Sait Alioğlu Yazdı: Yeni Bir Sürecin Başında Türkiye Siyaset Sahnesine Özet Bir Bakış-4

13.04.2023

Bu, bir öngörümüdür bilemem, ama yaklaşık on küsur yıldır, Türkiye’de yüzden fazla siyasi parti bulunmasına rağmen, siyaset sahnesinin ABD’de olduğu üzere iki partili bir sisteme evrilebileceği hususunda bir düşüncem var.

Yine bu öngörü bir fantezi olarak mı oluştu? Yoksa kendi geçmişinden hareketle bir dünya devleti olmaya niyetlenen Türkiye’nin, yönetim konusunda, var olan eksiklerini büyük oranda hallederek büyük devlet olma adına böyle bir yolu seçeceği gerçeğine mi dayanıyor denilse, ben şahsen objektiflik içerisinde ikinci şıkka vurgu yaparım…

Bugüne kadar ki uygulamaları “ne getirdi, ne götürdü?” sorusu açılarından çokça tartışılacak olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin de, bu amaca binaen oluşturulduğunu düşünüyorum.

Herhangi bir kurum, bir vakıf ve dernek bünyesinde geleceğe yönelik karar/lar alınıp, ilerisi için sistem değişikliği gibi konularda kararlar alındığında dahi, alınan bu kararların öyle sıradan kararlar olmadığı düşünüldüğünde, bir devlet, hem de söz konusu dünyanın merkezinde olup birçok alanda gayet stratejik bir coğrafyada hakimiyet tesis eden bir devlet adına alınan kararlarında öyle sıradan ve kısa bir zaman sonra değiştirilebileceği pek de söz konusu olmayacak kararların alınabileceği akıldan çıkarılmamalıdır.

Söz konusu kararlar, bir devleti ve dolayısıyla ülkeyi ve toplumunu alakadar ediyorsa dahi, alınan kararlarda stratejik hatalarda işlenebilir. Tüm devletlerde olduğu üzere, yüz yıllık cumhuriyet tarihinde de alınan kararların birçoğunun strateji hatasıyla malul olduğunu söyleyebiliriz. Bunların en belirgini, Müslüman çoğunluğu küstürme pahasına uygulanan jakoben Batıcı politikalar bu konuya başlı başına örnek olarak verilebilir.

Gerçi, bunlar geçmişte alınan ve bir kısmının belirgin bir işlevselliği kalmamış olsa da, birçok karar halen bu ülkeye ağır faturalar ödetmektedir. Örnek olarak Kürt sorunu bir çırpıda dile getirilebilir.

Sayıca yüzden çok partiye rağmen, iki partili sisteme geçme, geçebilme durumu, çeşitli açılardan böyle bir sistemle yönetilen ülkelerin he birinde kendine özgü durumlar söz konusu olsa da, görünene bakıldığında birbirine benzer yapılardan söz edilebilir.

Örnek olarak ABD’de Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti’de faaliyet yürüten “siyasi çıkar” gruplarına kabataslak göz attığımızda dahi, her iki partide de, birbirleriyle uyuşan, çıkarları gereği birbirlerine yakın siyaset bloğuna tesadüf ederiz.

Örnek olarak; CP’de eski başkan Donald Trump’ın yeniden adaylığına karşı çıkan cumhuriyetçilerin yanında, onun adaylığını destekleyenler ve beri yanda da DP’de mevcut başkana karşı çıkanlar olduğu üzere, salt kendi grupsal çıkarını bir anlık partisinin çıkarına yeğleyenlerin de varlığı bilinmektedir. Dış politika konusunda her iki partide şahin kanatla güvercin kanadın varlığı da apaçık örnekler olarak verilebilir.

Burada bizden farklı olarak, gerek şahinler ve gerekse de güvercinler açısından, Batı’ya öykünür bir mantıkla ya salt Avrupacı, Avrasyacı, ya da Atlantikçi(Anglosakson) kanadın varlığının olmayışına zıt bir oranda bizde ya Avrasyacı, ya da şimdilerde Kılıçdaroğlu üzerinden yürütülen Atlantikçi(Anglosakson) anlayış ve iş tutuş durumları, haliyle iki partili bir sistemi, bize alabildiğine anlatmaktadır.

Bu sadece tek taraflı kurgulanan yürüyen/yürütülen bir durum olmayıp, her iki tarafa da konum aldıran bir mahiyete sahip…

Epey zamandır dikkat ediyoruz, 14 Mayıs’ta yapılacak olan bu seçim, bundan önce yapılan birçok seçimden farklı olarak dünya tarafından pürdikkat bir şekilde “yabancıları” dikkatini çekmekte…

Tamam, Türkiye elinde bulundurduğu modern argümanlar açısından yönünü yaklaşık yüz yıldır batıdan yana yapmıştır. Ama resmiyet ve uygulama böyle olduğu halde, ruh olarak hep Müslüman bir kimliğe sahip olmuştur.

Bu ruhun eksiği, gediği, doğrusu ve yanlışıyla, Mevlana’nın o meşhur pergel metaforunda izah ettiği gibi, son dönemlerde Türkiye’nin bir yanı ile barılı, diğer(aslı olarak) yanıyla da Müslüman kalması AK Parti döneminde eski dönemlerde olmadığı oranda ortaya çıkınca Batı’nın nevri döndü. Batı buna binaen harekete geçmeye çalışırken, batıcı güç odakları da boş durmadılar. Hemen her vesileyle bu ruhu boğmaya çalıştılar. Çok yakın tarihimiz(2013 ve sonrası) buna en bariz örneklerle doludur. Ki, bakabilen görür…

Bu anlayışa rağmen Erdoğan’ın –haddizatında olmaması gerekirdi- ABD ile birlikte BOP Eş Başkanlığı gibi görevleri üstlenmesi dahi, onun şahsında o ruha karşı emperyalist çıkışlar, onu bir daha o ruhla birlikte yönetim erki olarak görmek istemediğini çeşitli sebeplerle belirtiyordu. Hisseden anlar…

Batı bu ruhun zamanla Türkiye ile birlikte, bir bütün olarak İslam dünyasını harekete geçirebileceği hesabıyla elinde bulundurduğu tüm karları ve kozları devreye sokmaya çalışıyor.

Batı birçok yerel gücün harekete geçmesini beklerken, belki de bundan bel alarak CHP öncülüğünde ve biri salt milliyetçi olan beş partinin katılımıyla adına “altılı masa denen bir denge noktası oluşturuldu.

Tabii ki, manzarayı iyi okumak gerekirse, bu olgu Türk siyasi tarihinde bir ilki içeriyordu. Tüm toplumsal kesimler arasında konsensüs sağlamaya yönelik farklı bir çaba olarak kendine yer buluyordu.

Görünen o ki, ilk başlarda “altı benzemezler” olarak tasvir edilen masanın bu altı parti ile birlikte, birçok oluşuma, bloğa da etki ettiği söylenebilir.

Masa Batı’dan da bel alıyordu.(bununla birlikte birçok dış çevrenin, el atılan birçok işin sonuçlanması, yarım kalmaması adına AK Parti iktidarın devamını arzuladığı da gözden kaçırılmamalıdır. Bir nevi “yapılanlar yapılacak olan şeylerinde teminatıdır.” Düsturunca rasyonel hareket etmeleri, bir açıdan da masaya işin başında nasıl bakılacağını da göstermektedir.)

Bu masa temelde neye karşı idi? Kendilerine göre –birçok doğruyla birlikte- AK Parti iktidarının icraatlarında ortaya çıkan “yanlışlara” vurgu yapıyor, onların yerine, somut bir şey söyle(ye)medikleri halde, “olması gereken” çözümleri dile getiriyorlardı.

Bunların içerisinde en belirgini cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’nin yerine güçlendirilmiş parlamenter sistemi’nin” ikame edilmesi maddesi idi.

Burada, CBHS’den ziyade güçlendirilmiş parlamenter sistemin getirilmesi mevzuuna bakıldığında, onun güçlendirilmesinden ziyade,  parlamenter sistemin büyük oranda zaaflı bir yapısı vardı ki, onun yerine CBHS önerilmişti iddiası önem kazanmaktaydı.

Öyle ya, madem parlamenter sistem iyi ve kullanışlı idi, o zaman, ona alternatif bir sistem “niye, ne diye” önerilmiş ve referandum yoluyla ikame edilmiş olsundu…

Bunlar, sürece bakıldığında gerilerde kaldı. Şimdi seçim sath-ı mailinde idik.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, bir nevi Amerikan sistemine benzer iki partili siyasi hayatı resmi olmasa da “fiili olarak” andırması ile birlikte, CB seçiminde 50+1 oy oranı dikkate alındığında, partilerin kendi başlarına değil de, ittifaklar bütünlüğünde seçime girmeleri gereklilik kazanmış bulunmaktadır.

Burada da adeta “kıcıklıklar eşitler arasında olur” fehvasınca; her ittifakta, karşı ittifakta olup kendileriyle hemen, hemen” aynı ontolojiye ve oy tabanına sahip birçok partinin, kendisinden farklı partilerle ittifak kurdukları görülmektedir. Bu durum Türkiye siyasi tarihinde genel anlamda ilk kez vaki olmaktadır.

Bakıyorsunuz; CHP’nin yanında muhafazakâr cenahtan gelen üç parti bir arada; AK Parti’nin yanında ise, İslamcı ve muhafazakâr partilerle birlikte DSP gibi milliyetçi sol tandanslı bir parti yer almış bulunmaktadır.

Zahiren Millet ittifakı’nda, var olduğu halde gün yüzüne çıkmamış sorunların aksine bir CHP’lileşme söz konusu iken, diğer ittifakta ise, belirgin bir AK Partilileşme görünmediği halde, farklı ideolojik kulvarlardan gelen bir iki partinin birbirlerine yönelik çıkışları öne çıkmakta, ama işlevsellik açısından belirgin bir zorluğa işaret etmeyeceğini söyleyebiliriz. Zira orta yerde Erdoğan ve sürdürülmesi gereken politikalar var ise, karşılıklı atışmaların sonuca olumsuz anlamda bir etkisinin olmayacağı söylenebilir.

Cumhurbaşkanlığı adaylıkları, Erdoğan’ın adaylığına yapılan itirazlara rağmen resmileşti. Aynı zamanda milletvekiline dair listelerde tamamlanmak üzere… Listelerden sonra hemen her partide “yer beğenmeme” durumundan kaynaklı itirazlar ve nizalar oldu, oluyor.

Burada göze çarpan iki önemli nokta; birsi, bir turnusol kağıdı işlevi gören FETÖ olgusu. Hemen her partide, “iddialara göre” bir zamanlar oralarda görülen birçok şahsın, şimdilerde ona karşı olduğunu söyleyen partilerin, orada bir teşehhüt miktarı bulunmuş olan bazı kişilerin parti listelerinde yer almaları, onlara yer verilmesi ki burada birbirlerini ha bire vurmaktadırlar.

Diğer bir konu ise, bir tek partiyi ilgilendirdiği halde, geçmişte sol iddialarına rağmen liberalist  ve ona bağlı olarak küreselci kulvarlarda bulunmuş olan bazı tanınmış –eski mi diyelim- solcu zevatın, özellikle de Diyarbakır gibi Kürt sorununa duyarlı, ama temelde ise muhafazakâr seçmenin ağırlıkta olduğu yerlerden aday gösterilmelerinin riskleri idi. Eğer, HDP’nin –daha doğrusu- seçime girecek olan Yeşil Sol Parti’nin listelerini bizzat Kandil belirliyorsa, itirazların ve nizaların pek de bir öneminin olmayacağı dostunda, düşmanında malumu…

Bir başka mevzuda, ideolojiden arınık bir şekilde ve hangi ittifak içerisinde olunursa olunsun, kendine listede uygun bir yer bulamayan, ya da hiçbir yasal yönü bulunmadığı halde partisi tarafından hiç aday göstermeyenlerin kendine özgü tavırları ile fertleri bağlamında birçok parti listesinden adayları olan bazı büyük ailelerin, hem kendi ve hem de onları aday gösteren partilerin tavırlarının, iddia edildiği üzere pek de demokratlık içermediğinden bahis açılabilir.

Bu tavırlar, temelde açık ve çağdaş bir tavır olmayıp, bir nevi geçmişi ve geriliği hatırlatmaktadır. Ki, bu durum ne çok iddia edildiği halde ne demokrasiye, ne yeni duruma ve ne de ulaşılması arzulanan güzel geleceğe uygun düşmemektedir. Bir hatırlatalım istedik…

Bir de, seçim sonuçlarını etkilemesi ve seçmeni bir tercihe zorlaması açısından dolayı yapılan ve sonuçları sürekli olarak yayınlanan anketler mevzuu; Cumhur ittifakı ile ilgili anketler genelde, bu ittifaka yakın şirketler tarafından yapılmakta iken, Millet İttifakı’nın alacağı oy oranı hususunda, sahipleri muhafazakâr olan birçok araştırma şirketinin çoğu kez verileri ya gizledikleri, ya da abarttıkları gözlemlenmektedir.

Gizliyorlar, zira, “bakmayın siz onlara, söylemlerinin çoğu palavra ve olumsu ve gayet etkileyici bir algıya dayanıyor” kabilinden onun kamuoyu nezdinde  düşük gösterme telaşına; diğeri ise yerelde ve küresel ölçekte yapılan propagandalara bakılarak masa muhibbi muhafazakâr taifeden de birilerinin yıkıma yönelik algısal çabaları söz konusu…

Buna bağlı olarak, alabildiğine objektif davranan bazı sol ve liberal temelli şirketlerin paylaştıkları oy oranlarına bakıldığında, bazı muhafazakârların ibreyi, Millet İttifakı adına şaşırdıkları çok rahatlıkla söylenebilir. Demek ki, yanıltma ve kandırma siyaseti bu konuda da devrede…

Yine bir de, seçime az bir zaman kala, oy oranını artırmak için Erdoğan’ın hemen her vesileyle halkla kucaklaşma çabası, “yapılanlar, yapılacak olanların teminatıdır” kabilinden “yapılan uygulamaları dile getirmesi, halk nezdinde olumlu oranda verilecek olan oy’a yansır mı?” sorusu cevabını bir miktarda olsa karşılığını bulabileceğini belirtmek gerekir.

Sonuçta, geçmişte yapılan bazı olumsuz uygulamalara rağmen, ortada netice itibarıyla denenmemiş vaatler yok, onun yerine ortaya konan ve konulacağı düşünülen icraatlar bütünlüğü var.

Muhalefet cephesinde ise, ülke yönetimi açısından belirgin bir mutlak tecrübesizlik, ideal görünse de reel olmayan vaatler ve “haklı, haksız” var olan iktidarın içte ve dışta uyguladığı, çoğundan da görece iyi sonuçların alındığı görülen politikalara karşı agresif çıkışlar, günü kurtarma olarak okunacak olsa da, iktidara gelindiğinde ciddi bir anlam ifade etmeyecek gibi durmaktadır.

Tamam, siz yeni ve farklı bir iktidar olacaksınız. Kendinize göre bir dizaynda bulunacaksınız  ve “önceki iktidarın” uygulamayı düşünmeyeceğiniz bazı yanlış politikalarının yanında, uygulandı zaman itibarıyla ülkeye, insanına nice yararları dokunmuş politikaların tümünün üzerine sünger çektiğinizde umut olabilecek misiniz?

Elbette ki “büyük oranda” hayır!

Ama “ben devleti yeniden tanımlayıp onu yeniden düzenleyeceğim dediğinizde, bugüne dek uygulanan hiçbir “yerli” modeli uygulamayacağınıza göre, hangi modeli uygulayacaksınız da, başarılı olasınız?

Böyle bir imkânı hiçbir surette bulamayacağınıza göre, geçmişte uygulananlar içerisinde mantıklı ve rasyonel bir seçim yapacaksınız demektir.

Bu da, galiba karşılıklı etkileşimle birlikte, normalde kendi alanlarında kalarak parlamentoyu yeniden yapılandırmak ve CBHS’ni de alabildiğine bir restorasyondan geçirmek suretiyle olursa olur. Şimdilik başka bir yol görünmüyor.

İnşaallah bu serinin beşinci yazısını da, 14 Mayıs sonrası oluşacak olan atmosferden hareketle yazmaya gayret göstereceğiz…

Devamı var…

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Sait Alioğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.