Yusuf Yavuzyılmaz: Ahlak ve İbadetlerde Tutarlık

05.12.2021

Ahlakın en önemli göstergelerinden biri söylem ve eylem arasındaki tutarlılıktır. Bir insanın diğerleri tarafından dikkate alınması ve onları etkilemesi için sahip olduğu inanç ve düşünce ile eylemlerinin tutarlı olması gerekir. Son zamanlarda özellikle dindarların inançları ile davranışları arasındaki tutarsızlık, dindarlara olan güveni azaltmaktadır. 

            Namaz, oruç, hac gibi ibadetler dikey olarak Allah ile ilgilidir. Adil olmak, yalan söylememek, liyakate önem vermek (Emaneti ehline vermek), yolsuzluk etmemek gibi ibadetler hem Allah hem de içinde yaşadığımız toplumla ilgilidir. Kuşkusuz bu iki ibadet türü birbiriyle bağlantılıdır. Şu kadar ki, ikinci ibadetler birinci ibadetlerin denetim alanıdır. Toplumsal hayatta sorun var ise, birincil ibadetlerin samimiyetinde sorun vardır.

Dinin araçsallaştırılması, ahlaki tutarsızlığın en önemli özelliklerinden biridir. Tarihsel süreç her kavramın, ideolojinin, dinin araçsallaştırıp istismar edildiğini göstermektedir. Dinlerin araçsallaştırılması ise diğer araçsallaştırma türlerinden daha vahim sonuçlar üretmektedir. Dinlerin araçsallaştırılmasında merkezi kavram ise gösterişçi dindarlıktır.

Eleştiri yaparken ahlak ilkelerine uygun davranmak son derece önemlidir. Bir düşünceyi eleştirmek, muhalefet etmek, karşı çıkmak normaldir. Normal ve ahlaki olmayan ahlaki sınırları aşıp konuyu kişiselleştirerek, hakaret etmektir.

            İnsanı insan yapan en önemli alan ahlaktır. Her alanda dürüst ve ilkeli olmak gerekir. Adaletsizliğe, yolsuzluğa, yalana karşı çıkarak, iyiliğin, doğruluğun, adaletin izini sürmek gerekir. Eleştirel düşünce her alanda rehberimiz olmalıdır. İçinde bulunduğumuz grubu, cemaati, partiyi eleştirme cesaretini göstermeliyiz. Adaletsizlik, yolsuzluk yapan bizdendir diye susmamalı, hataları görmezden gelmemeliyiz. Muhalif düşünceleri peşinen mahkûm etmemeli, onlardan yararlanmalıyız. Unutmayalım bu ülkede bizim gibi düşünmeyen muhaliflerimiz hep olacak. Ancak, bizim gibi düşünmeyen herkes düşmanımız değildir.

Bizler hayatımız boyunca Allah’ın gözetimi altında inanan Müslümanlarız. Bu yüzden hayata bakıştaki önceliğimiz adalet olmalıdır. Bizim ötekimiz bizim gibi düşünmeyen ya da bizim gibi inanmayanlar değildir. Bizim ötekimiz, inançları, felsefi düşünceleri, cemaatleri, partileri, örgütleri ve dinleri ne olursa olsun adaletsizlik yapanlardır. Bizler hak ve adaletin temsilcileriyiz. Hiçbir parti, grup, cemaat, örgütün militanları değiliz.

                 Ne yazık ki, düşünceleriyle davranışları arasında tutarsızlık yaşandığı zamanlara tanıklık ediyoruz. Bilerek zamanında borcunu ödemeyen bir insanın sözünde durmaktan ve adaletten söz ettiği garip zamanlarda yaşıyoruz. Toplumsal alanda yaşadığımız tutarsızlıklar hem Müslümanlara olan güveni zedelemekte, hem de dine olan güveni sarsmaktadır.

                 Bir partinin, örgütün, cemaatin içine giren insanı bekleyen ilk büyük tehlike, bağımsız ve eleştirel düşünme yeteneğini kaybetmesidir. Çünkü onun önceliği partisinin politikalarını savunmaktır. Daha da kötüsü bir süre sonra bu kişi bir partinin militanı olur. Hiçbir partinin gerçekliği tam olarak kuşatmayacağını bildiği halde böyle bir tutumun içine girmekten çekinmez. Onun için içinde bulunduğu parti, grup ve cemaati eleştirenleri daha çok dikkate almak gerekir.

                 Herkes diğeri adına konuşuyor ve onu tanımlamaya gayret ediyor. Ötekini dinlemeye, anlamaya hiç gayret etmiyor. Anlamaya değil, tanımlamaya çalışıyor. Bu tutum, her kesimin özcü olduğunu gösteriyor. Her tanımlamanın bir sınırlandırmayı içerdiğini, bu davranış tipinin diyaloğu ortadan kaldırdığını bilmek gerekir. Fanatik, kendi konumundan dini algılama biçiminden, ideolojisinden, partisinden, cemaatinden, örgütünden asla kuşku duymuyor. Tek boyutlu bu tür insanın başkasını dinlemeye ihtiyacı yoktur. Kullandığı dil ötekileştirici, küçümseyici ve dışlayıcıdır.

Fanatizmin bu topraklardaki ağırlığı, kendi değerlerini öğütmekle sonuçlanıyor. Bunlar arasında iki sembol örnek, Mehmet Akif Ersoy ve Ahmet Kaya’dır. İkisi de doğduğu topraklardan uzakta yaşamaya sürgün edilmiş, ikisinin de etnik kökeni Türk değil, ancak ikisi de bu ülkeyi çok seven insanlar. Biri Mısır, diğeri Fransa’ya sürgün gitmek zorunda bırakıldı. Bu ülkenin kurucu belgesi olan İstiklal Marşını yazacak kadar bu ülkeye bağlı olan bir aydını yurt dışına zorlayan irade Ahmet Kaya’yı da yedi. Onlar milliyetçiliğin farklılıkları inkâr eden devlet katındaki uygulamanın kurbanıydı. Azınlıkları tehdit olarak gören kör milliyetçilik ne kadar da yoksullaştırdı bu toprakları. Kendinden farklı olanları sevmemeye, dahası nefret etmeye şartlandırılmış insanlar zamanla kendilerinden de nefret etmeye başladı. “Ben Arnavut’um” ya da “Ben Kürdüm” demeyi tehdit olarak algıladık. Başkalarını sevmeyi unutunca kendimizi de sevemez olduk.

Ahlakın ortadan kalkması davranışlarımızda başka parametreleri öne çıkarır. Politik taraftarlık, ahlaki kayıtsızlığı besleyen ve büyüten bir tutumdur. Politik taraftar, ilkesel olarak yolsuzluğa karşı değildir; kendi partisinin dışında yapılan yolsuzluğa tavır almasına karşın, kendi partisinin yaptığı yolsuzluğa ise sessizdir.

Yanlış din söylemleri, din ile dünyayı karşı karşıya getirerek bir çatışma alanı oluşturuyor. Dünyayı aşağılıyor, yeryüzünü imar etme görevimizi unutturuyor. Bir hadisi yanlış anlayarak dünyanın mümine zindan, kâfire cennet olduğunu söylüyor. Bu çatışmada da gençler, tercihini hayattan ve yaşadığı dünyadan yana yapıyor. Aynı söylem, dinin, insanı özgür bıraktığı alanlara müdahale ediyor. Kültür, sanat, edebiyat adına yapılan pek çok etkinliğe karşı çıkıyor. İnsanların şekline şemailine, kılığına kıyafetine karışıyor. Helal dairesini daraltıyor. Hâlbuki helal dairesini daraltmak, haramları arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Kur’an bize helal dairesinin genişliğini hatırlatır… Elbette kitap ve sünnette dünyaya yönelik eleştiriler yok değil. Ancak kötülenen, dünya değildir; ahireti yok sayan dünyevileşmedir…” (1)

            Bugün İslam dünyasında yaşanan iç çatışmalar, insan hakları ihlalleri, çevrecilik konusunda duyarsızlık, azgınlık, tüketim kültürünün egemenliği, entegrist anlayış, literal okuma, ekonomik dengesizlikler, İslam anlatısının gerçekliğini gölgelemektedir. Günümüzde Batı insanının sorunlarını çözecek onu ahlaki yönden huzura kavuşturacak bir İslam dünyası ve İslam pratiği maalesef yoktur.

Bir insanın zihnini taraftarlığın tutkusu ve karşıtlığın nefreti doldurmuş ise sağlıklı düşünmesi beklenemez. Çünkü düşünceleri kategoriktir; taraftarı olduğu kampın hatalarını, karşıt olduğu kampın olumlu yönlerini görmez. Bu da sağlıklı düşünmesinin önündeki en büyük engeldir.

Arzu ve istekler sınırsız, zaman ve imkân ise kısıtlı. İnsanoğlu’nun yaşamının sınırlı olması, isteklerine ulaşamama endişesini artırıyor. Bu endişeyi ortadan kaldıracak iki davranış biçimi vardır: Kanaat ve şükür. Kanaat ve şükür, sınırsız isteklerin olduğu fenomenler dünyasındaki en büyük silahlarımızdır.

Ahlaki duruşu örseleyen davranışlardan biri de partizanlıktır. Partizanlığı eleştirenler, iktidara geldiklerinde aynı şeyi yapacaklar ise değişen fazla bir şey olmayacak. Alınacak memur, ihale verilecek yüklenici, tercih edilecek vali A partisinden değil de B partisinden olacaksa ki, büyük ölçüde öyle oluyor. Bu durumda değişen sadece isimler olacak. Biz daima adalet ve liyakatin peşinden koşmalıyız. Ne yazık ki seçmen partilere adaleti sağlaması için değil, kendisine ayrıcalık tanınması için oy veriyor. Bu da önemli bir açmazımız. Bu kısır döngüyü kırmadan adım atmanın anlamı yok.

Siyasette hiyerarşik farklılaşmanın keskinliği, kolektif aklın yitirilmesi, otoriterliğin yaygınlaşması adaleti ortadan kaldırmaktadır. İçinde yaşadığı toplumda vahiy alan bir kişi olmasına karşın, kendini tanımlaması son derece dikkat çekicidir. “Benden korkmana gerek yok; Ben kral değilim Kureyşli kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum

            Bir siyasal liderin davranışı konusunda Aliya İzzetbegoviç’in tavrı son derece önemlidir. “Sizlere hitap etmeden önce, bu duvarda asılı şahsıma ait resimlerin benim rızam olmadan oraya konulduklarını söylemek isterim, verilecek ilk arada resimlerinin oradan kaldırılmasını rica ediyorum. Buysa söz konusu olan sahte bir mütevazılık değil, en basitiyle, bu tür şeyler bizim adetlerimiz değil. Bu konuda hemfikir olduğumuzu zannediyorum.”(2)

İktidar olmak ve hükmetmek tutkusu insanın en büyük zaafını besler. Bu zaaf iktidar hırsı ve güç zehirlenmesine sebep olur. İktidarda kalmak, her tür ahlaki değerin üstüne çıkan, en büyük amaç haline gelir. Bu da son tahlilde, ne pahasına olursa olsun,  iktidarın süresini uzatacak arayışlara dönüşür.

 

  • Dr. Mehmet Görmez, Gençliğin Anlam Arayışı, Otto Yayınları, S:30
  • Aliya İzzetbegoviç, SDA Toplantısındaki Konuşma, Saraybosna, 35.03. 1994

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir