Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: 14 ve 28 Mayıs 2023 Seçimleri Üzerine Sosyolojik Analiz

12.06.2023

14 ve 28 Mayıs seçimleri üzerine analizler yapılmaya devam ediliyor. Bütün değişim taleplerine karşın, ekonomik ve sosyal yönden çok avantajsız olarak seçime giren siyasal iktidarın tekrar seçimi kazanması nasıl anlamlandırılabilir? Muhalefetin böylesine avantajlı girdiği seçimlerde kaybetmesinin nedeni nedir? Kuşkusuz bu sorular üzerine günceli temel alan çok sayıda yorum yapılmıştır.

            Biz, seçimin tarihsel zihniyet dünyası üzerinden okunması gerektiğini, bu tarihsel zemini ihmal ederek yapılan her yorumun eksik kalacağını düşünüyoruz. Ünlü tarih filozofu İbn Haldun’un “Mukaddime” adlı eserinde dile getirdiği gibi, “Geçmiş geleceğe suyun suya benzediği kadar benzemektedir.” Çünkü seçmen yaşadığı her türlü zorluğa karşın, tarihsel hafızanın yönlendirmesiyle hareket etmektedir.  

            Son seçim sonuçlarını analiz ederken, özellikle dindarların siyasal tavırlarını yönlendiren tarihsel nedenler üzerine yoğunlaştım. Bu beni Din-siyaset ilişkilerine zemin oluşturacak zihniyet dünyaları üzerine yönlendirdi. “Toplum içinde oluşması muhtemel fitne ve kaosa karşı nasıl davranmak gerekir?” sorusunu analiz etmeye çalışıyorum. Bu analiz iktidarın muhalefeti terörle eşitleme (FETÖ ve PKK) noktasına açıklık getirebilir. Bu nokta tarihsel Sünni siyasal refleksin devreye girdiği noktadır. Devlet ve düzene karşı yönelen fitne yerine yukarıdan gelen otoriteyi tercih etme, bu siyasal refleksin çerçevesini çizer. Kuşkusuz bu konuda yaptığım analiz ve genellemeler hataya açıktır.

Seçimi değerlendirirken, özellikle seçmen kitlesinin büyük çoğunluğunu oluşturan “Muhafazakâr dindar” kitlenin siyasal hafızasını oluşturan parametreler üzerinde durmak gerekir. Bu anlamda yapılan, “Tehdit ve fitneye karşı güvenlik ve istikrar odaklı Sünni siyasal akıl, adalet ve özgürlük merkezli Mutezile siyasal aklı yendi”, “Eşari – Gazali – tasavvuf çizgisi, Ebu Hanife- Maturidi Mutezile çizgisini yendi”, “Güven ve istikrar belirsizliği ve güvensizliği yendi” şeklindeki analizler, siyasal davranışları tam olarak ifade etmese de, tarihsel bir gerçekliğe işaret etmektedir.

Öte yandan, seçimi belirleyen refleksin, Ünlü Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün Nizamiye Medreselerinde Gazali’ye verdiği görevle çerçevesi çizilen, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetini kuran siyasal aklın zaferi olduğunu savunan anlayış da dikkate alınmalıdır. Bu sentezin en önemli ilkesi, önce güvenlik sonra adalettir.

Muhalefetin, seçim sürecinde izlediği tutarsız siyaset anlayışına paralel olarak, Sünni siyasal aklın kodlarını okuyamadığı için başarılı olmadığı eleştirisini de gözden uzak tutmamak gerekir. Türkiye sosyolojisi, Sünni-Hanefi-Şafi kodlarının oluşturduğu ve güvenliği, istikrarı temele alan siyaset sosyolojisi doğru okunmadan isabetli değerlendirilemez.

İslam siyasal aklının kökeninde bu alanda üretilen iki anlayışın yönlendirmesi altında olduğunu kabul etmek gerekir. Bu iki anlayış Şii İmamet ve Sünni hilafet anlayışıdır. İmamet ve hilafet, içtihat alanının dışına çıkarılıp, imanın ilkeleriymiş gibi algılanınca sorun tartışılmaz ilk zeminine çekiliyor. Bu da sorun hakkında sağlıklı eleştirinin önünü tıkayan bir faktöre dönüşüyor. Eleştirel akıl devre dışı kaldığında, soruna yeni bir açılım getirilemeyeceğinden süreç geçmişe sığınmakla, geçmişte bulunan çözümlere haşiye yazmakla sonlanıyor. Bu da sonuçta var olanı tekrarlamakla sonuçlanan bir anlayışa dönüşüyor.

Bu iki teorinin (Şii ve Sünni) en sorunlu yönü, özgürlükleri ikincil plana atıp otoriterliği meşrulaştırmalarıdır. Bu durum güçlü devlet zayıf halk ikilemini doğurmuştur. Dolayısıyla her tür özgürlük arayışı güvenlik ve istikrar duvarına çarparak etkisini kaybediyor. Erdoğan, sürekli olarak güvenlik ve istikrar vurgusu yaparak tarihsel Sünni aklın temel refleksini harekete geçirmeyi başarmıştır.

Öyle görülüyor ki, tarihsel hafızamızı oluşturan siyasal anlayışlar ile cesurca hesaplaşmak gerekmektedir. Bütün tarihsel uygulamalara karşın günümüzdeki yönetim sorununa geleneksel Şia ve Sünni teori karşılık veremezler. Nitekim veremediklerini de açıkça görüyoruz. Sünni ve Şii dünyanın bugün geldiği nokta ortadadır. İslam dünyasının içine düştüğü kaotik durum öncelikle yeni bir siyasal anlayışa ihtiyacımız olduğunu göstermektedir.

Ayrıca bu iki anlayışın tanımladığı mehdi, itaat, biat, imamet, hilafet gibi kavramlar siyasal algının üretilmesini belirlemiştir. Bunlar arasında özellikle mehdi anlayışı siyasal mücadeleyi önemli ölçüde zayıflatan bir faktöre dönüşmüştür. Mehdi teorisi, siyasal anlamda çaresizliğin ve yenilmişliğin ürettiği, zaferin gelecekte ortaya çıkacak bir kahraman tarafından oluşturulacağı fikrini doğurmuştur. Bir anlamda, sorumluluğu geleceğe ertelemekle sonuçlanmıştır. Bu anlayış da mücadele gücünü büyük ölçüde zedelemiştir. İmam Humeyni, bu zorluğu aşmak için, geleneksel bu teoriye karşı bir içtihat yaparak velayet kavramında köklü değişikliğe gitmiştir.

Kuşku yok ki, Müslümanların siyasal reflekslerini yaşanan iç çatışmalar yönlendirmiştir. Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarından sonra ortaya çıkan kaotik durum Hilafet adına saltanatı meşrulaştırmıştır. Buna tepki olarak ortaya çıkan ve daha özgürlükçü olması beklenen Şia ise yine babadan oğula geçen saltanat modelinin bir başka versiyonunu üretmiştir.

Şii imamet teorisi ve Sünni hilafet modeli, tarihsel uygulama bakımından otoriterliği doğurmuştur. Şura ilkesi büyük ölçüde işlevsiz kalmıştır. Bu durum İslam dünyasında büyük bir siyasal ve ahlaki krize neden olmuştur.

Gelinen noktada Sünni ve Şii siyasal mirası mutlaka eleştirel bir düşünceyle yenilemek gerekmektedir. Çünkü Kur’an ve Sünnette ne yönetimin şekli ne de yöntemi hakkında açık bir belirleme yapılmamış, ahlaki ilkeleri belirlenmiş ve ümmetin tarihsel içtihadına bırakılmıştır. Öyle görülüyor ki, İmamet ve hilafet teorilerinin bütün iddiaların aksine tarihsel çözümler olduklarıdır. Bu konuda yapılan bazı zorlama teviller sonucu değiştirmiyor.

            Siyaset alanı içtihada en açık alanların başında gelir. Siyaset alanını içtihada kapamak geçmişi tekrarlama iddiasından başka bir sonuç doğurmaz. Her sorunda geçmişte üretilen çözümlere dönen zihnin günümüzden kopacağı açıktır. Geçmişe dönme psikolojisi günümüz sorunlarına yoğunlaşması engelleyen en büyük zihinsel prangadır.

Günümüz İslam dünyasının en büyük sorunu siyasal anlamda otoriterliği meşrulaştıran bir müktesebata sahip olmasıdır. Bu tarihsel anlayış mutlaka değiştirilmelidir.

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.