Şakir Diclehan Yazdı: Türk Olmayan Bir Türkçü: Ziya Gökalp – 1-

21.09.2021

Bu dünyada kaderin değiştirilemeyeceğini söyleyenler, pek de haksız değildirler. Ancak bunun yanında yoklanır kader denilen olgu… Onun ne olduğunu bilmediğimizden el yordamıyla karanlıkta yüzünü bulmaya çalışırız zaman zaman… Hayatın ve bunca çabanın anlamı da bu olsa gerek.

          Bazılarına, yazımızın bu başlığı tuhaf gelebilir belki… Ancak garipsense de geçekçi bir durumu yansıtıyor bu başlı… Türk olmadan Türkçü olmak ya da Arap olmadan Arapçı olmanın mümkün olduğu gülünç, hayali ve gayr-i ciddi bir milliyetçilik ve ırkçılık anlayışının olgusuyla ile karşı karşıyayız… Bu olgu, Batı dünyasının İslam topraklarına ektiği bir fesat tohumudur aslına bakılırsa…

          Türk olmadan Türkçü olma çelişkisi, milliyetçiliğin ikiyüzlülüğünü de ortaya koymaktadır bir nebzecik olsun… Öz be öz Yahudi olan Moiz Cohen’in, Türkçülüğün kökleşmesinde ve yaygın hale gelmesindeki çabası buna en uygun önektir…

Kürt ırkına mensup Ziya Gökalp, 23 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da doğar. Kendisine, babası tarafından Mehmet Ziya ismi verilir. Babası, Vilayet Evrak Memuru Mehmet Tevfik Efendi (1851–1890), annesi ise, Zeliha Hanım’dır (1856-1923). İlköğrenimin, 1883 yılının yazında kayıt yaptırdığı Mercimekörtmesi Mahalle Mektebi’nde tamamlar.

Ziya Gökalp’ı, Türkçülüğün ideoloğu olarak garipsememek ve tuhaf görmemek hiç mümkün mü? Irk ve soy üstünlüğüne dayalı bir düşüncenin bayraktarlığını o ırktan, o soydan olmayan birileri yapıyorsa, herkesin bu işten şüphelenmeğe hakkı vardır kuşkusuz…

Gökalp, ilk zamanlarında, Kürt dili ve kültürünün amansız bir sevdalısıdır. Ne var ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile tanışınca ve bu cemiyete girince, yüz seksen derecelik bir “U” dönüşü yapar. Çünkü bu alanda, onun Bitlisli Halil Hayali ile birlikte oldukça değişik bir çalışması vardı.

          Bitlis’in Mutki ilçesinden değerli bir yurt sever olan Halil Hayali’nin Ziya Gökalp ile ilginç olan bu çalışmasının, birden bire Gökalp tarafından kaybedilmesi ve yok edildiğinin söylenmesi, çok düşündürücüdür.  Halil Hayali, Halkalı Ziraat mektebinde muhasebeci iken, Veteriner Mektebi’nde öğrenimine devam eden Diyarbekir’ın çermik ilçesinin Alyos köyü Zazalarından olan Ziya Gökalp ile tanışarak birlikte Kürtçenin gramer ve sözlüğünü yazmaya başlamaları, bu dönemde onun zihniyetini gösteren önemli bir kanıtıdır. Farklı düşünceleri nedeniyle okulla ilişiği kesilen Ziya Gökalp, Diyarbakır’a geri dönmek zorunda kalır ve beraberinde Halil Hayali ile birlikte yaptıkları bu çalışmayı da götürür.

Meşrutiyetin ilanı günlerinde Ziya Gökalp için, özgürlük kenti olan ve Kâbe-i Hürriyet” diye adlandırılan Selanik şehri, ileride ortaya atacağı düşüncelerin doğup gelişmesi ve oluşması için uygun bir yer konumundadır.

Ziya Gökalp’in, Diyarbakır delegesi olarak katıldığı bu kongre için İstanbul’da bulunduğu sırada, Halil Hayali, kendisinden birlikte hazırladıkları Kürtçe gramer çalışmasını ister.  Ancak Gökalp’ın bunları yaktığını söyleyerek geri vermek istememesi üzerine, Halil Hayali bu eseri yeniden yazmaya başlar.

Halil Hayali, Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti’nin kurulması için ön ayak olanlardan biridir, Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti’nin de kurucuları arasındadır. Bediuzzaman: “İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi yahut Divan-ı Harb-i Örfi ve Said-i Kurdi” adlı isimli eserinde, Halil Hayali’den övgüyle bahis eder ve söz açar: “İşte milli onurun bir örneğini size takdim ediyorum ki, o da Mutkili Halil Hayali Efendi’dir. Milli onurun her alanında olduğu gibi dilbilimi ( Kürtçe ) alanında da derinleşmiş ve dilimizin esası olan alfabesini ve gramerini hazırlamış ve diyebilirim ki bu uğurda gösterdiği gayret, çalışma ve çabalar, onun maneviyatıyla bütünleşmiştir. Bu kişi, örnek bir onurlu davranış göstermiş ve gelişmeye muhtaç dilimize dair temel atmış olduğundan, onun yolunu izlemeyi ve bu alandaki çalışmaları daha da geliştirmeyi gayret sahiplerine tavsiye ederim.” Hatta Bediüzzaman, bir adım daha ileri giderek, Batı dünyasının daha sonraki zamanlarda oluşturacağı ve “Nobel” diye adlandıracağı ödülün, Bitlisli Halil Hayali’ye verilmesini ister.

          Ziya Gökalp, Türk kültür tarihinde siyasi, toplumsal ve edebî olarak değişik bir yere konuma sahiptir ve Türk toplumunun yeniden restorasyonunu başlatan isimlerden biridir. Farklı mecra ve mecmualarda, siyasi düşünce yazıları, sosyolojik analizleri ve edebî metinleri yayımlanmıştır. Düşüncelerinin ideolojik izlerini, siyaset, sosyoloji veya edebiyatla ilgili yazdığı yazılarda bulmak mümkündür.

               Ziya Gökalp’in yaşadığı o devirde memleketimizde üç fikir akımı vardır. Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık. Aslına bakılırsa, bu üç düşünce akımı, o günün ihtiyaçlarından doğmuştur. Ziya Gökalp’in, “milliyet çağı” dediği o asırda, milliyetçilik düşüncesi, önce gayr-i Müslimlerde, sonra Arnavut ve Araplarda ve daha sonra da Türklerde revaç bulmaya başlamıştır.

          Ziya Gökalp’in fikri ve siyasi altyapısı incelendiğinde, onun Türk düşünce ve politik hayatında oldukça etkili olan Dr. Abdullah Cevdet’’in yer aldığı gibi Alfred Fouille, Bergson, G. Le Bon ve Emile Durkheim gibi Batılı düşünürlerin etkili olduğu da görülür. Bunun sonucunda, “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak”tan “Türkçülüğün Esasları”na doğru evrilen bu düşünce yapısıyla Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğini savunanalar arasında ilk sırayı alır.

          Hürriyetle ilgili düşüncelerinin oluşmasında, 1886 yılında girdiği Mekteb-i Rüştiye-i Askeriyye’de (Askeri Ortaokul)  hocası Kolağası (Osmanlı ordusunda yüzbaşı ile binbaşı arasındaki rütbe) İsmail Hakkı Bey etkili olur. Bu şekilde Fransızca’ya yönelen ve öğrenen Gökalp, Batılı eserlerle tanışması açısından kendisi için önemli bir başlangıç olur. Buna ek olarak babasının telkinleriyle Namık Kemal’in hürriyetçi fikirleriyle tanışması sonucu, düşünce dünyası değişik bir alana kaymaya başlar. Ayrıca II. Abdulhamid döneminde sürgün olarak Diyarbakır’a gelen Dr. Yorgi Efendi’den felsefe dersleri almasıyla birlikte amcası Hasip Efendi’den aldığı İslami ilimler, kendisinde fikri çatışmaların yaşanmasına neden olur. Geçirdiği bunalım ve intihar girişimi ile dönemin materyalist düşünce temsilcisi Dr. Adullah Cevdet ile tanışma fırsatını bulur ve onun etkisi altında kalır.

Abdullah Cevdet, Gökalp üzerinde iki hususta çok etkili olmuştur. Birincisi, İttihat ve Terakki örgütüyle tanıştırması, ikincisi ise, Batı düşüncesinin değişik bir yönüyle ilişki kurmasına katkıda bulunması. Bu anlamda, onun üstadı, Gökalp’in Avrupa’nın gelişmekte olan sosyolojisi ve materyalist felsefesiyle temasını sağlar ve bu alanda bilgilenmesi için de ona, Herbert Spencer, Gustave Le Bon, Ernst Haeckel ve Ludwing Burchner’in eserlerini temin eder.

 Birbirinden farklı kaynaklardan beslenmesi, onun, inanç ile inançsızlık dünyası arasında sıkışmasına neden. Bununla beraber, Gökalp’in fikri altyapısını oluşturan sentezci çabası, bu karmaşadan kurtulması için yol gösterici gibi görünse de hiçbir zaman başarılı bir yöntem olamaz ve ona yetmez.

Ziya Gökalp, gençlik yıllarında Doğu ve Batı kültürleri arasında kalmanın meydana getirdiği buhran ve bunalımla intihar girişiminde bulunur. Tabanca ile gerçekleştirdiği bu eylemden beyninde, ölünceye kadar kendisi ile birlikte var olan mermiyi taşımak zorunda kalır.

Gökalp, öylesine bir durumda, önce gayr-ı Müslimlerin ardından Müslüman unsurların ayrılık hareketleri sonrası, İttihat ve Terakki’nin benimsediği ve tek çıkar yol olarak gördüğü, Türk milliyetçiliği düşüncesine yapışır. Bu anlamda sonraki zamanlarda Gökalp tanımlanırken, kendisi hakkında, “İttihat ve Terakki’nin resmî, Kemalistlerin gayr-i resmî ideoloğu” ifadesi kullanılır.

 Ziya Gökalp’in şiirleri ise, hakikat ve ideoloji arasında edebî bir derinlik kurmaktan uzak, salt ideolojik bir öznenin söylem biçimleri olarak kurulur. (SÜRECEK)

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Şakir Diclehan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir