23.08.2023
Gelecek zaman hiç yokmuşçasına politikanın içine gömülen Diyanet İşleri Teşkilatı ve özellikle Başkanı, şimdiki zaman kâbusundan ve bulaşmış olduğu politikadan bir an önce sıyrılıp ta ileriye doğru bakması, insanlığın kurtarıcı sistemini yaşatmanın ilk basamağına adım atması oldukça önemli ve gereklidir.
Bir kurumun içinde bulunduğu durumun heyecanına mahkûm olmaması için, o kurumun başında olan kişinin gözünün daima ileride olması, önüne çıkan engelleri aşması, soğukkanlılığını koruması ve politik oluşumların dışında kalması arzu edilen ve yerine getirilmesi gereken bir görevdir.
Kritik dönemlerde Diyanet İşleri Teşkilatı’nın başına geçmiş başkanlarının güçlü bir kadro yetiştirmeleri, bir yüzü halka dönük olsa da iç yüzü Hakk’a dönük adımlarla politikacıların verecekleri emirleri elinin tersiyle itmesi ve kurumunu koruması, arzu edilen ve kendisinde beklenen bir davranıştır.
Diyanet’in son zamanlarda milyarda bir ihtimalle taraf olması bile hayal edilemeyen ve düşünülemeyen bir olayda, ortaya çıkarak görülmekte olan Kobani davasına iştirak etme talebinde bulunması, aklın ve mantığın asla kabul edemeyeceği bir tutum ve davranıştır.
Meşhur bir sözüdür ” bayram değil, seyran değil, eniştem beni niçin öper.” Diyanet İşleri Teşkilatı da, hiç bir ihtiyaç ve gereği yokken politik bir emir sonucu, iktidardaki politikacıların arzularını okşamak amacıyla bu davaya müdahil olma talebi, toplum nezdinde derin yaralar açacağı gibi, gelecek kuşaklarca da huzursuzluklara neden olacağı kuşkusuzdur.
İktidarların esasta nefisten gelen arzularına uyarak ve iktidarlarını korumak amacıyla vermiş oldukları emirler sonucu, çok kritik bir durumda olan siyasi bir davaya müdahil olma isteği, diyaneti küçük düşüreceği gibi halk nezdinde de büyük bir ayrılık konusu olacaktır.
Cumhuriyet Dönemi boyunca ve özellikle Demokrat Parti’nin 1950’li yıllarda iktidara geldiği günlerden bugüne dek Diyanet İşleri Teşkilatı, hiçbir zaman bu denli politika ve politikacıların emrine girmemişti.
Ahmet Hamdi Akseki, 19. Asrın başlarında Necip Fazıl Kısakürek’in devam ettiği Heybeliada Deniz Harp Okulu’nda hocasıdır. Diyanet İşleri Başkanı olunca üstat, onu ziyarete gider. Kapının önünde eski püskü fakat Mercedes markalı bir araba görünce, içeride eski hocasıyla aralarında geçen konuşma esnasında şöyle bir cümle kullanır. ” herhalde öbür dünyada Sırat köprüsünü hızlı geçmek için öyle bir araba kullanmayı tercih ettiniz” der. Nükte babında da olsa böyle bir ifade bir gerçeği dile getirmektedir.
Bir zamanlar Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü seviyesinde görülen Diyanet İşleri Teşkilatı, hiçbir zaman tam bir bağımsızlığa kavuşmadı ya da kavuşturulamadı.
Şu anda iktidarda olan AK Parti’nin en büyük hata ve günahlarından biri de Diyanet İşleri Teşkilatı’nın başına ve taşradaki müftülüklere akademisyenleri atamasıdır.
Üniversitelerde ciddi manada bir eser ortaya koymayan, kendi alanlarında dahi yeterli görülmeyen ve şuradan buradan derledikleri kırıntı bilgilerle bu unvanı alan hocaların, bilim, ahlak, hassasiyet ve derin İslami bilgiler gerektiren bu kurumun başına getirilmeleri, hiçbir zaman isabetli olmamıştır.
Kalpleri silinmez peygamber aşkıyla dolu, örnekleri peygamber olan bir kitle yetiştirmek amacı ve temel görevi olan Diyanet İşleri Teşkilatı’nın başında bulunan Başkanı’nın, “Mukaddes Geceler”de sınır boylarına giderek, Genelkurmay başkanlarının görevi olan askerlerle buluşması, hiçbir zaman uygun olmamış ve halk tarafından tasvip edilmemiştir.
Her Müslüman, öbür Müslüman’a, Kur’an ahlakından bir nefha, bir örnek taşımalıdır. Hele söz konusu Diyanet İşleri Teşkilatı ise… Müslüman, barış taşıyıcısıdır. En güçlü savaşçı da yine Müslümandır. Çünkü onun Savaşı da barış içindir.
Her Müslüman birlik ve beraberlik aşkına, öbür Müslümanların önünde kendi benliğini silmelidir. Benlik davasına bir son vermelidir. Bir Müslüman, adeta bir ipek böceği gibi, Kur’an ahlakının örgüsüyle kozasını ören kişi olmalıdır. Gün gelip kendisi yücelikler dünyasına çekildiğinde, geride bıraktı o iyi işler ve güzel davranışlar yumağından bir destan örmelidir.
Gerçek anlamda bir din adamı, içindeki susuzluğu toplumun yüreğine aşılayan kişi olmalıdır. Her alanda din adamı, sonsuzluğa susamış, dudakları sonsuzluğun Kevser’ine dokunmuş da ayrılmış gibi olmalıdır.
Bir din önderi olan Peygamberimiz, Hendek Savaşı’nda, külünkle kaya arasından sıçrayan kıvılcımlarda, İran’ın, Bizans’ın fethedileceğini ve onları fetheden orduları gözleriyle görmüştü.
Hazret-i Ömer de Medine’de hutbesini verirken, minberden Sariye’nin kumandasındaki ordunun sıkıştığını görmüş, dayanamayarak hutbenin arasında: “Ey Sariye! Dağa, dağa”diye haykırmıştı. Öyle anlatılır ki, Sariye Hazretleri de bir ses duyarak, bu sesi duyarak dağa çekilmiş ve düşman imhasından ordusunu kurtarmıştı. Dolayısıyla dini görevlerde bulunan kişi, olağan şartlarda zaman ve mekânı zorlayan kişi olmalı, zamana ve mekâna, ruha tasarrufta üstün bir güce sahip olmalı ve geleceği gören gözlere sahip olmalıdır. Hele bu kişi, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi çok sorumlu makamda bulunan bir kişi ise…
Yaşadığımız krizlerin en büyüğü insan krizi. “kaht-ı rical” kavramı sadece devlette değil, Diyanet’te de yakıcı bir şekilde kendisini hissettiriyor. Ömrünü insanların irşadına adayan kâmil insanların göçünden sonra kürsüler öksüz kaldı adeta.
Milletlerin kriz çağlarında toplum katlarının, ıstırap yivlerinin arasından bir kahramanın boy vermesi var olagelmiştir her zaman. Çünkü olağanüstü bir durum vardır ve olağanüstü bir çaba gereklidir. Burada da Diyanet İşleri Başkanı, bir kahraman edasına bürünmeli ve politikacılara asla alet olmamalıdır. Çünkü makam ve mevkiler geçicidir, onların aşkı da kısa sürelidir.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.
Sayın Dicle’nin, makam/mevki dünya demektir. Kim elinin tersiyle itti ki Erbaş itsin. Görmez de itecek gibi oldu ‘mersedesini’ yenemedi.
Allah samimi müslüman aydın sayısını artırsın.