Ümit Aktaş Yazdı: Geleceğe Seslenmek

18.03.2022

Olumlu anlamdaki bir geleceğe sesleniş, bir iktidar dilinin seslenişi ya da ütopik bir beklentiye dayanmaz. Bu, bir seferîlik halinin dilidir ve belli bir geleneğe dayansa da, gelenek bekçiliği de değildir. Tolstoy’da olduğu  gibi İncil’e, Benjamin’deki gibi Tevrat’a veya Kapital’e, Gandi’deki gibi Bhagavad Gita’ya, Şeriati, Kutub…’daki gibi Kuran’a veya Garaudy’deki gibi İncil, Kapital ve Kuran’a dayanabilir. Bu tür kök-metinlerin üzerlerine yüklenen anlamlar, farklı istismarlara maruz kalan ideolojiler (İslamcılık, sosyalizm, liberalizm….)  olarak da tezahür edebilir. Bir seferîlik halinin ifadesi olan bu ideolojik yorumlar, belli bir geleneği eleştirerek buradan kendilerini kökensel başlangıca teyelleyen gelecek çağrıları olarak da temayüz edebilir. Düşünselliğin saf kavramsallığına karşı ideolojiler, “bilgi” ya da “düşünce”yi belli bir tarihsel duruma özgüleştirir ve hatta düşüncenin “saf kavramsallığı”ndan bir iktidar arayışının araçlarına da dönüşebilirler. Dolayısıyla düşünsel arayışları salt siyasal söylemlere, sözgelimi hilafetçilik, Marxizm, neoliberalizm gibi iktidar tutumlarına indirgemek ve araçsallaştırmak, meselenin özündeki derinliği gözden çıkarmak anlamına da gelebilir.

Geleceğe seslenmek, kök-metinlerin belli bir tarihsel hareket hattı üzerinde biçimlendirilen yorumları ve bunlara dayandırılan arayışların tecessümüdür. Bunun en güzide örnekleri Gandi’nin yerellikler ve ulusalcılıklara karşı Müslüman ve Hindulardan müteşekkil bir Hindistan çağrısı, Ali Şeriati’nin kendisini yerelliğe ve güncel çıkarlara hasretmiş olan bağnazlıklara karşı “aşk” çağrısı, Kutub’un yine benzeri tutumları ifade eden cahiliye durumuna karşı öne sürdüğü medenileşme çağrısı veya Aliya’nın madde ve ruh, Doğu ve Batı gibi karşıtlıklardaki kavramsal çatışmalara zorlanan ve parçalanan insanlığa yönelttiği tevhid çağrısı ya da Malcolm X’in Elijah’ın ırkçılığından ezen/ezilen ilişkisine doğru yönelen çağrılarında dile getirilmektedir. Ama bu dile gelişler, anlayışı kıt olan ya da bakışları iktidarsal güç temerküzüne daralmış nadanlar elinde tüm özgünlüklerini ve özgüllüklerini kaybederek salt bir iktidar arayışının araçlarına ve hatta silahlarına da dönüşebilir.

Bu şahsiyetlerin yetiştikleri iklimleri zorlayan kapitalizm, ırkçılık veya sömürgeci baskılardı kuşkusuz ve neredeyse bir asır/dönem bu sömürgeci işgaller veya baskılar altında geçirilmişti. Beri yandan bu iklimleri olumsuzluklardan koruyacak köklü barınaklar da bulunmamaktaydı. Ancak bu barınak (sığınak)’ların yokluğu, bir taraftan da bu düşünürleri belli bir siyasal veya düşünsel baskının olumsuz etkilerinden de korumaktaydı. En kötüsü de otokratik bir geleneğin her şeyi denetimi ve disiplini altında tutmaya çalışan ve toplumsal tavanı olabildiğince basıklaştıran, gökyüzünü alçaltarak her türlü düşünsel ve siyasal inkişafı soluksuz bırakan sözümona bir korumacılığın olumsuz etkileriydi. Dolayısıyla da herhangi bir “sığınak”ın koşullandırmalarından olduğu kadar basıklığından da muaf olan bu tutumların başlangıçtaki özgünlükleri, buradan birer barınak haline doğru evril(til)dikçe, bu niteliklerinden de ister istemez uzaklaşacaktır.

Oysa Marx’ın Batı dünyasının yönelimindeki sorunlara, özellikle de kapitalizme karşı seslenişi veya Gandi’nin uyandırdığı Hindistan’ın sömürgeciliğe karşı olağanüstü direnişi, Kutub’un bakışları iktidardan topluma yöneltişi, kendi toplumsal özgünlüklerinden de öte, insanlık için de birer umuttu. Bu girişimler ne kadar anlaşıldı ve kelimenin tam anlamıyla bir umuda çevrildi veya çığırlarından çıkarıldı; bu, başka bir tartışmanın konusu olsa da, aynı zamanda toplumların, vicdanların ve genel olarak tüm insanlığın da birer sorunudur. Kuşkusuz ki İbn Haldun’un bahsini ettiği talih biraz da budur: Sözün muhatabını bulması ve Marx’ın deyimiyle, “farelerin kemirici eleştirisine” terk edilmemesi. Geleceğin karşısında artık savunmasız kalmış ve sözünü babasız bırakmış bir aydının veya düşünürün en büyük trajik çaresizliği ise anlaşıl(a)mamaktan da öte, yanlış anlaşılmaktır.

Bu düşünsel öncülerin en büyük becerileri ise, toplumsal zaafların ya da sorunların açığa çıktığı belirtileri olanca arılığıyla müşahede edip, bu sorunları yerelliklerinin de ötesine taşıyacak bir sorunsala dönüştürerek, bu sorunsallıklar üzerindeki çözümleyici tutumlarıdır. Ki bu çözümlemeler salt ifade edilmekle bırakılmış veya yerel ve tarihsel açılımlarıyla toplumsallaştırılmış da olabilir. Bu tip bir sorunsallığın farklı koşullara taşınması ve orada ifadesi, onu, banilerinin kastından uzaklaştıran ardıllar tarafından birçok yanlış anlamalara veya indirgemelere maruz bırakarak sığlaştırılmasına da yol açabilir.  Ki bu, hemen hemen tüm düşünürlerin maruz kaldığı bir talihsizliktir. Ama kimileyin tersi de olur ve bu yorumlayıcı girişimler yeni açılımları da sağlar. Öyle ki sözgelimi Marx’ın ideolojilere karşı olanca hassasiyetine ve kendi çabasını daha çok bir “bilim” olarak görmesine karşı, Antonio Gramsci veya Louise Althusser gibi becerikli takipçiler tarafından bu “öğreti,” ideolojileri olumlayan ve bunları başlangıcın “bilimsel” dilinden hareketle toplumsal ve güncel yorumlarla çeşitlendiren ve hatta zenginleştiren mecralara kavuşturulmuştur. İslamcılığın da Şeriati, Aliya ya da Kutub tarafından yorumları, benzeri açılımları sağlamıştır.

Dolayısıyla bizim için de yapılacak olan, bu gibi düşünürlerin başlattıkları düşünsel çabaların tarihsel ve yerel daralmalarını da göz önünde tutarak olumsuzluklarından arıtmak ve izleklerini daha da derinleştirmek suretiyle yenilemek; dolayısıyla ataların ocaklarından taşıdıkları alevleri canlı tutmaya çalışmaktır. Belki de en önemlisi onları doğru anlayabilmek, yarım ya da eksik kalan sözlerini bir vuzuha kavuşturmak ve yeniden anlamlandırabilmektir. Bu çabalar ise yeni yorumları ve izlekleri olduğu kadar, yeni seslenişleri ve umutları da ortaya çıkaracaktır. Kuşkusuz ki geleceğe dair yegâne umudumuz, bu izleklerin kaybedilmemesi, yanlış anlamaların izalesi ve geleceğe olan seslenişlerin canlı tutulabilmesidir. Sinsice fırsat kollayarak bu izleklerdeki olumlulukları görmezlikten gelen, olumsuzlukları abartan ve buradan bir küçümseme ve kötüleme çabasına girişen ama yeni bir izlek de üret(e)meyen nihilizmlere ve barbarlığa karşı olumlu bir bakışın biricik tutumu da bundan başkası değildir.

Ümit Aktaş’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.