım gecenin ihdas edilmesi, o günlere has merasimler düzenlenmesi, adeta Kur’an ve sünnet yoluyla farz kılınmışçasına kabul görmesi, Abbasiler döneminden bugüne Müslümanların hayatlarını ihya(!) etmektedir.
İslam, mabet dini değil, hayat dini iken; onu mabede sıkıştırdık “mihrab, minber, mahfil arası” üçlü bir yol izlemek zorunda bırakılmış gibi…
Bu üçlü yoldan insana düşen ise, kişinin, İslam’dan ne anladığına bağlı olarak hep bir değişiklik göstermiştir.
Çoğunlukla mabetle, kalp arasında, azınlıkta ise, mabedi taştan, topraktan ibaret değil de mana ile ilişkilendiren onu da anlamlı kılacak olan akıl-yaşanılan hayat dengesi içerisinde bir şekilde işleve tabi tutulurken görmekteyiz.
Put diye geçmeyelim. Konu çok önemli. Onu, görüntünse bakıp taştan, topraktan, demirden vs. ibaret sanmayalım.
Ona yüklenen anlam, işi boşa çıkaracak olsa da, her putun önceki hayat(lar)la mutlaka bir ilişkisi, bağı mevcut olup kim ne derse desin din ile alakalıdır.
Yukarıda belirttiğimiz üzere, ikinci babamız olan Nuh’un, kendisinden önce vefat eden çocuklarının, yaşayan çocuklarının, onların hatırasını yaşatma adına, putlar dikmesi, öyle bir şeyi icat etmeleri, temelde din ile alakalıdır.
Niyet belli, ama araç o niyeti sakatlıyor olsa da, işin dinî bir boyutu vardı.
Sadece, işin tevhidi özü hakikatten ayrılmış, kültüre dönüşmüştü.
Sonuçta, bu bir tercih meselesi idi. Kimi Allah’a kul olur, kimi de O’na kul olma adı altında, arada bir vesile olsun diye put üretirdi.
Put üretildiğinde de, oradaki vesile düşünüldüğü kadarıyla boşa çıkar, işe yaramaz ve nihayetinde kişi, kendi batıl ameliyle baş başa kalırdı.
*
Müslümanların kültüründe, birçok alanda olduğu üzere -en azında geçmişi bilmek, tanımak ve ondan dersler çıkarmak için- salt tarihi kaynaklara ve önemli eserlere yönelik ilgi, ne yazık ki yeterli değil.
Var olanların büyük bir kısmı ise, bir takım mülahazalarla yok sayılmakta, “tehlikeli görülmekte” imha etme suretiyle ortadan kaldırılmaktadır.
Burada, kişilerin korumaya çalıştıkları dini duygunun tümünün salt tevhid ile bağlantısı olduğunu değil de, dinin, kendi çıkarlarına yarayışlı kısımlarını dikkate aldıklarını gözden kaçırmamak gerekir.
Ondan dolayı, hep bir yok sayma katlanarak koca bir kültüre dönüşmüş olur.
Burada mevzu, salt bilgi sahibi olmak ve geçmişten dersler çıkarmak olunca, bırakın klasik bir eseri, zevatın düşüncesini sevmediği bir entelektüelin, yazarın kitabını, ticari kaygılarla da olsa, kitapçı raflarında görmeye dahi tahammülleri yoktur ve olmamıştır da.
İşte, konu açısından “Putlar Kitabı” da, tahammülsüzlerin gadrine uğrayabilecek türden bir kitap.
Baştan belirtelim ki, müellifi, İslam öncesi Arabistan coğrafyasının belli noktalarında dikili bulunan putlara övgü ile yaklaştığını değil, sadece var olan hakikati görmemizi ve ondan ders çıkarmamızı arzuladığını söyleyebilir.
Zaten, geçmiş bilinmeden ne içerisinde bulunulan “an” ve ne de geleceğe yönelik bir çıkarımda bulunulabilir.
İbnü’l-Kelbi’nin, Arapça orijinal ismi ile “Kitabu’l-Esnam” olan tercümesi itibarıyla“Putlar Kitabı” olarak Türkçeye çevrilmiş bir kitabı var.(**)
Bu kitap, Ankara Okulu Yayınları’nın “İslam Klasikleri” serisi içerisinde yayımlanmış bulunmaktadır.(*)Bu eserin Türkçe tercümesini kaç kişi okudu, bilemem, ama bendeniz kitabı okuyup konu ile ilgili bir değerlendirme yazısı da yazmıştım. İlgili yazımız, kitap haber sitesinde yayınlandı.
*
Tarihi bir realite olmasına ve insanlığın hemen her evresinde, kendine farklı bir şekilde ve anlamda yer bulan put olgusu, inanç sahibi insana itici gelir ve özellikle de Müslümanların, onu kendilerinden uzakta ve bir materyalden ibaret görüp onunla bir ilişkilerini olmadığını düşünseler de, onu hayatın her evresinde materyal şeklinde olmasa da, “mânâ” şeklinde tezahür ettiğini/ettirildiğini görmeleri gerekir.
Normal şekilde düşünen bir Müslüman, bir inanç olgusu olan şirk ve putu, olsa olsa, çok da tarihin derinliklerine girmeden Mekke’nin karanlık dönemlerine sabitleyebilirler. Tabii ki, iş sadece amorm bir şekilde inancı belirtmek ve puta vurgu yapmak ise, tamamen doğru. Ama iş salt şirkten ve dikili bir puttan ibaret değil ve hiçbir zamanda böyle olmamış.
Zamanına, zeminine ve dönemini yaşayan insanın anlayış kapasitesine göre değişiklik göstermiştir.
Mekke’deki putperest, onu yer gelmiş helvadan yapmış, acıkınca da yemiş, ama daha sonraki dönemlerde, iş, birçok “çok bilmiş” gönül ehli(!) münevver(!) tarafından felsefi boyutlarda ele alınmış ve adına birçok teori üretilmiş.
Günümüzde, işin bu acıkınca yenilen kısmı olmamakla birlikte, onun zihinsel planda hem de felsefe ve tasavvuf felsefesi bağlamında kalmaya, yer etmeye, tartışılmaya ve değerlendirilmeye devam edilmektedir.
Ama maksat ne olursa olsun, düşünce her zaman iyidir. En azında, sahih düşüncelerinin, albenili de olsa, batıl düşüncelere galebe çalarak ortaya çıktığı da bir gerçektir.
Dipnotlar:
(*)https://www.kitapyurdu.com/kitap/buyuk-peygamberler-tarihi-2-cilt/4556.html
(**)https://www.kitaphaber.com.tr/kitabul-esnam-putlar-kitabina-bir-bakis-k2906.html
(*)https://www.kitapyurdu.com/kitap/kitabulesnam-putlar-kitabi/392485.html
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.