02.03.2022
Maddi alanda ilerleme ve sıçrama, çağımızda birçok problemleri çözmüş gibi görünse de yepyeni problemler getirdiği de bir realite olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün insanlık, büyük bir kaygı içine gömülmüştür. Bir yandan hızlı bir şekilde doğanın tahribine ve gitgide yok oluşuna tanıklık edilirken, diğer yandan tüm insanlara korku ve dehşet saçan bir silahlanma yarışı içine girmiştir.
İnsanlık, her an patladı patlayacak diye bir dünya savaşının büyük korkusu içinde titremektedir… Çünkü böyle bir savaş olursa, Birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki gibi ve onlardan hiç birine benzemeyecektir. İnsanın düşünmek bile istemediği bir dehşette olacağından kuşku yoktur.
Milyonlarca insanın hayatı tehdit altında… Koskoca şehirlerin yerle bir olması işten bile değildir bu savaşta… İşin maddi ve görünen yanı böyle iken manevi alanda da çok daha korkunç bir yıkım, felaket ve katastrof, dev adımlarıyla ve hızlı bir şekilde yaklaşmaktadır.
Geleneksel değerler ve kurumlar, kurallar ve ilkeler çatır çatır yıkılmakta insanoğlu klasik inanç sistemlerini büyük parçalar halinde terk etmektedir. Hakiki ve mutlak inançların yerine nispi, dünyevi ve kişi kültüne ve maddi fetişizmine benzer tutkunluklar, ruh esaretleri ve mahkûmlukları geçmektedir.
Ukrayna’da patlayan savaş, aslında uykuya dalan iki kutuplu dünyanın tekrar canlanması ve harekete geçmesinden başka bir şey değildir. Bir yandan Kapitalist dünya ve onun askeri gücü olan Nato, öte yandan Çin’in de içinde yer aldığı, ruhuyla ve hayaliyle desteklediği ve arkasında durduğu kapitalizmden daha kapitalist sözüm ona bir sosyalist blok ya da dünya.
Peki böyle paylaşılmış bir dünyada İslam ülkeleri ve devletleri nerede durmaktadır? Dünyanın yüzünde dolaşan korkulu rüyayı ve kâbusu, hangi düş dağıtacaktır? İşte bütün mesele bu noktada düğümlenmektedir.
Batı tarafından paramparça edilen ve tüm yer üstü ve yer altı kaynakları yağma edilen, idarecileriyle esir alınan ve köleleştirilen bir İslam dünyası bunu yapabilir mi?
İslam dünyasının genel bir değerlendirmesini yapacak olursak şunları görüyor ve bazı gerçeklerle yüz yüze geliyoruz. Arap dünyası, maddesi ve manasıyla tamamen teslim alınmıştır Batı tarafından… İslam ülkelerinin problemlerini birbirine dolayarak, labirentleştirerek, gündüzünü geceye, gecesini gündüze çevirerek tam bir kör düğüm haline getirmişlerdir.
İdare, politika, ekonomi, kültür, yaşam tarzı ve daha nice alanda tam bir kör düğüm yumağıyla karşı karşıyadır İslam ülkeleri… Bu ülkeler içinde, en umutlu ve en umutsuz, en umut veren ve en umut vermeyen ülke ise Türkiye… Bir yandan ekonomik bir canlılık gösteren, askeri bir güç ifade eden ülke… Öte yandan, neredeyse ülkedeki nüfusun yarısını oluşturan Kürtlerin dilini, kültürünün, gelenek ve göreneklerini yok sayan ve bunu silah zoruyla hal edeceğini düşünen bir Türkiye…
Yazısını, kültürünü yitirmiş, Batılılaşmayı en sığ taklit düzeyinde deneyip duran, hep çıkmazdan çıkmaza saplanan, geçmişini ciddi bir şekilde yeniden ele almaya girişmeyen, yanaşmayan, tek hakiki varlık gücü olan İslam’ı, en basit ilkel bir idrakten öte bir kavrayışla gündeme getirmeyen, basını, bürokrasisi ve aydın kitlesiyle halkından kopmuş ülke.
Mülkün, devletin ve halkın bel bağladığı adalet, özgürlük ve eşitlikten bahsetmek, neredeyse imkânsız hale gelmiş bir Türkiye…
Anlaşılıyor ki, İslam âleminin kaderi, Türkiye’deki kördüğümün çözülmesine bağlı. Sır, Türkiye kaderinde gizli… Bu kördüğüm öyleyse nasıl çözülecektir? Hep bir İskender gelsin bir kılıç vursun ve bu durum düzelsin denirse, bu anlayış ve zihniyet değişmezse hiçbir zaman o İskender gelmeyecektir.
İskender’i o çözüme götüren yetişmesi, formasyonu ve donanımıydı. Hocası Aristo olduğu için bulmuştu o çözümü… Gordiumda bir İskender göründüğünde, iyi bilinmelidir ki atının terkisinde bir düşünürün kitabı vardır.
Cumhuriyet tarihi boyunca yol gösteren düşünür ve aktivistler hep cezalandırıldı ve düşüncelerine hiçbir zaman değer ve önem verilmedi. Mehmet Akif’ten Bediüzzaman Said Nursi’ye, Necip Fazıl Kısakürek’ten Sezai Karakoç’a kadar hemen hemen tümü saf dışı bırakıldı ve kendi köşelerinde yalnızlığa terk edildiler…
Bu büyük düşünür ve şairlerin üzerinde durdukları en önemli konulardan biri, İslam ülkelerinin birlikte hareket etmesi ve İslam dünyasının geleceği idi. Küçük devletlerin gelecek yıllarda varlığını koruyamayacağını, var olmak için büyük devlet olmak gerektiğini haykırdılar. Bunlar içinde özellikle Sezai Karakoç, teknolojik olarak gelişmenin ve nükleer silaha sahip olmanın da şart olduğunu belirtmekteydi. Bunun için de İslam ülkelerinin birlikte hareket etmesinin ve iş birliği yapmasının kaçınılmaz olduğunu söylemekteydiler. İşte tam böyle bir zamanda iki blok karşı karşıya geldiler ve bazı küçük devletleri ve sesleri çıkmayan halklarının sırtını sıvazlayarak karşı karşıya geldiler.
Tarihte büyük uyarıcılar gelmiştir insanlığa… Büyük tepkilerle karşılaşmışlardır… Ama eninde sonunda onlara yeni ve büyük yollar açmışlardır ve onları kurtuluşa erdirmişlerdir.
Onların izinden giderek, parti, tarikat, cemaat ve iktidar demeden kendi çapımızda uyarmalıyız büyük bir görev aşkıyla, iyi niyetle, elinde imkan ve omuzunda sorumluluk olanları…
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.