23.11.2021
Geçen hafta, Farklı Bakış sitesinde kaleme almış olduğumuz yazıda, Abbasiler sarayında kıskançlık nedeniyle hocası tarafından ortadan kaldırılacağı kuşkusuyla, deyim yerinde ise, pılını pırtısını toplayarak yollara düşen Ziryab’ın Bağdat’taki yaşamından bahsetmiştim. Bir kuraldır bu dünyada, Kişiyi takdir edecek bir ortam olmazsa, başka bir ortam aramaya çıkmak zorundadır insanoğlu…
Kaderimizin anlamı, bir yürüyüş, bir yaşam biçimi, onu hazırlayan ve ona şekil veren ve onu tarzlandıran her şey ve durum, onun bir parçasıdır. Bu nedenle o dönemde onu takdir edebilecek sarayın Endülüs sarayı olduğunu düşünerek yollara düşer Ziryab.
Çaresiz kalan Ziryab, önce Bağdat’tan Şam’a gider, daha sonra Tunus’un Kayrevan şehrindeki hükümdar sarayında bir süre kalır. Kurtuba hükümdarına mektup yazarak onun himayesinde sanatını icra etmek istediğini iletir kendisine…
Seneler süren Suriye, Filistin ve Mısır ülkelerindeki yaşamı, Tunus’un Kayrevan şehrine gelmesiyle değişir. Dönemin önemli bir din, felsefe, bilim ve ticaret merkezi olan Kayrevan’da oldukça ünlenen ve takdir edilen Ziryab, Endülüs Devleti’ne bağlı Kurtuba bölgesi hükümdarı Emevi soylu Ebu’l As el Hakem bin Hişam ( 796-822), ülkesine gelmesi için kendisini davet eder. Davete icabet eden ünlü şarkıcı şehre tekrar yollara düşer. Bunun üzerine ailesini de ikna eden Ziryab, hep bahsi geçen ve şöhretini duyduğu, bir gün oraya gideceğine inandığı İber Yarımadası’na ve Endülüs’ün parlayan yıldızı Kurtuba şehrine 822 yılında ulaşır. Üç dinin ve çok kültürlülüğün şehri Kurtuba’ya… Ama oraya vardığında hükümdar çoktan ölmüştür.
Fas’a geri dönmek üzereyken hükümdarın yerine geçen Endülüs Emevi Devleti’nin Dördüncü Emiri II. Abdurrahman el Avsat (822-852), Ziryab’a özel davetiye gönderir. Cazip tekliflerle onu Saray musikarı/müzisyeni olmaya ikna eder. Gerçekten de Ziryab, günün birinde kendisini dinleyen yeni hükümdarı sesiyle büyülemeyi başaracak ve Emir’in sarayında büyük bir sanatkâr olarak ünlenecektir.
Ziryab, Yahudi asıllı elçi Al-Mansur’un dikkatini çekmekte zorluk çekmez. Ona teklif götüren Al-Mansur, sultanının dünyanın birçok yerinden yetenekli insanları ve bilim insanlarını Endülüs Kurtuba’ya davet ettiğini ve onlara çok önemli imkânlar sağladığını aktarır kendisine. Sultan’ın amacının Kurtuba’yı Bağdat ve Şam gibi büyük bir bilim, sanat ve uygarlık merkezi yapmak istediği olduğunu Ziryab ile paylaşır.
Cazip tekliflerle onu Saray musikarı/müzisyeni olmaya ikna etmeyi başarır. Gerçekten de Ziryab, günün birinde kendisini dinleyen yeni hükümdarı sesiyle büyülemeyi başaracaktır. Sonuç olarak Ziryab, Bağdat’ın kültüründen beslenerek hem müzik alanında hem de sosyal hayatta Endülüs’ü ve dolaylı olarak Avrupa’ya büyük etkilerde bulunacaktır bundan sonraki yaşamında…
Avrupa’da ilk müzik okulunu İspanya Endülüs devletinde, Kurtuba’da kuran ve çocukların o okula devam etmelerine ön ayak olan Ziryab, bu yararlı eğitim kurumunun 300 yıl yaşamasını sağlar.
Bunun üzerine sarayın en muteber sanatçısı haline gelen Ziryab, Saray’daki tüm eğlence, sosyal ve kültürel faaliyetlerin baş sorumlusu olur. Hükümdar, özel odasıyla Ziryab’ın bulunduğu oda arasında özel bir kapı açtırır ki, gerektiğinde kendisine seslendiğinde yanı başında bulunabilsin, büyüleyici sesiyle nağmeler söylesin, sihirli parmaklarıyla ud’un tellerini inletebilsin. Ayrıca kendisine köşk ve aylık tahsis eder.
Teşvik gördükçe yeteneklerini ortaya çıkaran Ziryab, sadece Kurtuba Sarayı ve şehrinin değil, aynı zamanda bütünüyle Endülüs Emevi Devleti’nin en şöhretli sanatkârı oluverir, Kurtubalı Ziryab diye anılmaya başlanır. Medeniyetler Evi adıyla görkemli bir müzik ve şarkı okulunu kurar. Sekiz oğul ve iki kızıyla birlikte müzik ve şan dersleri vermeye başlar.
Nağmelerle uğraşan, her güzel sesten etkilenip ilham alan ve gece gündüz demeden müzikle yatıp kalkan Ziryab’ın ezberinde 10 binden fazla güfte ve melodi olduğu söyleniyor. Müziği ve şarkıları aracılığıyla o devrin Endülüs’üne adeta hayat tarzı olarak Lale Devri’ni yaşatır.
Güzel sesi, Ziryab’ın biricik marifeti değildi kuşkusuz. O, aynı zamanda başarılı bir modacıydı. Bağdat’ta çok tutulan en has kumaşlarla ipekli giysilerin halifeler ile eşraf takımının köşklerindeki en nadide kokuların Endülüs’e getirilmesini sağlar.
Şık giyimli olduğundan üst tabakanın ve aristokrat kesimlerin de zarif olmalarını, şık giyinmelerine öncülük eder. Makyaj ve benzeri süsleme yöntemlerine katkıda bulunmakla kalmaz, ter ve benzeri kokuların giderilmesi için parfüm misali ürünlerin doğal bitkilerle elde edilmesine önayak olur.
Yüksek nitelikli genel kültürünün derinliğine ek olarak, o aynı zamanda bilgili bir coğrafyacıdır, ülkelerin iklimi, denizleri, doğal özellikleri ve halklarının gelenekleri hakkında bilgi sahibi ve donanımlı bir bilge sayılırdı. O günün imkânlarıyla azami düzeyde edindiği uzay bilgisi sayesinde astronomiyle ilgilendi, yıldızları incelemeye koyuldu. Hezarfen misali, ilk uçan insan tasarımı ona ait olduğu kaynaklarda zikredilir.
Endülüs toplumunu kültür, âdet ve alışkanlıklar bakımından bir üst aşamaya taşımayı başaran kişinin adıdır Ziryab. Örneğin, o sofra adabını iyi bilmekte, ziyafet masalarına örtü serdirtmeyi, yemek sırasında çok amaçlı birkaç mendil/peçete bulundurularak ağız ve ellerin silinmesi, lekeden korunmak için boyundan göğse doğru sarkıtılması gibi kullanılmasını sağlamada öncü rol oynar.
Erkek ve kadınların farklı renklerde kokulu peçetelerin kullanması fikri de onundur. Gümüş tabaklar ve cam bardağı (kadehi) kullanmayı öğretmek, onun eseri olarak bilinmiştir. Sırayla hangi yemeklerin yenileceğini, hangi mevsimde ne tür yiyeceklerin tüketilmesi gerektiğini çevresine ve topluma kabul ettirmiş efsane bir insandır Ziryab…
Endülüs’te hiç bilinmeyen Nevruz bayramını da oraya götüren ve her sene kutlamasına aracı olan yine Ziryab’tan başkası değildir. Dedeleri Endülüslü olan ünlü Arap tarihçi ve sosyolog İbn-i Haldun, çok ileri giderek şu değerlendirmeyi yapmaktan geri kalmaz : “Ziryab’ın etkisi ve gücü okyanusun dev dalgaları gibi tüm İspanya ve Kuzey Afrika’yı silip süpürdü, geriye ölümsüz bir miras bıraktı.”
Tüm bunlara karşın, onun Kürtlüğünü kabullenmeyenler, başka bir ırktan geldiğini, örneğin Arap, Acem, hatta Kuzey Afrikalı olduğunu ileri sürerler. Pervarili Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Batılı André Clot’u kaynak göstererek “Kürt asıllı olduğu rivayet edilen” ifadesini kullanır. İlk defa 5 telli ud’u kullanan Ziryab, varsın Musullu bir Kürt olmasın, Arap veya Acem olsun ne değişir!!!!
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.