28.11.2021
Geçmiş geleceğe suyun suya benzediği kadar benzemektedir. (İbni Haldun.)
Geçmişte meşru haklarınızı gasp edenler, gelecekte de çok rahat gasp edeceklerdir. Bahanelerin sonu gelmez… Umarım Kürtler, şu ana kadar haklarını görmeyen dini ve ideolojik ajitasyonları görüyorlardır…
Biz Kürtler bu temelde bu gün neyi tartışıyoruz? Ve asıl tartışmamız gereken şey ne olmalı?
Biz Kürtler, bu sorulara sağlıklı bir cevap verebilmek için bir millet olarak her açıdan dün ne durumda idik? Bugün ne halde olduğumuzu tespit etmek zorundayız. Eğer iyi bir halde isek bu kadar çok şeyi, bu kadar canhıraş bir şekilde hiç tartışmamıza gerek yok.
Hayır, durum çok fena diyorsak halde kimin, kimlerin bizi bu hale düşürdüğünü acilen bulmamız gerekir. Bunun sorumlusu biz miyiz, yoksa başkaları mı? Eğer bunu serin bir akıl ve vicdan ile tespit edebilirsek o zaman yükümüz yüzde elli kendiliğinden çözülmüş olur.
Bu bağlamda biz Kürtlerin iki ağır handikabı var maalesef.
1- Bugün en başta toprak bütünlüğümüz olmak üzere, zihin, vicdan ve siyasal akıl /algı olarak. Bu temelde gelişen olgu ve olaylara karşı duruş itibariyle param parça olmuşuz, ama bunun farkında bile değiliz… En acısı da kimin veya kimlerin bizi bu hale getirdiğini dahi bilemiyoruz. Kestiremiyoruz. Ya da bunu doğru bir bilgi ile öğrenmek bazılarımızın işine gelmiyordur. Çünkü kurulu çarklarımız bozulacak…
2- Bizi bu hale getirenlerin de, özellikle hak mahrumiyetlerimiz ve parçalanmışlığımız konusunda, tıpkı bizim gibi çok zavallı ve paramparça olduğunu sanıyoruz. Ve her bir kesimimiz bu parçalardan birinin, amiyane bir tabir ile kucağına oturuyoruz…
Şayet bizler hasımlarımızın, bütün farklı görüntülerine rağmen, özellikle bu konuda çok yekpare ve organize bir güç olduklarının farkına varabilseydik, bilsek, inanın belki ortak bir ruh ile ortak bir tavır geliştirmemiz çok daha kolay olurdu.
Ben âcizane biraz ilahiyat okumuş, İslami gelenekten gelerek, kendi kürdi hakikatini hasbelkader ve zor bela, kavrayabilme eşiğini yakalaya bilme trajedi ve komedisini iç içe yaşayan dindar Müslüman bir Kürt olarak şu acı hakikatimizi ortaya koymak durumundayım:
Bugün Ortadoğu İslam coğrafyasında 50-60, Türkiye’de ise 30 milyona yakın Kürt insanı ki, bunların çoğunluğu da Müslümandır, iki temel kavramın kamuflajı altında, yeryüzünde yaşayan bütün insanların sahip oldukları temel insani-fıtri, ilahi, tabii bireysel ve milli haklarından uzaklaştırılıp mahrum bıraktırılıyorlar. Kürtlerin bu meseleyi hiç tartışmamalarını, konuşmamalarını, gündemlerine bile almamalarını istiyorlar. Bile isteye her açıdan fukaralaştırılıyorlar.
Bu kavramlardan biri Ümmetin- din kardeşliği, diğeri ise Halkların demokratik kardeşliği kavramlarıdır.
Peki, bunu kim ya da kimler yapıyor? Yaşadığımız olay ve olgulardan görüp biliyoruz ki bunu yapan Türk-Arap-Fars Derin aklı’dır.
Ve ne yazık ki, biz Kürtler, farklı bir milletin çocukları olarak kendimizi bu aklın yıkım ve talanlarından koruyabilecek ortak bir Derin aklımız yok. Geçenlerde Basnews’te Kürt bir Doçent, Fransızların yüz yıllık gizli belgelerini Türkçeleştirip yayınladı.
O belgelerde Birinci dünya savaşı ve o dönemdeki milli savaşların net bir fotoğrafı var. Bu derin aklın dönemin egemenleri konumundaki bütün batılı devletlerden ve Rusya’dan ortak ve en ısrarlı talepleri şu olmuştur:
“Kürtler için bizden bir şey istemeyin, biz ihtiyaç duyduğunuz her tavizi vermeye hazırız…” Ben bu aklın sadece Türkiye ayağını biraz irdelemeye çalışacağım.
1- Ümmetin Din kardeşliği:
Kim bu akıl? Bu akıl yüz-yüz elli yıldır bu toprakları yeri gelince en berbat darbelerle, yeri gelince toplu katliam, hapis, sürgün-zorunlu göç- göçertme, talan, yıkım, yakma. Yeri gelince çok munis ve yumuşak bir din kardeşliği edebiyatı ve masalı. Yeri gelince komik bir demokrasi oyunu, yeri gelince de Hitler ve Stalin’i bile utandıran ırkçı bir dil ve pratikle gelişen yasaklar, asimilasyonlar, kayyımlar ve ittifaklar geliştirebiliyor.
O akıl Osmanlıda İttihat ve Terakkidir. Kurtuluş savaşında Kuvayı Milliye komitacılarıdır.
Savaş esnasında Kürtleri, en çok din kardeşliği ve namus konusunda kandırarak kendi hizmetlerine alıyorlar. Onların güç ve tahkimatı ile savaşı kazanıyorlar. Cumhuriyet kuruluyor. TBMM açılıyor.
O aşamada Kürtler için otonomi ve muhtariyeti konu alan protokoller geliştirilip Kürtler oyalandırılıyor. İşler rayına oturunca da Kürtleri her türü insani haktan bile mahrum bırakan bir CHP ve Milli şeflik aklı, vicdanı sahneye çıkıyor. Kürtlere uygulanan bütün kıyım ve katliamlar en çok o devrede işleniyor.
O arada CHP’den Terakki Perver fırkası çıkıyor. Ondan Menderesin DP’si. Ondan AP, Ondan MNP-MSP-RP-FP-AKP ve SP çıkıyor. AKP’den Deva ve Gelecek Partisi çıkıyor.
Diğer koldan ise ANAP, DYP, MHP ve İYİ Parti çıkıyor. CHP ise bütün marjinal kolları ile bazı ufak tefek balans ayarları ile o günkü Kemalist akıl ve vicdanını bu güne taşıyor.
Ama bütün bunların ortaklaştığı temel nokta Kürt Kürdistan hakikatinin, hukukunun imhası.
Flulaştırılması. Asimilasyonu ve entegrasyonu ile Bütün Kürtlerin birer hammal Kürt olarak Türk aklı ve kültürünün hizmetine koşturulması.
Köken olarak MSP’den gelen AKP, 20 yıldır hep dindar bir ağızla Kürtlerden oy alıyor. Kürtlerin dünyasında ikinci büyük parti bile olabiliyor. Kendi hizmetinde olan bazı Kürtlerin ağzına tadımlık biraz bal çalarak bütün Projelerini, Kürtlerden aldığı oyların gücü ile gerçekleştiriyor.
Ama bunu yaparken aynı zamanda Hitler artığı bir siyasi kafa ile kol kola girerek, insani bir akıl ve vicdandan mahrum bir siyaset ile bir yandan Kürtleri en meşru haklarından bile kalıcı bir şekilde mahrum bırakmaya uğraşırken, diğer yandan ise Kemalist/ Turanist karışımı bir Türk devlet pratiğini Kürdistan coğrafyasının bütün parçalarında kalıcı bir şekilde sağlamlaştırıyor.
Ama bütün bunları yaparken de Kürtler için din, iman, Vahdet, ümmet kardeşliği, Tek devlet, millet, ülke, Dil, bayrak edebiyatı ve masalından asla vaz geçmiyor.
Oysa bu gün İslam coğrafyasında 50 ülkenin halkı çoğunluk itibariyle Müslümandır. 27 ülkenin ise resmi dini İslam’dır.
Bu şu anlama geliyor. Bütün bu ülkelerin bir milli devletleri, dilleri, Bayrak, Meclis, Ordu, millî ekonomi ve eğitim politikaları vardır.
Bütün bu farklılıklar ümmeti, vahdeti hiç bölmüyor. Ama Kürtler en tabii haklarını isteyince, bu işin tılsımı, sihri, kerameti bozuluyor. Çünkü Kürtler hepsinden çalınmış, gasp edilmiş haklarını istiyorlar…
Şöyle bir garabet düşünün. Müslümanlık iddiası olan bu koca coğrafyada Kürtlerin nüfusları 50- 60 milyon. Kürtler, zorla mensubu edildikleri bu, Müslüman iddialı devletlere askerlik yapıyorlar. Vergi veriyorlar. Bütün yasalarına uyuyorlar.
Bu ülkeler Kürt coğrafyasının yer altı ve yer üstü kaynakları sayesinde ekonomilerini, Refahlarını yükseltiyorlar. Ama buna rağmen bu ülkelerin en çok fakir ve aç kesimi en çok Kürtlerdir.
Kürtler çocuklarını kendi anadilleri ile resmi olarak bir kreşe bir ilkokula gönderemiyorlar.
Dilleri, Kültürleri hayatın her alanında yasak…
Üstelik bir yandan asimilasyon ve yasaklar bütün ağırlığı ile devam ederken, Bir yandan devlet ve hükümet adına en yetkili ağızlar, imajlarını düzgün tutabilmek için, Kürtler üzerinden dış dünyaya çok feci yalanlar uyduruyorlar…
2020 Ocağında biz (2018’de kurulmuş, 9 Kürt siyasi Parti ve hareketten seçilmiş, Platforma Zimanê Kurdî-Kürt Dil Platformu) olarak Ankara’ya Anadil talebimiz için resmi bir ziyaret gerçekleştirdik. HDP, CHP ve SP’yi ve AB delegasyonunu ziyaret ettik.
AKP ve İYİ Parti bize randevu vermedi. DP, sağ olsunlar, bize her türlü desteği sunarak ev sahipliği yaptılar. CHP ve SP, dilimize saygılı oldukları vurgusu ile devletin şu anda delilendiği gerekçesi ile bize sadece nasihat ’la yetindiler. En ilginç bilgiyi ise AB Konsolosluğundan edindik. Oradaki yetkili bizi kabulünde bize şunu aktardı:
“Devlet ve hükümetin ilgili bütün yetkilileri bize gelip diyorlar ki, biz Kürtlerin dil ve kültür konusundaki bütün eksikliklerini tam takır gidermişiz. Buraya gelip bizi size şikâyet edenler kara propaganda yapıyorlar. Onlar Bölücü ve hain Kürtlerdir… Diyorlar”
Heyet adına ben söz aldım. Şu açıklamayı yaptım. Şu anda gerek Kürt illerinde gerekse batıya göç eden Kürt nüfusun en az 12-13 milyon çocuğu, öğrencisi anadilini kaybetmek üzere. Türkiye ortalamasına göre 50 öğrenciye bir öğretmen ve sınıf düşüyor. Bu da en az 100-150 bin Kürt Dili Öğretmeni ataması ve sınıf açılması demektir.
Bunların hiç biri sahada yok.
Yalnız basından öğrendiğimiz kadarıyla devlet Kürtçe için yılda sadece 3 öğretmen atıyor. 2’si Kûrmanci, 1’si ise Kirdkî- Zazaki için. Bunlar nerede görev yapıyorlar biz Kürt tolumu bilmiyoruz. Devlet ve Allah biliyor. Ama ikisi de bize bir şey söylemiyorlar…
2- Halkların kardeşliği.
Bu jargon ile yukarıdan yapılan bütün haksızlıklara karşı çıkan bir akıl var Kürtlerin dünyasında. Bu akıl en çok devletin ve hükümetlerin Kürt halkına karşı yaptığı zülüm, haksızlık ve yanlışlar üzerine paradigmasını inşa etmiş. Ve bu üç yanlıştan herhangi birisinin mağdur ettiği Kürt kesimlerinden oy alıyor.
Bu akla oy veren Kürtlerimiz ya köyü yakılmış, boşaltılmış, göç mağduru olmuştur. Ya bir yakını dağa çıkmış, öldürülmüştür. Ya bir yakını örgüt propagandası gerekçesi ile hapse atılmıştır. Ya bir yakını bu partilere üye olduğu için, siyaset yaptığı için gözaltı ve işkenceye maruz kalmıştır. Ya da bir yakını bu partide siyaset yapıyordur. Milletvekili, Belediye başkanı veya meclis üyesidir…
Bunun dışında elbette bir siyasi parti olarak hemen her konuda mutlaka kendine göre bir siyaset ve çözüm önerileri vardır ama ne yazık ki bütün Kürtleri tek bir çatı altında toplayıp kucaklayabilecek, Toplumsal sorun ve sıkıntılarına kalıcı akli ve vicdani bir çözüm üreterek Kürt toplumunu gerçekten de şaha kaldırabilecek ekonomik ve sosyal bir model ve öneriye pek tanık olamıyoruz. Veya varsa da topluma anlatamıyor…
Ortalama 40 yıldır bu uğurda ölümüne bir mücadele söz konusu. Ölüm, hapis, işkence, Dağa çıkma, Sürgün, Kayım… Ne derseniz hep bu kesimin başına geliyor.
Ama buna rağmen şu temel çelişkileri hala aşabilmiş değildir. Bu yüzden Kürt toplumunun bütününe hitap edemiyor.
Kuzeydeki Kürtler aşağıdaki sıkıntı ve soruları tam bir içtenlikle sorgulamaya tabi tutmazlarsa, korkarım sonuç içinden çıkılmaz kötü bir yıkım olacak.
1- Liderlik söylemi altında kişi veya örgüt kültünü bir türlü aşamayıp bütün Kürt toplumu ile kucaklayamayışı.
2- Şu anda yeryüzünde 150-200 civarında milli devlet var. Ve Kürtlerin toprakları bu devletlerden 5 tanesi tarafından bölüşülmüş durumda.
Kürtler bu 5 tane sözde Kardeş halkların mağdurları değiller mi? Bu Kardeş halklar, çoğunluk itibariyle canları ve malları ile milli devletlerine arka çıkmıyorlar mı? Bu milli devletler onlar adına hemen her gün Kürt çocuklarını keklik gibi avlayıp öldürmüyorlar mı?
Ama buna rağmen yeryüzündeki bütün halklar ve milletlere, özellikle bu 5 kardeş halka devlet olgusu helal ama bu ilkel milliyetçiliğin perişanı, mağduru, zavallı Kürtlere haram… Gerekçe ise Devlet olgusu ilkel bir milliyetçiliğe yol açıyormuş.
Bu akıl, bu paradoksu nasıl aşacak? Normal olan bir aklın önereceği bir çözüm, ya bu 5 kardeş halkların kendi milli devletlerini her şeyi ile tümden iptal etmeleri, ya da Kürtlerin de bir milli devlete sahip olmaları değil midir?
Acaba bunların hangisi daha kolay? Kardeş halklar devletini yıkmak mı, yoksa yeni bir kardeş Kürt halkı devletini inşa etmek mi?
Ve bu konuda en can alıcı soru. Bu mesele neden sürekli Kürtlerin elindeki Asimetrik ve onların dezavantajına işleyen bir silah gücüyle yürütülüyor? Neden sadece Kürtlerin elinde uluslararası meşruiyeti olmayan bir silah var? Kürtler yıllar yılıdır, halkları adına silahlı bir mücadele veriyorsa, neden onların elinde de bir hava gücü yok? Son derece gelişmiş bu silah endüstrisi gücü karşısında Kürtler bu Asimetrik, dezavantajlı silah gücü ile neyi aşabilecek? Neyi başarabilecekler?
3- Bu Akıl bu halkları ve Ortadoğu’yu demokratikleştirecek imiş. Hoş güzel de.
Canım kardeşim bu halkların Demokratikleşmesi için neden hep Kürt çocukları öldürülüyor? Neden bu iş için hep Kürtlerin yer yurtları talan ve işgal ile viran edilip, Kürtler aç ve sefil bir şekilde bu ilkel milliyetçiliklerin şehirlerine, Avrupalara kaçmak zorunda kalıyorlar?
Siz cidden milli şefler, Saddam, Esat ve Humeynileri ve onların artıkları olan devletleşmiş yapıları ve örgütleri demokratikleştirebileceğinize mi inanıyorsunuz?
4- Sizin kardeş dediğiniz halklar sizin dilinize, değerlerinize ve mücadelenize ne kadar saygı duyuyorlar? Bunca yıldır verdiğiniz mücadelede bu kardeş halklardan kaç kişiye anadilinizi öğretebildiniz?
5- Silah ve Demokratikleşme, yani ateş ve barut yan yana, iç içe nasıl gelişecekler? Hangisi diğerine saygı duyacak? Demokrasi silaha saygılı olduğu vakit bunun adı nasıl bir demokrasi olacak?.. Tam da başkalarını eleştirdiğimiz noktada kendi eksikliğimizi ve çelişkimizi göremezsek bir mesafe alabileceğimizi hiç sanmıyorum. Korkunç bir kısır döngüye mahkûm olacağız. Diktatöryal hevesler bütün toplumlar için aynı arıza, sıkıntı ve tehlikeyi barındırıyor.
Biz Kürtler çok renkli bir toplum olarak başkalarının diktatörü kötü ama benimki iyi deme lüksüne asla sahip değiliz.
3- Kürtler olarak diğer bir yaramız.
Kürt coğrafyasının yaşadığımız parçasında 40 yıldır Bağımsızlık ve Kürdistani bir söylemle siyaset yapma iddiaları olan Kürdi partilerimiz var. Bunların Kürt toplumu içinde hatırı sayılır, ciddi bir karşılık bulamayış nedenlerini masaya yatırıp, iyi bir analiz ile sebeplerini bulamazsak, kusura bakılmasın ama bir yere varamayız…
Yukarıda sıraladığımız bütün çelişkilere rağmen Kürt toplumu büyük bir çoğunlukla yine de HDP çizgisine oy veriyor.
Ben Kürt aydınıyım diyen herkes halkın bu tercihine saygı duyarak yukarıdaki çelişkileri dile getirmek ve gücü yetebiliyorsa düzeltmekle mükelleftir.
Hakikat ile örtüşmeyen komplo teorileri ve absürt yorumlarla halkın bu meşru tercihini tu kaka ederek hiçbir yere varamayız. Bu gün Kürtler olarak yaşadığımız devasa felaket ve dramın tümünün sorumluluğunu sadece bir kesimin üstüne yığıp, kendimizi temize çıkarma çabaları bizi doğru bir yere götüremez.
Kürtlerin bütün kesimleri, herkes kendi ağırlık ve konumuna göre bu dram ve felakette kusur, hata veya suç sahibidir. Ama herkesin kusur oranı bir olmayabilir.
Yukarıda saydığımız derin akılların Kürtlere kurduğu tuzağı hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız. Kayyımların sadece şu son bir iki dönem değil yüz yıldır bu topraklara niçin atandığını görebilmeliyiz. Kaldı ki bu son kayyımın yazısı, daha Diyarbakır Büyük şehir Belediyesi ve meclisi göreve başlamadan önce valilik tarafından yazıldı. Zira Seçimler 31 Mart 2019’da sonuçlandı. Mazbatalar 17 Nisanda alınabildi. Kayım yazısı ise 1 Nisanda tam bir Nisan şakası olarak yazıldı. Dileyen araştırabilir.
Bu garabet, bu ülkede Kürtlere yönelik demokrasinin nasıl işlediğinin somut bir göstergesidir.
Bu ayıba rağmen biz mazlum olan bu milletin bazı fertleri olarak bir yandan bu halkın meşru irade beyanını zor ile gasp eden bir kayyumun kucağına oturup bu kayyumculuğun meşru olmayan rantını kişisel veya grupsal çıkarlarımıza kanalize edeceğiz, öbür yandan ise bu ayıbı başkaları yapmışçasına kendimize bu halkın aydını, siyasetçisi veya kanaat önderi gibi bir rol biçeceğiz kendimize.
İşte bu duruş bütün bu ûlvi sıfatların hilafına tam da çukurun dibi bir duruştur. Bir halkın makûs talihi bu şekil yenilemez. Dünyada bunun bir örneği yoktur.
Oysa bize düşen her şeyi ile mazlum olan halkımızın yanında durup onurlu bir duruş sergilemek. Kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın Şer, zülüm, Kötülük, istismar, gasp, gayri meşru, ahlak, Vicdan ve teamül dışı her şeye karşı hep beraber, el birlik, ortak bir ruh ile durmaktır. Bir şeylere gücümüz yetmiyorsa da onurumuzla evimizde durup halkımızın yanında olduğumuzu belirtmek bizim için sermayelerin en büyüğü olmalı.
Kalbimiz Ali’den yana ama Muaviye karnımızı doyuruyor, cıvık bir maslahatçılık bize temiz olan hiçbir şey kazandıramaz. Hele ideolojik körlük, ocağımıza incir dikmiştir. Kürt kürde ideoloji dikte edemez. Etmemeli.
Eğer gerçekten de toplumsal kurtuluşumuz gibi bir dert ve gayemiz varsa o halde temel parolamız: Herkes için eşit oranda hak, adalet, hukuk, eşitlik, özgürlük ve paylaşım olmalı. Yoksa bir arpa boyu mesafe alamayız.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Kürt toplumunun devinim ve istemlerine ve dünyanın hak ve özgürlüklere bakış açısı bilinç olarak geldiği aşamaya, Ortadoğu da eski statükolarda yaşanan tıkanmışlıklara baktığımızda Kürt milletinin geleceğini aydınlık olarak görmemek için hiçbir nedenimiz yok.
Yeter ki öncü sınıfları üzerlerine düşen rol, görev ve sorumluluğu layıkıyla yerine getirebilsinler…
Umut ve aydınlık dolu yarınlarda buluşmak dileğiyle…
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.