Sedat Doğan: Bu Seçimde Kim neyi kazandı, Kimler neleri kaybetti?

05.06.2023

Temiz bir duygu ile inanmış halkın irfan Kültüründen bu söz hep dile getirilir:

” İbadetin seni ama Adalet veya Zulmün ise herkesi etkiler. Adaletini gören sana rahmet, zulmünü gören ise zahmet okur. Onun için âlimler, Devletin dini Adalettir…” demişler.

Bu sözü temel alarak bu yazıya giriş yaparsak bu seçime ve olan bitenlere dair meramımızı çok daha rahat anlatırız diye düşünüyorum.

Türkiye, son yirmi yılının, belki de tarihinin en önemli seçimlerinden, dönemeçlerinden birini daha geride bıraktı. Yarınlarımız nasıl şekillenecek hiçbirimiz net bir öngörü ve bilgiye sahip değiliz. Çünkü sistem şeffaf ve hesap verebilen bir karaktere sahip değil artık. Onun için hepimiz şu anda sadece bekliyoruz ve susuyoruz. Bu seçim, ülkenin iç dinamikleri açısından, halkın yararına bir değişim isteyen ile istemeyenler arasında geçti. Ve değişim isteyenler pek çok sebepten dolayı kaybetti.

Her şeyden önce bu seçimin yapıldığı sosyo ekonomik zemin, bu ülkede yaşayan herkes için AKP’nin kuruluşunu doğuran ve bu toplumdan büyük bir kabul gördüğü 20 yıl önceki koşullarına tıpa tıp benziyordu. O zaman AKP, bu toplumun üç temel sıkıntısını bayraklaştırarak yirmi yıldır süre gelen iktidarlarına zemin hazırlamıştı. Ne idi bunlar?

“Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklarla amansız, meşru bir mücadele”

İki yıl süren Pandemiden kaynaklı yaşanan pek çok sıkıntı ve kısıtlamaların ardından, bu yıl 6 Şubat’ta yaşanan büyük çaplı Deprem felaketi, Devletin resmi rakamlarına göre ardında 50 binin üzerinde ölü, yüz binlerce yaralı, evsiz, işsiz ve aç insanı bıraktı. Bu rakamlar topluma pek inandırıcı gelmedi. Ama ne yazık ki elimizde çok somut veri ve rakamlarla hazırlanmış başka bir çalışma da yok. Asıl felaket, depremin kendisinden çok, o kadar bol keseden rahatça boca edilen onca hamasi Nutuklar ve Beka sorunu edebiyatlarına rağmen gerek deprem öncesi gerek deprem anı ve sonrası için, bu tarz ağır felaketler için pek de ciddi bir hazırlığı olmayan bir devlet olgusu gibi ağır bir gerçekle ile toplum olarak yüz yüze kalmamız oldu galiba.  

Diğer bir husus. Müesses Nizam, Devlet ve Hükümet aklına göre hiç yokmuş gibi kabul edilip üstüne yatmaya çalışılan ama en az yüz yüz elli yıllık bir geçmişi olan Kürt sorunu, Kürtlerin ve Türklerin dünyasında kelimenin tam anlamıyla adeta kangren, kanser olmuş bir yara gibi etrafını çürütmeye, kanatmaya devam ederek orta yerde duruyor. Ülkenin ekonomisini, Kürtlerin ve Türklerin yaşam kalitelerini içten içe düşürmeye devam ediyor.

Suriye ve Afganistan’dan gelişlerine devlet ve hükümetçe göz yumulan Göçmenler ülkede ciddi bir işsizlik, yoksulluk, sosyal doku ve Demografi bozukluğuna yol açıyor. Buna ilaveten Tek adam sistemine dayalı bir rejimin eseri olan Kürt illerine atanan Kayyımlar, KHK’lar ile adeta normal ve meşru bir yaşamın dışına itilen on binlerce insanın yaşadığı sıkıntılar. Hukuk, Yargı, yürütme ve yasamanın tek bir elin kontrolüne alınması.

Bir yanda sistemin yedeğindeki üst düzey yönetici ve yandaşlara birkaç tane ballı maaş, örtülü ödenek ve çeşitli ihaleler adı altında hesabı sorulamayan harcamalar, ayyuka çıkan hesapsız, kitapsız lüks ve israflar göz göre göre yaşanırken, öbür yandan Memurlar, Asgari ücretliler ve Emeklilerden esirgenen alın terlerinin hakkı olan Adil, gerçekçi bir maaşın kendilerinden esirgenmesinden dolayı artık hayatlarını sürdüremez hale geldiler.

Zira hayatın temel kalemlerine dair hemen her şey artık yüzlerce kat zamlandı. Hayat adeta tıkandı. Her gün adeta yağan zamlar, Türk parasının değer kaybı, yaşam kalitesinin düşmesi, gün geçtikçe kabaran işsizlik rakamları… Gibi daha pek çok devasa sorundan dolayı on binlerce kalifiye meslek sahibi insan ve genç ülkeyi terk etti. 

Son bir, iki yıldır hemen her gün içerden bir tanesi patlak veren Sedat Peker ve benzerleri tarafından   çok içerden, adeta bütün işlerin döndüğü mutfaklardan kayda alınmış, isim, yer ve zamanları deşifre edilen devlet-hükümet yetkililerinin, mafyatik kirli işlere dair ifşaat videoları ve buna karşın hep suskun kalan Savcı ve Hakimlerin bu tavırlarına karşın ne yazık ki, insan hiç de iyimser olamıyor. İnsanın içini ferah tutacak bir takat bırakmıyor.

Çünkü meşru paranın bütün kaynakları Başkanlık sistemi hükümeti tarafından gereksiz harcamalar, Fuzuli israflarla çarçur edilip tükendi. Deyim yerinde ise artık Deniz kurudu. Son 5-10 yıldır bu ve benzeri sorunlar adeta koca koca dağlar gibi üst üste yığıldı.

Ve Hükümet ise adeta Osmanlının Lale Devri gibi, toplumun aciliyet arz eden sorunlarına hiç dokunmadan bambaşka sanal şeylerle oyalanıp durdu.

Özetle bu seçimde, Sistem, bu hükümet ve devlet aklı artık gerçekten de kaybedebilecek en zayıf anına denk gelmişti.

Bütün bu sorunlar en acı bir şekilde can yakmaya devam ederken ülkedeki muhalefetin tamamı dürüst bir şekilde bir araya gelip halkın çoğunluğunun meşru talep ve beklenti rüzgârını da arkalarına alarak:

Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar ve Sorgulanamayan Tek Adam Rejimine hayır”

Diyerek halkın meşru gücü ile hem kendilerinin hem halkı bu rejimden kurtarabilirdi. Zira ehli vicdan hemen herkesin, iç ve dış kamuoyunun beklentileri hep bu yönde idi. Ama maalesef bu işi omuzlayacak olan muhalefetin kanatları bir yandan müesses nizamın kurduğu tuzaklara, öte yandan ötekileştirici ve inkâr edici ırkçılığın tuzağına düşerek çok derinden bölündü. Çok ama çok kötü bir sınav vererek perişan bir kampanya ile bu şansını kaybetti.

İktidar zaten son birkaç seçimdir Kürtleri habire şeytanlaştırıyor. 6’lı masa da bu korku ile Kürt muhalefetini meşru bir şekilde göremedi. Kürtleri dürüst bir şekilde muhatap alamadı.

Her iki tarafın da tek dertleri Kürtleri sağır, dilsiz, ruhsuz varlıklar haline getirerek oylarına konmaktı. Kendi aralarında ise masa üstünde çok sağlam bir şekilde bir arada imişler gibi bir görüntü verirken, masa altında ise bütün enerjilerini birbirlerinin ayaklarını kırmakla, birbirlerine çelme takmakla harcadılar. Muhalefetin hemen hemen bütün kesimleri, maalesef incir çekirdeğini dahi doldurmayan sanal kırıntılarla boğuşup, sadece görünürde muhalefet ediyorlarmış gibi yaparlarken, görünmeyen zeminde ise birbirlerinin kuyularını kazarak, bir birbirlerinden eleman, fırsat ve rol çalma yarışına girdiler.

Hükümet ise bunca yıpranmışlığa, bunca bariz krizlere rağmen hem Devlet hem Hükümet olmanın bütün güç ve imkânlarını kullanarak ve bu güce, din, iman, Vatan, Beka, milliyetçilik kavramlarını da ekleyip sonuna kadar kullanarak Kedinin fare ile oynadığı gibi hem muhalefet, hem günlük hayat telaşesi içinden başını kaldıramayan halkın çoğunluğun kafasını karıştırarak güçlü bir algı ve manipülasyonlar ile montajlar ile kes, kopyala yapıştır operasyonları ile envaı çeşit sandık oyunları ile en meşru hakları olan değişim talebi ve özlemlerini onlara kaybettirdi.

Böylece bu seçimi her biri birer Tiran olan, her şeyleri tam takır güçlü Para Babaları, Uyuşturucu Baronları, Adalet mevhumunu artık çöpe atmış, Zulümlerinin farkında bile olmayan Kararmış Vicdanlar, yer altının en karanlık Mafya Babaları ile kol kola olan Siyasetin Kurt Avcıları kazanmış oldular. Onlar yine Kârlarına kâr katacaklar…

Bu seçimi, her iki turda da iktidar, halkın çoğunluğuna yeni bir şey verdiği veya vaat ettiği için kazanmadı. Bir bütün olarak muhalefetin genel beceriksizliğinin bir eseri olarak muhalefet hem kendini hem bu halkı cezalandırmış oldu.

Bu tablo büyük çoğunlukla muhteris, beceriksiz, sadece birbirlerine çelme takmaya efor harcayan, elindeki güç ve imkanları doğru şekilde paylaşmayı ve kullanmayı bilemeyen muhalefetin eseri…

Madem bu halk muhafazakâr bir adayı tercih ediyor, muhalefet bu seçeneği neden dürüst bir muhafazakâr için düşünemedi. Halkın dilinde bir söz vardır: “Bir Ayının gücünü ancak bir Ayı dengeleyebilir…” Ama bu muhalefet bunu beceremedi.

Toplumun ekser çoğunluğuna göre Kemal Kılıçdaroğlu, dürüst, temiz yürekli bir insandı. Halktan biri idi. Ama etrafını saran hilebaz ortaklar, kendisine dürüst davranmayan tutucu partizanları ve müesses nizamın bekçileri, bir Kürde, bir Alevi’ye geçit vermedi, welewki Kemalist bir rahleden geçse bile…

Bu seçim, bu ülkede şeklen Demokrasi oyunu oynanarak varmış gibi yaptı. Ama hükmen en adaletsiz bir seçim oldu. Bir yanda Devlet ve hükümet olmanın bütün imkânları ve sermayesi kullanıldı. Öbür yanda zavallı halkın kıt imkânları ile derme çatma bir muhalefet ve güçsüz, dağınık bir halk değişim istedi. Ama gücü ancak bu kadarına yetebildi. Doğrusu iyi de dayandı. Halkın bu başarısı hafife alınamaz…

Bu seçimi ötekileştirici Türk ırkçılığı, baştan sona kadar domine etti. İktidarın bayraklaştırdığı milliyetçilik rüzgârına ek olarak her iki etapta da MHP ve BBP ve benzerleri zaten iktidarın safında idi. Ve en ilginci, Kürtlük ve İslamcılık iddiası olan Kürt Kökenli- İslamcı Hüda Par’ın iktidarın yanında yer alması oldu. İYİP ise Ana muhalefette baştan beri hep gelgitler yaşıyordu.

Birinci etapta Sinan Ogan ve Ümit Özdağ ve Muharrem İnce sözüm ona iktidara karşı muhalefet rolü oynuyorlardı. Ama üçüne de giden oyların ana çoğunluğu Altılı masadan gitti. Sinan Ogan’a İYİP ve diğer milliyetçi-ülkücü çevreler olan Turancılardan, Muharrem İnce ve Ümit Özdağ’a ise CHP ve diğer Kemalist çevrelerden oy gitti.

İkinci etapta Sinan Ogan iktidara, Ümit Özdağ ise Ana muhalefete birer Kayyım olarak atandılar, dersek sanırım en hakikatli tanımlamayı yapmış oluruz. Kılıçdaroğlu ’nu Ümit Özdağ’a mahkûm ettiren akıl, Kürt seçmenin Kılıçdaroğlu’ndan soğutup küstürmesi üzerine kurulu bir tuzaktan başka bir şey değildi. Bunu anlamak için illa da Kürt olmaya gerek yoktu ama maalesef müesses nizam toplum olarak hepimizi acınacak derecede bir balık hafızalı lığa mahkûm etmiş gitmiş zaten.

Irkçılık, mülteciler ve ötekilere düşmanlık üzerinden Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’a verip veriştirenler neden Devlet Bahçeli, Süleyman Soylu ve benzerleri hakkında tek kelime bile etmiyorlar acaba?

Bunlar açıktan görünen iktidar oyunları. Bir de oyunun pek görünmeyen, görünmesi dahi istenmeyen bir taraf vardı. Kürt muhalefeti. Kürt muhalefeti nerede duruyordu?

Bu seçimde iktidar ve ana muhalefetin adı konulmamış en meşru sloganı şu idi demek mümkün:

Ben Kürdüm, Kürt coğrafyasının asıl sahibi benim. Bu ülkenin meşru ortağı da benim. Benim de bir Anadilim, kültürüm. Tarihim, edebiyatım, toprağım, meşru değerlerim ve haklarım var diyen Kürdün her türlüsüne ateş serbest.

Kürt Anasını görmesin. Kürdün Anası gülmesin.

 Kürt Muhalefeti nerede duruyordu?

Bu ülkedeki Kürt muhalefetini mahiyet itibari ile yasal açıdan iki kısma ayırmak mümkün. Legal ve illegal muhalefet. İllegal muhalefetin legal çalışmalar konusunda nerede durduğunu, neler yapmaya çalıştığını tam olarak kestirmemiz mümkün değil. Meşru akıl ve vicdanların kabulüne göre illegal bir yapının legal bir işe, görünürde hiç karışmaması gerekir. Normal olan budur. Ama Ortadoğu gibi anormal bir coğrafyada, meşru ve gayri meşru işlerin sıklıkla iç içe geçip normal, meşru bir hayatın cehenneme çevrildiği pek çok pratiğe ne yazık ki sıklıkla karşılaşıyoruz. Bu yüzden bunu burada bırakıyoruz. Biz asıl konumuza dönelim.

Legal Kürt muhalefeti ve Kürt seçmeni kendi aralarında dört kısma bölündü. Kürtler arasındaki bölünmüşlük, iktidar ve devlet aklının gökte ararken yerde bulduğu “Allah’ın lütfu” gibi bir nimetti.

  1. HDP- Yeşil Sol etrafında toplananlar. 2. İktidar Blokuna oy verenler 3. CHP, Deva, Gelecek, SP, YRP gibi Partilere dağılanlar 4. HAKPAR, 5. Gizli Boykotçular.

Kürt seçmen kitlesinin oy toplamı 15-16 milyon civarında ifade ediliyor. Bu seçimlerde Kürt seçmen %70 oranında Kılıçdaroğlu’na, % 30 civarında ise Erdoğan’a oy verdi. Bu Kürtlerin birliktelikleri açısından önemli bir veri.

Ancak milletvekilleri dağılımına baktığımızda yine HDP-YSP Bloku, seçime yeni katılan Kürt seçmenlerin varlığına rağmen, eski oylarına nazaran son yılların en düşük oy oranı ile 5,5 milyon oy ile 61 M. Vekili çıkarmış durumda. HAKPAR, 40 bin civarında oy almış.

Geri kalan Kürt oyları kimlere, nereye ve ne için gitti? Bunun Kürtlere getirisi, götürüsü ne olacak? Kürdilik ve Kürdistanilik gibi bir dertleri olan bütün Kürt çevrelerinin bir araya gelip bunun asli sebeplerini en ince ayrıntısına kadar masaya yatırmaları gerekir… Yoksa bu gidişle, Gelecek Seçimler, Kürtlere çok daha ağır sürprizler hazırlayabilir.

HDP-YSP neden bu kadar oy kaybetti?

Seçim sahalarından birebir tanık olduğumuz şekli ile:

1- HDP-YSP’nin kendi Cumhurbaşkanı adaylarını ortaya çıkarmamaları telafisi zor hata idi. Bu hata ile muhatap olduğu taraflar arasında güçlü bir denge siyaseti kurma şansını baştan kaybetti maalesef. Bu Kürt seçmende şevk, heyecan ve motivasyon düşmesine yol açtı. Eğer bu aday Kürt yönü  bilinen Kemal Kılıçdaroğlu olmasaydı Kürtler Cumhurbaşkanlığı için  çok daha büyük oranda oy kullanmaya bilirdi. Zira benden olmayana ben niye oy vereyim psikolojisi çok hakimdi.

2- Bu bağlamda Kürt Siyasetinin, Kürt vatandaşların mevcut toplumsal, sosyo-ekonomik, kültürel sorunlarına sivil ve sosyolojik bir dil ile makul çözümler üretip, bunu makul bir dil ile formüle edip bu adayın talepleri listesine dönüştüremeyişleri.

Evet, Kürtler bu Ülkede tek başlarına bir cumhurbaşkanı çıkaramayabilirler ama birilerine de meşru bir şekilde seçtirmeyebilirlerdi. Herkes Kürtleri bu ülkede kilit rol olarak biliyor. Bu meşru zeminde Kürtlere bir oyun kurdurtmayanlara karşı, Kürtlerin de onların oyunlarını bozma şansını verecekti. Bu durum iç ve dış kamuoyunda Kürtlerin meşru taleplerini artık tartışmasız bir şekilde kabul edile bilinir hale getirecekti…

3-Kürt siyaseti, CHP ve Kılıçdaroğlu’na verdikleri zımni desteğin arka planını Seçmenlerine ve bütün Kürtlere iyi anlatamadılar. Milletvekili seçimlerinde, istemeden de olsa, Kürt seçmenini zihinsel olarak CHP’ye yönlendirmeye neden oldular. CHP’nin Kürt seçmen kalelerinde Aday çıkarmalarına meşru ve haklı olarak karşı çıkacaktı. Bu sessizlikleri en az 3-4 Kürt Vekilin kaybına yol açtı.

4- Kapanma davası yüzünden YSP ismi altında seçime girme mecburiyeti tam bir handikaba dönüştü. Pek çok seçmen YSP ismini içselleştiremedi. Pek çok seçmen Sol isminden dolayı, Kürt ittifakı ile alakası olmayan Sol bir Partiye oy verdi…

5- Tip ve diğer marjinal Türk Sol yapılarla yapılan ittifak, Kürt sosyolojisi ile örtüşmeyen handikaplarla dolu ittifaka dönüştü. Bu da Kürtlere pek çok yerde ağır kayıplara yol açtı. Kürtlerden talepleri 20 milletvekili idi. Kürtler sayesinde sadece 4 vekil kazandılar ama Kürtlere pek çok vekil ve oy kaybettirdiler.

 Bu bağlamda Sol bir jargon parantezine mahkûm edilen bir seçim retoriği, Kürt sosyolojisinde çarpıp ters tepti. Kürt ittifakı konusunda çok ikircikli davranıldı. Kürt toplum katmanlarına yeterli bir açılım yapılamadı. Çok cılız istisnalar hariç Kürt Dindarlığı/muhafazakârlığı ve Kürt feodalitesi, bir bütün olarak Kürtlerin muhaliflerinin saflarına itildiler… Oysa bunca yıkım ve dejenerasyona rağmen Kürt toplumunun hala Dindar/Muhafazakâr kodlara sahip olduğu toplumsal gerçekliği bütün tarafsız gözlemcilerin net bir tespitidir. Sistem ve iktidar bunu Kürtlerin aleyhine yoğun bir şekilde kullanıyor maalesef.

Diğer bir husus, şimdiye kadar yaşayageldiğimiz bütün seçim pratiklerinden biliyoruz ki, Kürtlerin yaşadıkları bütün seçimler, sadece bir oy verme pratiği anlamını taşımıyor. İktidar tarafından bir milletin varlık yokluk mücadelesine dönüştürülüyor. Bunun için en sağlam duruş, bir millet olarak topyekûn birleşip bütünleşmeye çalışmak olmalı idi.

6- Bu bağlamda M. Vekili adayı seçimi ve onların sıralamalarında gerekli özen gösterilmedi… Topluma nüfuz kabiliyeti olan adayların kilit noktalarda yer almaması gibi ciddi hatalar yapıldı. Adayların kendi illerinde, tanındıkları seçim çevrelerinde seçime girmemeleri çok ciddi bir eksiklik…

7- Propaganda materyallerinin (Görsel ve Sözel) tümüne bütüncül bakıldığında Sol bir jargonun gölgesinde kalması. Bu materyallerde Kürtlerin temel ihtiyaçlarından ve taleplerinden çok uzak, marjinal pek çok konunun kürdün gündemine istenmeden sokulması. Bu bağlamda Kürt sosyolojisi ve Kürt muhafazakârlığının nerede ise bütünüyle ıskalanması…

8- Kür siyasetinin, Kürt toplumu için kavga ve gürültünün belirleyici olmadığı, meşru bir yaşamın parametrelerini işlemekten çok uzak bir retoriğe düşmesi.

9- Kürt seçmenin 40-50 yıldır hep bir kavga eksininde seçime girme pratiğinin yarattığı bezginlik, yorgunluk, bıkkınlık.

10- Sistemin Kürtler üzerindeki, demokratik ve vicdani olmayan sistemli baskı ve engelleri, Kürtlerin hiç de yabancı olmadığı bir gerçeklik. Ama bu dün çok daha çetin olmasına rağmen Kürtler bir hedef bir amaç uğuruna yine de doğru bildiklerinden vaz geçmiyorlardı.

Ama yerinden yurdundan, köyünden, mezrasından kopmak zorunda kalıp Tek tipçi Türk kültürü ile yoğrulan Şehirleşme sistemine adapte olmak zorunda bırakılan Kürtlerin, sosyo-politiği ve toplumsal aidiyet psikolojisinin bu sistem tarafından gözle görünür bir şekilde dejenere edilmesi ve bunun sonuçlarının artık net olarak hayata yansıması, ister istemez Kürtlerin oy verme tercihlerine de yansıyor.

Hoşumuza gider, gitmez, kabul etmek zorundayız ki, her Türk yerleşim birimi aynı zamanda kendi doğasına uygun bir şekilde çalışan bir Asimilasyon merkezi görevini görüyor. En başta Kürtlerin ve oralara yerleşen herkesin milli özelliklerini törpülüyor, tırpanlıyor. Çeşitli araçlarla kendilerine benzetmeye çalışıyor. Türklüğü övüp yücelten sözler, laf olsun diye üretilmemiş. Bu sözler bir çarkın dişlileri gibi görev görüyor.

Bu yüzden Kürtler, bu merkezlerde tahmini zor sıkıntı ve mecburiyetlerle boğuşmak zorunda kalıyorlar. Bir şekilde evini, yerini, yurdunu, işini kaybeden bir Kürdün devlet ve hükümetlerin kontrolünde kimi cemaat, tarikat ve hiziplerin kapısında ya beş kuruş için bir amele, ya da her şeye muhtaç sefil bir dilenci konumuna düşmesi. Üniversite kapılarında temel ihtiyaçlarını karşılamakta sıkıntıya düşen gencine el uzatamayan bir toplumun varlığı artık pek bir şey ifade edemez hale gelir. Bu toplumun bireyleri bu ve benzeri pek çok sorun yaşarken hep yalnız kalıyor. Bu Kürt toplumu açısından telafisi zor bir acıdır.

Kürt meşru siyasetinin bütün bunlara karşın meşru, onarıcı, iyileştirici tedbirler geliştirmekten uzak bir tutuma düşmüş hale gelmesi hiç şüphesiz oy tercihlerine de yansıyordur…

Bütün bu olumsuzluklara karşın bu seçimin en dürüst kesimi yine Kürtler oldu. Herkes safını net olarak belirledi. En büyük meşru isyan ve oy oranları ile Kürtler bunu net olarak ortaya koydu. Ama Kürtler adına siyaset yapmaya çalışan akıl, maalesef halkın beklenti ve taleplerine göre şekillenen bir pratik ortaya koyamadı. Bu kadar açık, net, talepkâr ve yoğun oy kütlesine rağmen en çok kayıp etmiş sayılanlar maalesef, yine Kürtler oldu. Çünkü hemen hiçbir meşru talebini siyasetin merkezine taşıyamadılar… Özetle bütün bunlar Ana akım Kürt siyasetinin yönetim, sevk ve idaresinde yer alanların muhtelif eksiklik ve hataları.

Umarız ki, Kürtler adına siyaset iddiası olan akıl, bütün bu hata ve eksikliklerini doğru bir şekilde görür. Kürt milletinin meşru talepleri ve kararlılığına göre Eksiklerini gözden geçirir. Kendilerine çeki düzen verir. Bir daha bu hatalara düşmez.

 

Bu seçimin en ilginç ve bir hiç uğruna kurban gidenleri de kime, neye hizmet ettikleri pek de belli olmayan Kürt Boykotçular oldu. Ama eğer onların asıl amaçları müesses nizamın kazanması ise, üzülmelerine gerek yok, onlar da kendi açılarından kazanmış sayılırlar. Bu onları küçük gördüğüm anlamına gelmez. Eğer oy oranları % 51oranını aşmış olsaydı, hiç şüpheleri olmasın ben de oyumu onlarınkine katardım. Zira bu kararları toplumun yararına diye düşünürdüm.

Değişimin ayak sesleri…

 Cezaevinden, bu seçime ve sürece dair yakınmalarını dillendirip ve henüz tam olarak bilemediğimiz bazı nedenlerden dolayı aktif siyasetten bir miktar geri çekileceğini belirten Selahaddin Demirtaş’ın uyarılarını, Kürt toplumunda köklü bir değişim arzusunun ayak sesleri olarak da okumak mümkün. Bu cenahta siyaset yapan Solcu Kürtlerin, tıpkı İslamcı siyaset iddiaları olan Kürtler gibi şapkalarını önlerine koymaları gerekiyor. Asıl hedefleri solculuğun veya İslamcılığın zafer kazanmaları mı, yoksa yüz yıllardır mazlum ve mağdur hale düşürülmüş, en meşru hakları dahi gasp edilmiş Kürtlerin herkes gibi meşru haklarına kavuşmaları mı?

Eğer asıl amaçları birinci şık ise solcu veya İslamcı olmayan Kürtleri nereye konumlandırıyorlar? Onlara hangi gözle bakıyorlar?

Yok eğer amaçları Kürtlerin meşru hakları ise bunun için bu ideolojilerinin ezber ve şablonlarının ne kadarından feragat etmeye hazırlar?

Zira güçlü Tek Türkiye’nin kanatları altında İslami bir Kürdistan asla mümkün olamayacağı gibi, güçlü sözüm ona Demokratik bir Türkiye’nin kanatları altında Özgür bir Kürdistan da mümkün değildir. Her ikisi de Ağrı dağını bir çay kaşığı ile yıkmaya çalışmak gibi ham bir hayaldir.

Siyaset, bir milletin varlığını, meşru değerleri ile birlikte meşru bir zeminde korumak ve sürdürmek için vardır. Önüne huzur ve güven için makul hedefler koyup onları barışçıl ve meşru yöntemler ile gerçekleştirmek için vardır… Sürekli kavga ve gürültü bir milleti ayakta tutamaz…

Ama değişim şart…

Bu değişim sadece Kürtler için değil bütün insanlar için, en çok da Kürtlerin topraklarında hükümranlık sürdürenler için daha çok şarttır. Zira Sorgulanmaktan, hesap vermekten kaçan her pratikte, her işte mutlaka örtülmek istenen bir kötülük vardır, demektir…

Yüz yıllardır hayatımız hep saçmalıklarla geçiyor ne yazık ki. Ama bizde adettir, bütün bu saçmalıkları yapanları, yaptıranları değil, ifşa edenleri, söyleyenleri cezalandırırlar…

Bu coğrafyada Dindarların çoğu Kürt meselesi ve Kürtlerin fıtri hakları konusunda Allah’a hakkıyla iman etmemişler dersek, kıyameti koparırlar. Hâlbuki hepsinin gözlerinin önünde en az 100-150 yıldır Kürtlerin en başta Anadilleri ile eğitim ve öğrenim görebilme hakları olmak üzere, her şeyleri çok acımasız yasakların kıskacında. Ama buna rağmen kimsenin kılı kıpırdamıyor. Oysa Dinin özü yani aslı: “Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe iman etmiş olmazsınız. İman etmedikçe de cennete giremezsiniz…” Der.

Canımızı çok feci bir şekilde acıtıp bizleri ağlatan bir şeyi, sırf ekâbir kibri ile alaya alıp gülen birileri, bize hala kardeşlik edebiyatı yapıp ikinci kez canımızı acıtmasın. Çünkü bunun telafisi çok zor…

Değişim şart…

Bu bağlamda biz Kürtlerin yaşadığı bir kader falan değildir. Bütünüyle bir anomalidir. Tam anlamı ile bir hastalıktır, dostlar. Binlerce yıldır konuştuğumuz anadilimizi, tam yüz yıldır konuşabilmek için kim bilir kaç bin canımızı verdiğimizi, kaç bin büyüğümüzün kafa, kol, bacak ve dişlerinin çok acımasızca kırıldığını bir çırpıda unuturuz, üstelik şu anda toplum olarak nasıl bir zulmün cenderesinde olduğumuzu da hemencecik unuturuz, mecnunlar gibi kafayı sıyırıp, sekiz milyar insanı kurtarmaya soyunmaya kalkışırız…

Ya da en kötüsü bize bunca zulmü reva görenlerin bu çarklarının devamı için bilerek ya da bilmeyerek değirmenlerine su taşırız. Biz muhteşem, âmâ yetimliği kader olarak algılamış sahipsiz bir milletiz… Bizi kim doğru anlayabilecek? Keşke bunu çok net bir şekilde bir bile bilsek…

Değişim şart…

Kürtler hep birlikte, kadim bir milletin mensupları oluşları şuuru ile birbirlerine, kendilerine adam gibi sahip çıkmadıkları müddetçe ne İslamcısı ne solcusu ne demokratı ne milliyetçisi ne ultra devrimcisi ne anarşisti ne zengini ne fakiri adam gibi mutlu, onurlu bir gün yüzü göremeyecekler. Analarının o mutlu, mesut gülüşlerine asla şahit olamayacaklardır. Zira mutlu gülüşleri olan analara şöyle bir bakın, hepsinin çocukları bu kader birliğini seçerek analarına bu zemini hazırlamışlardır…

Ama değişim şart… Son sözümüz bu olsun. Allah’ın bizlere baxş ettiği akıl ve vicdanı doğru bir zeminde dürüst bir şekilde kullanabilirsek, şu yeryüzünde haklarına kavuşmuş her milletin çocukları gibi biz Kürtler de meşru hakkımız olanına elbette kavuşacağız…

Umudu hep diri tutacağız. Bize yapılan bunca zülüm ve hileye, yaptığımız bunca yanlış ve hataya rağmen mutlaka kavuşacağız… Ve kazanacağız.

3 Haziran 2023/ Diyarbakır

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.