Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: Arayış

4.12.2023

Türkiye siyasetinde sistemi dönüştürüp değiştirmeye aday her siyasal anlayış bir süre sonra resmi ideolojinin içinde başkalaşıyor, değişiyor, dönüşüyor ve eriyor. Ak Parti de uzun iktidar sürecinde, çeşitli aşamalardan geçerek, aynı süreci yaşadı, yaşıyor. Oysa Ak Parti’nin İktidarın ilk on yılındaki performansı ile bürokratik oligarşiyi geriletmek ve askerin siyaset üzerindeki etkisini azaltmak anlamında önemli mesafeler alınmıştı. Ancak sonraki dönemlerde değişimci yönü giderek azaldı; muhafazakârlık ve milliyetçilik partiyi esir aldı. Milliyetçilik ile yaptığı siyasal ortaklık ise değişimci yönünü önemli ölçüde bitirdi. Ancak seçmen desteğini korumayı büyük ölçüde başardı. Peki, bu durum nasıl oldu? Şunu açıkça belirtmek gerekir ki, siyasal partilere oy veren seçmenler de zaman içinde değişim gösteriyor. İktidar partisinde yaşanan değişim ile destek veren seçmenin değişiminin özdeşleştiği görülüyor. Bu durum sadece partinin değil, ona oy veren seçmenin önceliklerinin de büyük ölçüde değiştiğini gösteriyor. 

Siyasal anlamda değişimi hedefleyen anlayışların önündeki en büyük engel muhafazakârlık ve milliyetçiliktir. Çünkü milliyetçilik, demokratik hukuk devleti ve özgürlükler konusunda en yetersiz siyasal anlayıştır. Muhafazakâr dindar seçmenin milliyetçiliğe kolayca evirilmesi, iktidarın milliyetçi ve güvenlikçi söyleminin kolayca kabul edileceği bir iklim yaratıyor. 

Türkiye toplumunda ve siyasetinde milliyetçiliğin yükselişi, hak, hukuk, adalet, insan hakları, din ve vicdan özgürlüğü konusunda mücadele verenleri daha zor dönemlerin beklediğini gösteriyor. Milliyetçiliğin siyaset üzerindeki ağırlığı değişimin önünü kapatan bir süreci tetikliyor. 

Milliyetçiliğin en sorunlu ve patolojik anlayışının temsilciliğini Ümit Özdağ yapıyor. Bu anlayış, Anadolu’nun etnik ve dini çoğulculuğuna en uzak anlayıştır. Özellikle göçmen konusundaki söylemi bu anlayışın faşizmin eşiğinde durduğunu gösteriyor. Türkiye siyaseti, demokrasi ve hukuk devleti konusunda adım atmak, temel hak ve özgürlükleri geliştirmek istiyorsa, milliyetçiliğin siyasetteki baskın etkisini azaltmalıdır. 

Milliyetçiliğin sadece milliyetçi partilerle sınırlı olduğunu düşünmek büyük hatadır. Milliyetçilik, diğer ideolojilerin içine çeşitli oranlarda sızmıştır. Bu sızıntıda değişen milliyetçilik değil sızdığı Parti’nin ideolojisidir. Son yaşadığımız seçimler gösteriyor ki, milliyetçilik Türk siyasetinin dominant anlayışıdır. Milliyetçiliğin değişik tonları olan Kemalist Ulusalcılık, muhafazakâr milliyetçilik, etnik milliyetçilik, seküler milliyetçilik, sol milliyetçilik gibi siyasal anlayışların varlığı, milliyetçiliğin siyasal alandaki ağırlığını gösteriyor.  Bu durum milliyetçilik ideolojisini sadece milliyetçi partilerden ibaret sanmanın yanlış olduğunu gösteriyor. Kuşku yok ki, milliyetçiliğin toplumda yükselmesinin kökeninde yer alan sosyolojiyi de sağlıklı analiz etmek gerekmektedir. 

Öte yandan muhalefetin hala çözmediği içsel sorunlarının varlığı, Türkiye siyasetini daha da karmaşık hale getiriyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimden sonra aldığı pozisyon, izlediği siyaset, muhaliflere karşı takındığı tavır demokrasi açısından muhalefete bağlanan umutları büyük ölçüde yok etti. Türkiye için bir umut olan değişik siyasal ideolojilerin ortak ilkeler etrafında toplanma idealinin uzun vadeli değil, bir seçim söylemi olduğu gerçeğini görmek, demokratik hukuk devletinin mücadelesini verenler açısından çok sarsıcı oldu. Gelişen süreçte Kılıçdaroğlu’nun partisinin genel başkanlığını kaybetmesi, izlediği siyasetin ne olacağı konusunda kuşkuya yol açtı. Özgür Özel’in CHP’nin başına geçmesi nasıl bir siyasal anlayışı izleyeceği konusunda belirsizliğe yol açmış gözüküyor. 

İyi Parti’de lider değişikliği yaşanmadı; ancak oradaki siyasal belirsizlik, parti içi tartışmalar ve partiden kopmalara bakılırsa, CHP’den çok daha büyüktür. İYİ parti, kurulduğunda temel soru şu idi: İyi Parti, Türkiye’de siyasal sistemi aşacak bir alternatif olabilir mi, yoksa konjonktürel bir çıkış mıdır? Öte yandan Meral Akşener’in liderlik performansı da test edilecekti. Geçen zaman bu soruların cevabını büyük ölçüde verdi: Görünen o ki, ne İyi parti Türkiye siyaseti için yeni bir imkânın kapısını açabilir, ne de Akşener dönüştürücü bir lider olabilir. Özellikle Akşener’in söylem ve eylemi arasında ortaya çıkan tutarsızlıklar ve çelişkiler kendine bağlayan ümitleri yok etti.  Çok büyük beklentilerle kurulan İyi Parti’nin şu an dağılma gerçeği ile yüz yüze kalması, kendisine destek veren seçmen kitlesinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Eğer muhalefet birlikte hareket edemezse, iktidardaki Ak Parti ve MHP neredeyse muhalefetsiz bir seçime gitmesi gerçeği ile baş başa kalacak siyaset.

İyi Parti, siyasal bir tutarlılık göstermekte zorlanıyor. Bir taraftan üçüncü bir yol oluşturma, seçimlere bağımsız girme amacı ve bunun sonucunda büyükşehirleri Cumhur İttifakına hediye etme suçlaması, diğer yandan CHP ve dolayısıyla Yeşil sol parti özelinde Türk ve özellikle seküler Kürt soluyla işbirliğinin oluşturduğu siyasal risk. 

İyi Parti’nin, doğrudan CHP, dolaylı olarak Kürt soluyla seçim işbirlikleri, onu asıl oy potansiyeli olan muhafazakâr milliyetçilerin zihninde kuşku yaratıyor. Bunun sonucunda karar almakta zorlanıyorlar. İyi Parti’nin asıl sorunu, siyasal anlamda durduğu yeri netleştirememesidir.

Öte yandan kategorik olarak Kürtlerin oy verdiği bir partiyi ötekileştirmek, dışlamak ve sonuçta sistem dışına itmek Türkiye siyasetinin geleceği açısından siyasal risk barındırmaktadır.

Muhalefet için açmaz şurada. İyi Parti ve Yeşil Sol Parti desteği aynı anda olmaksızın Büyükşehirlerin çoğunu kazanmak mümkün değildir. Öte yandan birbirleriyle uyumsuz iki siyasal partiyi bir arada tutmanın ne kadar zor olduğu da görülüyor.

Türkiye siyasetinin en büyük açmazı arka planda PKK/YPG silahlı mücadelesine sempati duyan, siyasal tepkilerini Yeşil Sol Parti veya daha önce kurulmuş partilere destek vererek gösteren kabaca yüzde on civarındaki seçmenin demokratik sisteme nasıl entegre edileceği sorunudur. Yeşil Sol Parti etrafında dönen tartışmalar, bir yanıyla yerel seçimler ile ilgili, diğer yanıyla ağırlıklı olarak Kürt sorunu ile ilgilidir.

Milliyetçilik ulus üstü söylemleri önemsizleştirerek, ulus kimliği ve ulus iradesini öne çıkarır. Ulus kimliğinin öne çıktığı siyasal anlayış,  Fransız ihtilalinden sonra üretilmiş tarihsel bir anlayıştır. İnsanlığa seslenen bütün büyük düşünceler ise ulus üstü insani değerlere vurgu yapar. 

Türkiye siyasal tarihi daha öncelikli bir konuyu öne çıkarmaktadır. Bu durum gündelik siyasetin derinlerinde bir soruna işaret etmektedir. Önümüzdeki hayati soru, siyasetin derinlerindeki zihin yapısıyla ilgilidir: İnsan hakları, özgürlük, hukuk ve adalet temelinde iktidara gelen partiler neden kolayca bu hedeflerinden vazgeçip statükonun parçası haline gelebiliyor? Bu soru, Türkiye siyasetinde yapısal bir sorun olduğuna işaret ediyor. Öyle görülüyor ki, salt iktidara gelmek sorun çözmüyor. Öncelikle muhafazakâr dindar ve milliyetçi kültürün ürettiği “Hikmeti hükümet” düşüncesi ile hesaplaşmak gerekiyor. Otoriteryenliği besleyen siyasal anlayış, toplumsal zeminde hala gücünü koruyor ve büyük oranda bu anlayışı dillendiren partilere destek veriyor. 

İktidar açısından tarihin en avantajsız seçimine girmesine karşın başarılı olması, muhalif seçmende büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Girdiği en avantajlı seçimde başarılı olamayan muhalefette tartışmaların sert geçmesi beklenen bir durumdur. Ancak bu tartışmaların uzaması, parti içi ve partiler arası tartışmalar, yaşanan moral bozukluğu, muhalif seçmende, yaklaşan seçiminde kaybedileceği endişesini doğurmaktadır. 

Koşullar her ne olursa olsun aydınlar, hak, hukuk ve adaletin mücadelesini vermelidir. 

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir