Sait Alioğlu Yazdı: Yeni Bir Siyaset Şeklinin Ve Dilinin Elzemliği Üzerine-2

06.05.2024

-Ufuk İnsanlardan günümüze-

Bir ara kendilerini, diğer insanlardan, o da sözde “elde ettikleri” bazı imtiyazlı durumlara binaen, “seçkin ve üstün” gören epey kişinin, söz yönetime, siyasete ve dolaylı olarak demokrasiye gelince, “benim oyumla maydanozcunun oyu bir ve aynı olur mu?” diye serzenişte bulundukları bilinmektedir.

Demokrasinin de kendisini, bazı açılardan seçkincilik olgusu içerisinde değerlendirmek durumunda kaldığımızda, bu düşünce sahiplerini yadırgamamamız gerekir.

Modern anlamda siyaset yapma geleneğinin henüz başlamadığı Osmanlı klasik dönemlerinde, ilk İslam devletlerinde görülen ve onlardan Selçuklu ile Osmanlıya da aktarılan ayan geleneği, cumhuriyet döneminde de başka şekillerde kendine yer bulmuştur; “Tanzimat’tan sonra uğradığı ad değişikliklerine rağmen âyan, Cumhuriyet dönemi de dahil olmak üzere yakın zamana kadar İstanbul’da Meclis-i Meb‘ûsan’a, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve taşrada belediye meclislerine temsilciler göndererek, değişik siyasî partilerin özellikle mahallî yönetimlerinde görev alarak ziraat, ticaret ve sanayi cemiyet ve odalarının idaresinde etkili olmuşlar, Türk siyasî, sosyal ve iktisadî hayatındaki rollerini ve önemlerini devam ettirmeyi başarmışlardır.” (1)

Bununla birlikte, Tanziimat’la başlayan ve ilan edilen Meşrutiyet(I. ve II.)dönemlerinde Batı usûlüne benzer siyaset yapma geleneği mucibince, ülkenin çeşitli bölgelerinden hatırı sayılır insanların seçilerek Meclis-iMebusan’da görev aldıkları da bilinmektedir.

Her dönemin kendine özgü bir dili, anlayışı ve usûlü gereği, ortaya konan kriterler bağlamında, siyaset kademesinin her basamağında siyaset yapma konumunda olan insanların, geniş değil de, dar bir çerçevede dâhilinde seçilme suretiyle mecliste halkın vekâletini üstlendiği bir vakıadır.

Kendi döneminde kendine özgü şartlarda, siyaset yapması için seçilen zevatın genel bir profiline bakıldığında, ya genelde eğitimli, güngörmüş, dünyayı tanıyan, dinini, diyanetini bilen(mektepli) ya da pek eğitimli olmadıkları halde, cemiyet ve cemaat görgüsüne sahip olup, toplumda oturup kalkmasını bilen, nerede ve ne zaman ne konuşacağını, davranılacağını bilen, konuşacağı ve eylemde bulunacağı az çok kestirilebilen insanlar arasından seçildiği bilinmektedir.

Bu zevatın, yaşadıkları dönem dikkate alındığında, o da Batı’da gelişen durumlara binaen oluşan yenidünya görüşlerinden birine sıcak baktıkları, ilgi duydukları da sarf-ı nazar edilmemelidir.

Bu dünya görüşleri içerisine, günümüzde olduğu üzere, o da henüz kuluçka döneminde sayılacağından dolayı, demokrasiyi koymayacak olsak da, o insanların belli bir erginlik içerisinde üzerlerine aldıkları görevleri bihakkın yerine getirmek için çalıştıklarını da belirtmemiz gerekir.

Siyaset yapma açısından bakıldığında, döneminin ve günümüzün avantaj ve dezavantajları da dikkate alındığında, o insanları, gayeleri, performansları ve hizmetleri açısından “ufuk insanlar” olarak tanımlayabiliriz.

Onların bir kısmı Osmanlı son dönemi ile ilk cumhuriyet döneminde, var olan rejim(ler)le büyük oranda aynı gayeleri paylaşmadıklarından dolayı birbirlerine ters düştükleri, çeşitli cezalara çarptırıldıkları –hatta bazı yöntemlerle canlarına kastedilerek ortadan kaldırıldıkları- siyaset yolunda ufuk insanların nice bedeller ödedikleri unutulmamalıdır.

Ufuk insanların varlığının günümüzde bir karşılığının bulunmadığını söyleyemeyecek olsak da, onları ufuk insan yapan saiklere bakıldığında, aldıkları eğitim, elde ettikleri görgü ile maddî ve manevî açılardan toplum üzerinde var olan etkileri, onları kendi zamanlarında ve şartlarında ufuk insan kılmıştır diyebiliriz.

Onların bu özellikleri, demokrasini adının geçtiği, ama pek de revaç bulmadığı ilk cumhuriyet dönemlerinde dahi önem arz etmekteydi.
Bu olgu, çok partili dönemde ve onu takip eden sair dönemlerde de, o da kişisel olarak devam edegeldiği, sürdüğü halde, bu konu, siyasetin, sağcı partilerin elinde ranta dönüşmesiyle birlikte, çok az kişinin şahsında kendine yer bulduğu ise hepimizin malumudur.

Sağcı partilerin, o da kendi meşruiyetlerini(yasal olma durumu) İslam’dan devşirmeye çalıştıkları göz önüne alındığında, ufuk insanlara ev sahipliği yapmış olması gerekirdi.

Bu durum, o devşirme siyaseti mucibince, az oranda kendine yer bulmuş olmasına rağmen, o partileri sevk ve idare eden lider kadronun kahir ekseriyetinin “dün dündür, bugün bugündür” tarzı izledikleri siyasete bakıldığında, kendine çok az yer bulabilmişti.

Bu çerçevede ta ellilerden bugüne birkaç “siyasi” isim, ufuk insanlar kategorisinde gösterilebilir.

Ha, bir de bu ufuk insanların tamamının aynı ideolojik kalıp/lar içerisinde olmadığı gerçeği de gözden kaçmamalıdır.

Gerçi, ufuk insanların, kendi ideolojik bütünlükleri içerisinde doğru’dan ve haktan yana yapmış oldukları siyaset ve buna bağlı durum, tutum ve davranışlar, onları millet nezdinde olumsuzlamaz ve onların değerini de düşürmezdi. Bilakis, onlar, her zaman ve her mekânda iyi yönleri ile anılırdı.

Örnek vermek gerekirse; Necmettin Erbakan, Hasan Celal Güzel, “eleştirilebilecek bazı yönleri ile birlikte” Bülent Ecevit, Abdülmelik Fırat vb.

Bunların dışında bazı ufuk insanlardan da bahsedilebilir, ama bu ufuk insanlığının yanına “kendine göre evet, ama” genel geçer anlayışa ters tutum ve davranışları sebebiyle “siyaseten” ufuk insan kategorisine dahil edilemeyecek kişilerin de varlığı dost, düşman tarafından bilinmektedir.

Bu ufuk insanların varlıklarının ve yapıp ettiklerinin yanında, o da 12 Eylül darbesinin oluşturduğu etkiye binaen, onu takip eden süreçte, Erbakan hoca gibi şahsiyetler dışında kalan siyasilerin büyük bölümünün darbeci mantığı aşamadıklarından dolayı ülke bir kriz ve kaos ortamına girmişti.

Bu kriz ve kaos ortamının, onlardan sadır olan döküntüleri ortadan kaldırma düşüncesiyle iktidara gelen AK Parti kadrolarının, birçok alanda olduğu üzere siyaset alanında da ufuk insan projesine el atması beklenirken, öyle savlanırken bu beklenti istisnalar dışında pek karşılık bulmamıştı.

Erdoğan ve kurucu kadroyu oluşturan zevatın çabaları ufuk insan profilinin, partinin şahsında belirmesi söz konusu ve beklentiler de hep o yönde iken, birazda uzun iktidar dönemi, metal yorgunluk ve iktidara alternatif siyasi güçlerin yokluğu, yani muhalefetsizlik durumu ve iktidar kanadında oluşan rehavet ufuk insanın meydana çıkmasını da engellemiş idi.

Ufuk insanın yokluğu ve buna bağlı olarak toplumun ve ülkenin topyekûn ilerlemesinin, gelişmesinin önünde oluşan sorunların çözümü sadedinde hem iktidar kanadından ve hem de bir bütün olarak muhalefet kanadının çözümsüzlük hallerinin devamını gerektirmiştir.

Aradan tam kırk yıl geçtiği halde, 12 Eylül darbe anayasasının çöpe atılıp onun yerine yenisinin, yani daha kapsayıcı, kucaklayıcı “demokratik” bir anayasanın ortaya konulmaması; Kürt sorununun sürüncemede bırakılması, yine darbe döneminin eseri olan asgari ücret garabeti gibi konular, büyük bir ihtimalle ufuk insan profilinin eksikliğinden, yokluğundan kaynaklanmaktadır.

Ufuk insan profilinin, her alanda olduğu üzere siyaset alanında da oluşması pek zor olmamakla birlikte, onun bir proje dahilinde değil, apaçık bir şekilde insanların, gurupların, bir bütün olarak toplumun siyaset alanının bir rant alanı olarak görmemesine ve o şekilde tavır ve tutum alınmasına bağlıdır.

Bu da, sağlam ve sağlıklı ve sağlam bir inanç ve irade ile bağlantılı bir konu olarak ele alınmayı hak etmektedir.

Dipnotlar:
1) https://islamansiklopedisi.org.tr/ayan

Devam edecek…

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.