20.07.2021
Bir ülkede deneyimli ve donanımlı öncü veya lider diye nitelendirebileceğimiz bilge ya da idareci, kendi halkının önüne düşüp yürüdüğü gibi, geleceği gören gözleri vardır her zaman. Tehlikenin nereden gelip nereye varacağını bilen ve bunu çok iyi hesaplayan sezgi ve öngörü sahibidir bu lider.
Öncü ve liderlerin, kendi halklarını küçümseme hakları olmadığı gibi, içlerinden geldiği gibi duygusal davranarak ülkeyi sıkıntıya sokacak kararlar alma hakları yoktur hiçbir zaman. Aksi takdirde, hem kendilerini ve hem de halklarını ateşe atmış olurlar.
Ortadoğu’da dış politikayı belirlemek ve bunu uygulamak bir satranç oyununa benzer. Bu oyunu çok güzel oynamayanlar hemen mat olur ve yenilirler. Toplumlar da insanlar gibi yaşayan varlıklar olduklarından, onları idare edenler yanlış adım atmaları, o toplumları, çıkmazın içine sürüklediği gibi çıkmak için bir çıkış yolu bulmaları da imkânsızdır.
Aşağı yukarı bir asırdan fazla bir zamandır Ortadoğu halklarını, fırtınalı ve dalgalı denizlerden selamet sahiline çıkarabilecek lider yoksunluğu, nice acımasız hayaller ve zalim doktriner düşler uğruna, nice gerçekler hallaç pamuğu gibi atılmış, nice ocaklar sönmüş, nice ülkeler keşmekeşlik içine yuvarlanmış ve nice işgaller, vahşetle sonuçlanmıştır.
Düş ve gerçek üzerine kafa yoran hakiki aydınlara sahip olmayan milletlerin, beklenti ve ümitleri, çok güç şekilde karşılanarak bir sonuca bağlanır. İdarecilerinin aldıkları kararlar ve gerçek sandıkları düşler nedeniyle büyük bedeller ödemek zorunda kaldıkları gibi, halkları da perişan olur.
Son zamanlarda devlet erkinin, Suriye ile ilgili aldığı kararlarla, ülkemiz büyük bir sıkıntı ve çıkmazın içine yuvarlanmıştır. Bunun nedenleri arasında İnsanlığa, özellikle Ortadoğu halklarına gerekli olan, denenmesi felaketle bitecek ütopyalar değil, arı zihnin ve yüce ruhun onaylayacağı ve sağlıklı toplum sezgisinin benimseyeceği gerçeğin ta kendisi olan düşlerden devlet erki yoksunluğudur. Çünkü nice düşler vardır ki, gerçeklerden daha gerçektir. Fakat Türkiye’deki idarecilerin gördüğü düş, Batı dünyasının gücünü hesaplayamamaları ve politikacılarının zihinlerinde oluşturdukları şeytani fikirlerden haberdar olmaksızın, engellerin kolaylıkla aşılabileceğine dair gördükleri hayal ve hülyalardan oluşmaktadır.
Suriye’de yaşayan Kürtler, dil ve duygu olarak dünyada çok saf ve temiz kalabilmiş bir halk olduğu gerçeği göz önüne alınmadan, onlarla ilgili alınan kararların bir kıymet-i harbiyesi yoktur ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
İran’da yaşayan Kürtlerin dili, Farsçanın etkisi altındadır ve saf bir Kürtçe olmaktan uzaktır. Irak’ta da aynı tarzda Arapçanın etkisi altında olan dil, saflığını yitirmiştir. Türkiye’de konuşulan Kürt dili de büyük oranda Türkçe ile karışmış vaziyette ve saflığından uzaklaşmıştır. Sabah akşam devletin yüksek tepelerinde bulunanlar tarafından dillendirilen Suriye’deki Kürtlerle ilgili konular ve kullanılan üslup nedeniyle, bu insanların, zaten yaralı olan gönüllerinin, bu aykırı ve yaralayıcı dil ve ifade nedeniyle daha da yaralandıkları pek fark edilemiyor ne yazık ki….
Düş ve gerçek üzerine kafa yoran bazı öncü ve liderler, neyin düş ve neyin gerçek olduğunu iyice düşünüp tarttıklarından, toplum için alacakları kararlarda sükût-i hayale pek uğramaları söz konusu değildir. Ancak. Ülkemizde gerekli olan öngörü, denenmesi felaketle bitecek ütopyalara dayalı bir görünüm verdiğinden, tünelin ucundaki ışık pek görünmemektedir. Zorluk, hayalin kendisini gerçek, yanlışın doğru göstermesinden kaynaklanmış olmasından dolayıdır böyle bir durum… Şairin dediği gibi:
“Batıl, hemişe batıl ü bi-hudedir veli
Müşkil budur ki suret-i hakdan zuhur ede”
Şair demek istiyor ki: “Batıl, daima batıl ve boştur. Fakat zorluk, batılın, suret-i hak şeklinde belirmesi ve gerçek sanılmasıdır.” Yanlışın kendini gerçek şeklinde göstermesinde her zaman, aldanış ve yanılgı payı bulunmakta ve böylesine yanlış bir düşünceyi doğurmaktadır. İdarecilere düşen görev ise, özellikle dış politikada sürekli yanlıştan, hatadan ve kötüden yakınıp durmak değil, sakince, kendilerine güvenerek ve duygusallıktan uzak, gerçekçi bir tarzda, realiteyi, doğruyu, iyiyi ve güzeli desteklemek olmalıdır hedefleri… Yoksa şu nehrin öbür tarafına geçmeğe asla izin vermem diyenler, bir gün eğer nehrin, öbür yakasına geçilse ve senin de devlet olarak bir şey yapman imkânsız hale gelse, Hazret-i Ali’nin dediği gibi: ”Söz, senin esirindir. Ağzından çıktıktan sonra sen onun esiri olursun”.
Büyük bir ölüm kalım dönemini ve insanlık dramını yaşayan Ortadoğu’daki devletler, kendilerine düşen büyük devlet güç ve rolünün farkında olurlarsa, yapacakları birçok şey vardır aslında. Ama komşularının imhası ve yok edilmesi üzerine bina edilecek bir plan ve projeyle değil, içinde bulundukları ittifaklar, Nato ve Batı dünyası ile olan birlikteliklerini ve onların şeytani düşüncelerini fark ederek doğru dürüst bir politika izlemeleriyle ancak mümkün olabilecektir.
Şakir Diclehan’ın Tüm Yazıları
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.