Şakir Diclehan Yazdı: Boğaziçi Üniversitesi’nde Olup Bitenler

23.03.2022

Bütün akım, ideoloji, doktrin ve rejimler, kendilerine ait yapı olarak üniversiteleri seçmek ve bu kuruma dayanmak zorundadırlar. Çağımızdaki büyük girişim ve eylemlerin yankı ve taraftar bulması ve gençliğin sesini yükseltebilmesi için yine bu kurumlara ihtiyaç duyulmuş ve bunlar sayesinde istenilenler gerçekleşebilme şansını elde edebilmiştir.

          Bilim ve politikayı birbirleriyle barıştırıp sağlıklı bir çizgide buluşturan milletler, başarı basamaklarına tırmanarak zirveye ulaşmayı başarmış ve mutluluğun tadına varmışlardır her zaman…

          Kendini bilime kaptırıp birçok iş yanında politikayı ihmal eden ve bu kurumu hayatın dışına iten bilginler, çağımızda hoş karşılanmadıkları gibi politikaya onun dışında hiçbir şey yokmuşçasına sarılmakla da toplumda saygın bir yer bulmaları mümkün değildir.

          Boğaziçi Üniversitesi’nin temelleri 1863 yılında bir eğitmen, mucit, teknisyen ve mimar olan Dr. Cyrus Hamlin ile tanınmış ve zengin bir tüccar olan New York’lu Mr. Christopher Rheinlander Robert tarafından Birleşik Devletler sınırları dışındaki ilk Amerikan koleji olan Robert Kolej’in İstanbul’da kurulması ile atılmıştır. 

          Mr. Robert finansal yükü üstlenirken, Dr. Hamlin ise Birleşik Devletler’den kaynak sağlayarak Kolej’i kurma sorumluluğunu eline alır. Yeni kurulan Yönetim Kurulu’nun aldığı kararlar doğrultusunda, Kolej’in kapıları ırk, milliyet, din gözetilmeksizin önyargısızca ve ayrım yapılmadan tüm öğrencilere açık olmasına, hiçbir koşulda herhangi bir politik eğilim göstermemesine, hiçbir politik düşünceye dâhil olmamasına ve eğitim dilinin İngilizce olmasına karar verilir.

          Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu Tek Parti döneminin 1940’lı yıllarında Ankara’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde ders vermektedir Necip Fazıl…

 Bir gün Ankara’ya gittiğinde şöyle bir manzara ile karşılaşır: “Hasan Ali’yi (Yücel) sobasının başında tüylerini kızdırarak görür:

          Siz beni profesör değil, trenlere kondüktör tayin ettiniz! Bıktım haftada iki gün trenlerde gidip gelmekten…

          – Ankara’da otur öyleyse!..

          – Oturmak havası beni boğar.

          – Ne istiyorsun?

          – Mesela İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Mimari kısmında bir kültür dersi…

          – âlâ! Yapsınlar tayinini!

          – Bir de Robert Kolej’in son üç sınıfında edebiyat hocalığı…”

          Bunun üzerine Necip Fazıl, İstanbul’daki Güzel Sanatlar Akademisi ve Boğaziçi Üniversitesi’nin temeli olan ve o zamanlar adı Robert Kolej olan okula Edebiyat derslerini vermek üzere atanır.

          Necip Fazıl, kendine özgü bir üslupla Robert Koleji ve öğrencilerini şöyle anlatır: “Robert Kolej’deyse başka manzara, zengin ve şımarık, Amerikan terbiyesi almış, ayaklarını üst üste atan, ellerini enselerinde kavuşturan ve sedire uzanırcasına arkasına yaslanan delikanlılar…

          – Ayaklarınızı indiriniz ve mum gibi dimdik terbiyeli terbiyeli oturunuz. Burası Amerika değil, Türkiye… Türk terbiyesi içinde yetişmek zorundasınız.

          – Sınıfta, hayret, dehşet!.. Bu kadar tepeden konuşan bu adam da nereden çıkmıştır?..

          – Siz lise talebelerisiniz. Bense Yüksel tahsil gençliğine ders veriyorum. Benden faydalanmaya niyetiniz varsa ölçülerime uyarsınız. Hoş, gerekirse ben sizi sopayla uydurmayı bilirim.

          Ve ilk vazife:

          – Bir tahrir (yazı/kompozisyon) vazifesini hazırlayınız? Amerika, her tarafı harika olan İstanbul’un bunca yeri dururken ve hepsi birer manevi müstemleke olan ecnebi mektepler Beyoğlu’nu ve şehir merkezini seçerken niçin bu mektebi Fatih’in hisarı yanında kurmuştur? Batı ve Hıristiyanlık dünyasını toslayan Fatih’in kilit noktası olarak seçtiği yere bitişik “Robert Koleji” arması ne ifade eder.

          Bu arma, şüphesiz bir Protestanlıktı ve teneffüshanesinde Türk mukaddesatını Amerikalılara satmış Tevfik Fikret’in büstü bulunan bir müessesede (kurumda) yine bir sanat ve fikir adamı tarafından bu tavrın alınması korkunç bir şey, müthiş bir cesaretti…

          Öğle yemeklerinde mistik şair (Necip Fazıl’ın kendisi) vazifesi ilmi olmaktan ziyade “Kolej” müdürü veya reisi “Dr. Rayt”in sağında oturtuluyor. Süklüm püklüm yemek yiyen ve sükûtu çiğneyen Türk hocalar arasında yalnız o konuşuyor ve mektebe karşı aldığı tavrın bir “şoking” teşkil ettiğini görüyordu.

          Tam gizli bir ajan eda ve çehresini taşıyan “Dr. Rayt” bir gün onu ofisine davet edip zevcesinin (eşinin) hamile olduğunu haber aldığından ve doğum masrafına karşılık olarak yaz mevsiminin maaşlarını şimdiden ve peşin olarak vermeye hazır olduğundan bahsetti ve altın çerçeveli gözlüğünün arkasında kırpışan siyah gözleriyle şöyle demek istedi:

          – Tek, sınırları geçmeyiniz ve politikamızı alt üst etmeye çalışmayınız.

          “Kolej” Mistik şaire, onun hoca olduğu için yalınız kırk beş gün müddetle askere çağırılacağı ve Erzurum’a gönderileceği güne kadar tahammül edecek ve dönüşünde kapılarını kapatacaktır. Oraya en uygun hoca tipi Behçet Kemal (Çağlar)’dır ve nitekim öyle olmuştur.”

          Bundan daha güzel anlatılamazdı Robert Kolej ve öğrencileri…

 1960’lara gelindiğinde Robert Akademi’nin bugün Güney Kampüs olarak bilinen Hisar Kampüsü’nü tamamen yükseköğrenime bırakarak, Arnavutköy’deki kampüse taşınması, oradaki Amerikan Kız Koleji ile karma bir eğitim kurumu oluşturacak şekilde birleşmesi düşünülmeye başlanmıştır.

Mart 1971’de dönemin başkanı Dr. Everton, Robert Kolej’in üzerine herhangi bir kampüsü üzerinde bağımsız bir üniversitenin kurulması için Türk hükümetini teşvik eden önergenin 26 Ocak 1971’de Yönetim Kurulu tarafından kabul edildiğini açıklar.

Çalışmalar 1971 yazında sonuçlandırılır. Binaları, kütüphanesi, laboratuvarları, tüm imkânları ve personeliyle 118 dönümlük bugünün Güney Kampüsü 10 Eylül 1971’de tamamen Türk hükümetinin üzerine geçmiştir. Boğaziçi Üniversitesi, yüz yıldan fazla Robert Kolej’in kampüsü olarak kullanılan alana resmi olarak kurulmuş olur.

Ülkedeki üniversiteler içinde yabancı dilde (İngilizce) eğitim verdiği için oldukça kaliteli bir üniversiteydi. Türkiye’nin köklü üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi, birçok öğrencinin hayallerini süslüyordu.  Ta ki Cumhurbaşkanı tarafında dışardan rektör (kayyum) atanıncaya kadar… Ancak tüm rektörleri kendisine bağlı insanlar olarak atadığı için burada da aynı yöntem uygulanmış ve neredeyse dördüncü yılına girecek olan bu keşmekeşlik bitmeyecek gibi bir görünüm vermektedir.

          Bilim ve teknoloji üniversitesine medya vaizi bir İlahiyatçının rektör atandığı ülkede üniversitelerle ilgili artık fazla söze hacet yoktur. Boğaziçi üniversitesine, kurum içinden bir rektör atanmış olmasına karşılık artık eski o parlak günlerine kavuşması bir hayalden öteye geçmeyeceğe benziyor… 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Şakir Diclehan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.