22.02.2024
Her memleketin birinci kültür müessesi üniversitedir kuşkusuz. Gerek teknik alanda, gerek sosyal bilimler alanında ve gerekse edebiyat alanlarında birinci söz sahibinin üniversite olması gerekir. Bu yetkiyi kullanabilmesi için de bütün bu alanlarda, çok sayıda orijinal eser vermiş olması ve bilim adamı yetiştirmesi gerektir. Yerli düşünce ve yerli edebiyatın köklerine kadar gidebilmeli ve yeni nesillere de ışık tutabilmelidir üniversiteler.
Ülkemizde neredeyse lise seviyesine indirilen ve yurdun her tarafına yayılan bu kurumun sayısı resmi rakamlara göre 129’u devlet 75’i de Vakıf olmak üzere 208 üniversite bulunmaktadır. Dünya sıralamasına göre ilk beş yüze dahi giremeyen bu kurumların devlet dairelerine sadece memur yetiştirmek amacıyla eğitim verdikleri bilinmeyen bir durum değildir.
Bu açıdan üniversitelere baktığımız zaman, deyim yerindeyse “taklit ve tercümeci üniversite” aşamasından te’lif aşamasına geçmedikleri veya geçemedikleri görülmektedir.
Cumhuriyetin ilanından sonra yani 1933 yılında yapılan bir düzenleme ile “Darü’l-Fünun” olan bu kurumun ismi, İstanbul Üniversitesi olarak değiştirilmiş ve o günlerde program ve ders müfredatı, yeni rejime göre ayarlanmış ve düzenlenmiştir.
Laik eğitim sloganı ile çıkılan bu yolculukta içinde bulunduğu zamanı tanımak, anlamak, bilmek ve sevmekten çok uzak bir nesil yetişmiştir. Rönesans’tan sonra Batı dünyası, belli bir alanda teknikte ansızın bir tepe noktasına yükselince, öbür ülke ve medeniyetlerin yanı sıra İslam medeniyetini de yıkmak için bütün gücüyle Müslümanların üzerine yüklendiği bir gerçektir.
Uluslararası alanda isim yapmış, eserleriyle dünyaca tanınmış bilginleri yetiştirmekten uzak üniversitelerimiz ne yazık ki, bir bilim ocağı olmaktan önce çeşitli dönemlerde bir siyaset ocağı olarak görev yapmışlardır.
Milletlerarası alanda isim yapmış, eserleri ile dünyaca tanınmış bilim adamlarını bir türlü yetiştirememiştir üniversitelerimiz… İçinde bulunduğumuz ve bir buhran geçirdiği gözle görülürcesine belli olan kültür ve bilim hakkında dünyanın da dikkatini çekecek yüzlerce eserin sahibi olmaları gerekirken, dişe dokunur eserlerin sahibi olamadıkları görülebiliyoruz. Bunun acısını da tüm ülke olarak çekiyoruz.
Bu kurumun, 1960 yılına kadar sürekli olarak Kemalizm’i sayıkladığı ve orijinal hiçbir eser ortaya koyamadığı çok açık bir şekilde görülmektedir. 1960’tan 1980 yılına kadar defalarca kanunu değiştirilen üniversitelerin bir türlü istenilen rotaya girmediği ve bunalım içinde olduğu söylemeye bile gerek yoktur.
1980’de çıkarılan üniversite kanunuyla yurdun her tarafında öğretim üyeleri olmadan açılan ve pıtrak gibi Anadolu’da baş gösteren üniversiteler bir türlü rayına oturtulamamıştır.
Ülkenin hemen hemen birçok üniversitesinde zaman zaman bilimsel toplantı adı altında sempozyumlar düzenleniyor. Ancak deyim yerindeyse ” ahbap-çavuş ilişkisi” çerçevesi içinde düzenlenen bu sempozyumlar, son zamanlarda anlam ve fonksiyon yitirerek para ile düzenlenen toplantılar haline geldikleri çok acı bir şekilde görülmektedir. Katılanların çoğu, “YÖK”ün belirlediği kriterlere göre doktora payesini almak doçent veya profesör olmak amacıyla puan için para ödeyerek bu toplantılara katılmak üzere yollara düşmekte ve büyük bir gayret sarf etmektedirler.
İçinde bulunduğumuz ve bir bakıma buhran geçirdiği gözle görülürcesine belli olan kültürümüz hakkında dünyanın dikkatini çekecek yüzlerce eser sahibi olmaları gerekirken ne yazık ki üniversite hocalarının dişe dokunur bir tek eserin sahibi bile olmadıkları görülebiliyor ve bunun acısını da ülke olarak insanımız ruhumun derinliklerinde hissediyor.
İktidara gelen her hükümet, muhalefette iken dile getirdiği “YÖK KANUNUNU” değiştirme vaat ve iddiasıyla iktidara geldiğinde, gerçekçi ve daha da ileri bir noktaya götürdüğünü düşünse ya da tırpanlasa da sonuç pek değişmemekte ve dünya çapında bilim adamları yetiştirmekten çok uzak kendi köşemizde, kendi dünyamızda ve kendi imkânsızlıklarımızla çevrili olarak kendi kültürümüzün başının çaresine bakmak zorunda kalıyoruz. Sonuçta vehimlere boğularak bizi idare etmeye çalışan iktidarlar bildikleri şarkıları okumaya devam etmektedirler.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.