Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: Bir Araştırma Alanı Olarak Oryantalizm, Emperyalizm ve Filistin Sorunu: Edward Said, Roger Garaudy ve Nurettin Topçu

29.10.2024

Çok genel anlamda oryantalizm, Avrupa ve Batı’nın Doğu düşüncesi olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz bu çalışmalar Batı’nın Doğu’yu sömürmesinin aracı olarak ortaya çıkmıştır. Oryantalizm adına üretilen bilgiler ve çizilen olumsuz Doğu imajı, Batı’nın emperyalist çıkarlarını korumaya dönük olmuştur. E.Said konuyu ele aldığı klasikleşen “Oryantalizm” adlı eserinde, Batı düşüncesinin Doğu’yu ele alıp değerlendirmesindeki çarpıklığı bütün yönleriyle ortaya koymuştur. Said, “Oryantalizm” adlı eserin yazılmasındaki ana etkeni şöyle açıklamaktadır: “İnsan gerçeğine böylesine uzak ve böylesine gözleri kapalı bir ilmin varlığını fark etmeseydim bu kitabı yazamazdım.” Said’in oryantalizmi insan gerçeğine kapalı ve gözleri kapalı olarak tanımlaması, oryantalizm adına öne sürülen düşüncelerin ilmi değil, ideolojik anlayışla ortaya konulduğunu göstermektedir. Dolayısıyla oryantalizm çalışmaları tanımaya ve anlamaya değil, tanımlamaya ve yönlendirmeye dönük olmuştur. 
Öyle görülüyor ki, oryantalizm bir ilim dalı olmaktan çok, sömürgeciliğe destek amacıyla oluşturulan ideolojik kurguya benzemektedir. Nitekim Ahmet Cevizci, Oryantalizmi bu özelliği üzerinden tanımlamaktadır: “Batı’nın İslami Doğu’yla ilgili olarak geliştirmiş olduğu, kendi emperyalizmini şu ya da bu şekilde meşrulaştırmaya yarayan vizyon ya da bakış açısı. Batı’nın İslami Doğu’yla ilgili resmi görüşünü ifade eden bu vizyon, Doğu gerçeğinin, ne kadar çarpıtılmış olursa olsun bir yansıması olmaktan ziyade, Batılının emperyalizmle ilişki içinde korkularını olduğu kadar iştahını da yansıtan bir yapım olarak durmaktadır. Oryantalizmde veya Batı’nın söz konusu hegemonik vizyonunda, Doğu veya Doğu’lu, Batı’nın veya Batılının ötekisini ifade eder.”(1)
Öyle görülüyor ki, Ahmet Cevizci oryantalizme bilim olarak bakan anlayışa tıpkı E.Said gibi mesafeli durmaktadır. Kuşkusuz O, bu anlayışıyla, oryantalizmi Doğubilimi olarak değil de “Sömürgeciliğin keşif kolu” olarak gören anlayışa yaklaşmaktadır. Bu anlayışın dünyadaki en önemli temsilcisi ise Edward W. Said’dir. Ona göre Batı kendini ve Doğu’yu oryantalizm üzerinden tanımlayarak kendisine üstün, ötekine ise daha aşağı bir konuma yerleştirir. Bu anlayış Batı’yı Doğu’nun üzerine yerleştirir. Tanımlamaya göre Batılılar akılcı, hümanist, barışçıl, bilimsel ve mantıklı düşüncenin vatanıdır; Doğu ise duygusal, baskıcı, otoriter, duygusallığın kök saldığı yerdir. Batı aklın, doğu ise “Bin bir Gece Masallarının” gizemli vatanıdır. 
TDV İslam Ansiklopedisinde ise tanım şöyledir : “Din, bilim, düşünce, sanat, tarih gibi alanlarda Doğu dünyasını inceleyen ve Doğu hakkında değer yargıları üreten Batı kaynaklı kurumsal faaliyet.” Devamında ise daha geniş bir oryantalizm tanımıyla karşılaşıyoruz: “Oryantalizm, bir düşünce biçimi ve uzmanlık alanı olması itibarıyla ilk olarak Avrupa ve Asya arasında değişken tarihsel ve kültürel ilişkiyi, ikinci olarak XIX. yüzyılın  ilk yarısından itibaren çeşitli Doğu kültürlerinin ve geleneklerinin incelenmesinde uzmanlaşmayı ifade eden Batı’daki bilimsel disiplini,üçüncü olarak da dünyanın Doğu olarak isimlendirilen bölgesi hakkındaki ideolojik varsayımları,imgeleri ve hayali resimleri içerir.” (2)
Ancak oryantalizm teriminin ilk ortaya çıkışı ile ilgili anlatı, Doğu hakkında bilimsel çalışmalar yapanlar olsa da, oryantalizm kavramının salt bilimsel çalışmaların çok ötesinde bir amaca hizmet ettiğini göstermektedir: “Terim, sömürgecilik dönemi Hindistan’ında Hint eğitiminin temelinin İngilizce olması gerektiğini savunan İngiliz taraftarları karşısında Hint kültürünü önerenleri adlandırmak için kullanılmıştır.”(3) 
Oryantalizmi bilimsel akademik bir çalışma alanı görenler olduğu gibi, kavramın hiç de masum bir arka plana sahip olmadığını, oryantalizmin Hıristiyan misyonerliği ve sömürgecilik faaliyetleri ile iç içe girdiği ve bu faaliyetlere yol gösterme amacına hizmet ettiğini savunanlar da vardır. 
Oryantalizmi, Hıristiyan misyonerliği ve sömürgeciliğin keşif kolu olarak gören en önemli entelektüel kuşkusuz E.Said’dir. E.Said’e göre Oryantalizm çalışmalarını bilimsel bir temele oturtmak isteyen düşünceye kökten itirazlar yöneltti. Bu yüzden oryantalizm denince Onun eleştirileri ihmal edilemeyecek kadar önemli bir konuma oturmuştur. Said’e göre oryantalizm, asla masum bir akademik araştırma disiplini, Doğu’yu tanımaya dönük sosyolojik bir çalışma alanı değildir. Said, oryantalizmi şöyle tanımlamaktadır: “Antropolog, sosyolog, tarihçi yahut dilbilimci olsun özel yahut genel bir açıdan Şark’ı öğreten, yazıya döken yahut araştıran kimse şarkiyatçıdır ve yaptığı şey şarkiyattır…Oryantalizmin daha geniş bir manası vardır: Oryantalizm Doğu ve Batı arasında ontolojik ve epistemolojik ayırıma dayalı bir düşünce biçimidir…Şimdi oryantalizmin üçüncü tanımına geliyorum: XVIII.yüzyıl sonlarını kabaca belirlemiş bir başlangıç noktası kabul edersek oryantalizm Şark ile uğraşan müesseselerdir;yani Şark hakkında hükümlerde bulunur,Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir,Şark’ı tasvir eder,tedris eder, ikan eder, yönetir; kısacası Doğu’yu hakim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olabilmek içim bulduğu bir yoldur.” (4)
Edward Said’in son cümleleri oryantalist çalışmalar hakkındaki genel anlayışını da ortaya koymaktadır. Şurası açık ki, Batı’da oryantalist çalışmalar, Batı’nın sömürgecilik faaliyetleriyle eş zamanlı olarak yoğunlaşmıştır. Bu durum oryantalizm çalışmalarının sömürgecilik ile olan ilgisini ve bağlantısını açıkça ortaya koymaktadır. E. Said’in “Oryantalizm” kitabının Türkçeye çevirisinde kullanılan “Sömürgeciliğin keşif kolu” nitelemesi, Cemil Meriç’e aittir. Oryantalizmin nasıl ortaya çıktığı konusunda Cemil Meriç, Said’le aynı paralelde düşünmektedir. 
Yazar Alev Alatlı Said’in oryantalist çalışmalarına farklı bir perspektiften bakar: “Öte yandan, Said’in incelemelerinde Türkiye ve Türkler yoktur. Afganlılar, İranlılar vardır ama Oryantalizmin belki de en mağdur edilmiş muhatapları, Türkler, yoktur! Bunu müteveffa düşünürün Türkçe bilmediği için bizden uzak durmuş olmasıyla açıklayabiliriz belki. Ama bence esas olan, Edward Said’in eserlerinin kendi kendisine karşı ‘Oryantalist’ bir bakış geliştirmiş olan yerleşik eski solcu/yeni liberal Türk enteljensiyasını delememiş olmasıdır. Rahmetli Cemil Meriç’in, “Bu kitabı biz yazmalıydık!” demesi vardır. “Oryantalizm” isimli kitabın “Sömürgeciliğin Keşif Kolu” şeklindeki üst başlığını koyan da Cemil Meriç’tir. İktidarım olsa, liselere zorunlu ders kitabı olarak yerleştireceğim Oryantalizm ve Kültürel Emperyalizm, “bilgi”nin nasıl “yaratıldığı”nı, nasıl “manipüle edilebildiğini” gözler önüne sermesi bakımından bir dehanın eseridir. Neticeyi kelâm, dünya, eşsiz bir entektüelini kaybetti. Hocaydı. Tek umudum, geride, kendisini anlayan, erdemlerine sahip çıkabilecek bir iki öğrenci bırakmış olması ihtimali. Mekânı cennet olsun.”(Alev Alatlı, Resmi Web Sitesi) . Alev Alatlı’nın da işaret ettiği gibi Oryantalizm çalışmaları iktidarın siyasal amaçlar uğruna bilgiyi nasıl manipüle edeceğinin en güzel örneklerinden biridir. Burada kültürel iktidar ve bilgi Batı’nın elindedir ve o bilgiyi sömürgecilik faaliyetlerinde bir araca dönüştürmektedir. Doğu’yu gelişimini tamamlamamış, aklını kullanamayan bir coğrafya olarak tanımlamaktadır. Kuşkusuz bu anlatımda Batı aklını kullanan dünyanın diğer bölgelerine bilgiyi götüren coğrafyadır.  Dolayısıyla Batı’nın Doğu’yu geliştirmek amacıyla yapacağı müdahaleler, daha geniş anlamda sömürge faaliyetleri meşru bir temele kavuşmuş olur. 
  Alev Alatlı’ya göre, “Namuslu bir entelektüel olmanın çok ötesinde, Edward Said, Batının akademik paradigmalarını sorgulayan ve kadim felsefeciler geleneğinde bir “düşünce ekolü” yaratmış olan bir dehadır. Bu düşünce ekolü, “Amerikalılardan farklı olarak, Fransız ve İngilizlerin — bir dereceye kadar da Almanların, Rusların, İspanyolların, Portekizlilerin, İtalyanların ve İsviçrelilerin — Batı Avrupa Tecrübesinde özel bir yeri olan ‘Orient’le halleşmek üzere uzun yıllar içinde geliştirdikleri bir gelenek var ki, ben bu geleneğe ‘Oryantalizm’ adını vereceğim,” cümlesiyle başlar, “Orient, Avrupa ile hemsınır olmasının ötesinde, en büyük, en zengin ve en eski sömürgesi, medeniyetlerinin ve dillerinin kaynağı, kültürel rakibi ve ‘Öteki’nin en derin ve sık tekrarlanan imajıdır.” (5)
Oryantalizm çalışmalarının arka planında sömürgeci devletlerin bulunması da oryantalizm ile emperyalizm arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koymaktadır. 
E. Said, oryantalizmin birkaç neslin birlikte çalışarak ortaya koyduğu bir ürün olduğunu savunur. Dolayısıyla oryantalizm çalışmaları birden ortaya çıkmış çalışmalar değildir. Planlı ve uzun bir geçmişi vardır. Ana amaç sömürgecilik faaliyetlerini meşrulaştıracak bir söylem oluşturma gayretidir. E. Said oryantalizmi psikolojik bir paranoya olarak görmekte, Doğu’yu yeniden tanımlayarak sömürülmeye hazır hale getirildiğini savunmaktadır. Oryantalistler Doğu’yu genellikle düşüncesiz, hain, çocuksu ve yer yer vahşi olarak görmektedir. Batı ise olgun, erdemli ve normaldir. Bu durumda oryantalistlerin hedefi Doğu dünyasını olgun, erdemli ve normal hale getirmek için emperyalist faaliyetlere yol göstermektir. Oryantalist çalışmaların iç yüzünü anlayabilmek için İngiltere’nin özellikle Hindistan özelinde yürüttüğü sömürgecilik faaliyetleri dikkatle incelenmelidir.
Oryantalizm çalışmalarında kuşkusuz bilimsel ahlaka uygun çalışmalar da vardır. Ancak çok büyük oranda oryantalizm sömürge faaliyetlerine temel oluşturma amacına dönük ideolojik bir çalışma alanı olagelmiştir. 
Hiç kuşku yok ki, oryantalist külliyatın önemli bir özelliği de Siyonizm destekçiliğidir. Avrupa’da Yahudiler kabul görmüş milletlerden değildi. Ortaçağın sonlarına, hatta Hitler dönemine kadar, Yahudiler sürgün edilen istenmeyen insanlardı. Bu anlamda “Avrupa’daki Yahudilerin kurtarılması, yönetici sınıfın öncelikleri listesinin başında yer almıyordu. Yahudi devletinin kurulması onların gözünde en önemli ve en öncelikli meseleydi.”(6)
Hitler’in Yahudi soykırımından sonra, Siyonistler bir anlamda dokunulmazlık kazanmıştır. Dolayısıyla bu aşamadan sonra Siyonistler sürekli ABD ve Batı tarafından kollanmıştır. “ABD, İsrail’e karşı uygulanacak her türlü yaptırım karşısında “veto” sunu kullanmak suretiyle, Filistin ve Golan’a yapılan saldırıların, Kudüs bile olsa, yabancı toprakların işgal ve ilhakı ile ödüllendirilmesini kabul edegelmiştir.(7)
Garaudy, Hitlerin katliamı üzerinden bir Yahudi soykırım efsanesi üretilmiştir. Bu durum, diğer soykırımların üzerini örtmek ve tüm hesabı Almanya’ya ödetmek için kurgulanmış ve abartılmıştır. Garaudy’ye göre “Yahudi soykırımı efsanesi herkesin işine geliyordu. Çünkü bundan “tarihin en büyük soykırımı ” diye bahsetmek, Batılı sömürgeciler için ( Amerika yerlilerinin toplu kırımı ve Afrikalı kölelerin ticareti gibi ) kendi cinayetlerini unutturmak; Stalin içinse, vahşi zulümlerinin üzerine sünger çekmek demekti.” (8)
E. Said, Filistin asıllı bir yazar olarak bu soruna özel bir önem vermiştir. O, “Filistin’in Sorunu” adlı müstakil bir eser yazmıştır. Said, bu eserinde ezilen ve yurdundan uzaklaştırılarak mülteci haline getirilen bir halkın dramını anlatmaktadır. Said’e göre “Filistinlilerin hayatlarındaki asıl çarpıklık Siyonist müdahaleyle ortaya çıktı ve temel sorun Siyonist düzendir.”(9)
“Said’in düşünce hayatına bakıldığında, Filistin sorununun gelişimi ile onun entelektüel gelişimi arasında paralellikler göze çarpmaktadır. Doktora sonrası yaptığı çalışmalarda daha çok bilginin siyasi niteliği, bilgi- güç ilişkisi, bilginin içinden çıktığı sosyo-kültürel ortam gibi konular üzerinde yoğunlaştığı dikkati çekmektedir. Bu yönelişi gerek yazılarında, gerekse konuşma ve konferanslarında görmek mümkündür. Fakat o, bu yöneliş ve yoğunlaşma sırasında genellemelere düşmemiş, haklıyla haksızı, suçluyla masumu daima birbirinden ayırt etmeyi bilmiştir. Bazen İsrail’deki insan haklarını protesto için Lübnan sınırından İsrail yönetimine taş fırlatmış, bazen de İsrailli ünlü müzisyen Daniel Barenboim ile ortaklaşa gerçekleştirdiği “Doğu-Batı Divanı” projesi kapsamında Ramallah mülteci kamplarındaki gençlere müzik eğitimi ve konserler vermiştir.”(10)
E. Said, entelektüelin daima hakikatin yanında durması gerektiğini ifade etmektedir. Filistin konusundaki duyarlılığı da bununla ilgilidir. “Entelektüel bireyin hangi partiye yakınlık duyarsa duysun, hangi ülkeden gelirse gelsin ve kendini aslen neye bağlı hissederse hissetsin, insanların çektiği acılar ve yaşadığı baskılar konusunda belli doğruluk standartlarından şaşmaması gerektiğini söylemeye çalıştım. Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şovenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır.”(11)
E. Said’e göre İsrailliler soykırıma uğrayan bir millet olarak tutarsız davranıyor ve kendileri de Hitlerin izinden gidiyorlar.  “İsrailliler boy gösterip kendilerine dair kurban bir halk imajı çizmekte pek mahir davranıyorlar. Hitler’in Yahudilere reva gördüğü muamelelerin aynen peşinden giderek bütün suçu ve sorumluluğu kurbanlara atan en kaba propaganda yöntemlerine başvuruyorlar.”(12)
E. Said Siyonizmin davranışı konusundaki çelişkileri de ortaya koymaktadır. “Siyonizm önceleri Filistin’in yerli sakinlerinin mevcudiyetini kabul etmeyi reddetti ve daha sonra kabullendiği zaman da sadece siyasi ya da ulusal hakları olmayan yerli sakinleri tanıdı. Bu yerliler haklarını talep ettikleri sürece, Batı’ya, sistematik biçimde, bu mücadelenin terörist, soykırımcı ve Yahudi-düşmanı bir mücadele olduğu doğrultusunda talimat verdi. Bu sadece saçma değil, Filistinlilerin yüzyıllardır maruz kaldıkları tecavüzlerin daha uzun bir süre devamına ruhsat çıkartmak ve neredeyse sonsuza dek tarih ve gerçekle uzlaşmayı reddetmektir. Daha da kötüsü, böylesi bir tavır tecavüzlerin artarak tekrarını teminat altına alır, daha çok acı, daha çok ziyan, daha çok “boşuna” “güvenlik önlemleri”.(13)
E. Said, yaptığı eleştirilerinde Siyonizm’i ve İsrail yönetimini hedef almaktadır. Kuşkusuz bunda Filistinli oluşunun da özel bir yeri vardır. Said, “Filistin Sorunu” adlı eserinde, Batının soruna bakıştaki duyarsızlığı ve ikiyüzlülüğü hakkında şu değerlendirmeleri yapmaktadır: “Siyonist teröre ilişkin hiçbir şey söylemeyen Batılı basının ve entelektüel beyanlarının ikiyüzlülüğüdür daha kötüsü.” “İsrail hücumları tarif edilirken tarafsız bir dile dönüştürülmesinden daha büyük bir alçaklık olabilir mi?” “İsrail’in Batı yakası ve Gazze’yi işgal ettiği 1967 yılından bu yana işgalin zulmü günbegün ve hiç nefes aldırmaksızın sürdüğü halde, Batı basınını ayaklandıracak tek şey Kudüs Çarşısında patlayan bir bombadır.”
  Ülkemizde Yahudiler ve Mason Locaları hakkında önemli eserler verilmiştir. Nurettin Topçu’da bunlardan biridir. Nurettin Topçu’nun karşı olduğu zümrelerden biri de Yahudiler ve yaptıkları faaliyetlerdir. Yahudilerin Babil esaret sonrası insanlığın çilesi başlamıştır. Çünkü Yahudi ideolojisi bu sürgünün intikamını almak üzerine inşa edilmiştir. Topçu’ya göre dünyada geçerli Yahudi zulmünü doğrudan destekleyenler olduğu gibi, Hollandalı Spinoza gibi bilmeden buna destek olanlar da vardır. Karl Marks, Freud, Durkheim, Levy Bürhl, Einstein gibi düşünürler hakikat kurmak manasıyla hakikati paramparça etmişlerdir. Bunlar içerinde en önemlilerden biri düşünceleri Ziya Gökalp tarafından ülkemize sokulan Durkheim’dir. “ Fransız sosyoloji okulunun kurucusu Emile Durkheim, geçen asrın sonunda ve asrımızın başında Batı’da süratle yayılarak Ziya Gökalp tarafından memleketimize sokulan görüşleriyle, bilgimizin prensipleri olan zaman, mekan ve sebep kavramlarının esasını toplumda aradıktan ve böylece düşüncenin temellerini toplumsal izafiyetçiliğe indirerek mutlak hakikat kavramını inkar ettikten sonra Allah’ın da toplumdan başka bir şey olmadığını söyledi ve dini inançların temelini yıktı.”(14)
Topçu’ya göre Yahudiler içimizdeki tehlikedir. Bu yüzden çok dikkatli olmak zorundayız. O, bu konuda şu ifadeler yer vermektedir: “ Yahudi içimizdeki tehlikedir, iyi tanımadan ona yaklaşmayalım. Ancak iyi tanıdıktan sonra tehlikesinden korunmanın çare ve silahlarını tayin edebileceğiz. Şunu da iyi bilelim ki Yahudi, Allah’ın insan diye yarattığı varlıklara benzemez.”(15)
Kuşku yok ki, Topçu, aynı zamanda Hitler hayranıdır. Yahudilere olan bu aşırı karşıtlığının altında bu hayranlığın rol oynadığını da söyleyebiliriz. 
Topçu, Yahudi kavminin insanlığın başına bela olmak için yaratıldığını iddia edecek kadar ileri gider. Bu durumu insanlığın ezeli kaderi olarak değerlendirir. “ Esasen insanoğlunun iki düşmanı, iki şeytanı vardır: para ve Yahudi. İkisi de güler yüzle sıcaklıkla sürünerek insana nüfuz eden musibet birbirinden ayrılamazlar.”(16) Yahudi psikolojisi, diğer insanlardan farklılık gösterir; insanların yüzüne gülmesine karşın, görünmeyen tarafıyla zehrini akıtır. 
Topçu’ya göre, Yahudiler, İslam tarihinde ortaya çıkan iç karışıklıkların da asıl failidir. “Hazreti Osman’ı katlettirip de Müslümanları ikiye bölerek ashabı da öldürttükten sonra tahriklere tezyiflere kurban edenler, İslam kisvesine büründükleri halde İslam’ı içinden yıkmak isteyen Mısır’ın Yahudileri idi. O günden beri çoğu katliamın kökeninde Yahudi zihniyeti vardır. Sadece Hz. Osman’ın değil Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının kökeninde de Yahudilerin karanlık zihniyetleri vardır. Peygamber’in kurduğu devletin temellerini sarsan Yahudiler, tün zamanlar boyunca bu yıkıcı faaliyetlerini devam ettirdiler ve çoğunlukla da başarılı oldular. 
Topçu, Yahudilerin işledikleri zulümlere karşı, onlara da adil davranmak gerektiğini savunur. “ Hiçbir canlı varlığa karşı olamayacağımız gibi yahudiye karşı da zalim olmayalım. Ancak yahudinin bütün milletlere, bütün ülkelere, bütün insanlara, bütün müesseselere ve arzın her zerresine sinen şerrinden, onun gizli zulmünden insanlığı korumak ve kurtarmak da vazifemizdir. İslam dünyasının kalbine bir fitilli bomba gibi yahudiyi yerleştiren siyon ve mason uşakları ne derlerse desinler, yahudinin idare ettiği emperyalizme karşı savaş, istiklal savaşıdır.”(17) Topçu’ya göre İsrail ayakta durduğu sürece, Türk ve İslam dünyası tehlikededir. 
İsrail ne yaparsa yapsın, yaptıklarını ahlaki olarak savunmak mümkün değildir. “ İster kadim gelenekler isterse modern dünya olsun referans gösterilen hiçbir ahlaki değer İsrail’i tutmayı başaramamıştır. Üstelik Babil sürgününün ardından, kendilerine himaye veren toplumlara vefa bile göstermeyecek kadar bir irrasyonalitenin içinde yüzmektedir. İsrail’in tavrını belki de irrasyonel olmayan bir irrasyonaliteye götüren şey budur.”(18) İsrail konusunda üretilen efsaneler, ona karşı olan yapıları sindirmek için kullanılmaktadır. “Bu basın dilinin ve istihbarat faaliyetinin başka bir yüzü de, terör devletini ve Siyonizm’i “Holokost”, “İsrail’in yenilmezliği”, “Yahudi gücü/sermayesi” veya “”olan biten her şeyin, bütün kötülüklerin sorumlusu” gibi efsaneler üreterek bir korku imparatorluğu oluşturmak ve ona olduğundan büyük anlamlar yüklenerek “düşmanlarını” daha işin başında sindirmektir.”(19)
Siyonizmin kökeninin Aydınlanmacı Sömürgecilik düşüncesi olduğunu unutmamak gerekmektedir. “Emperyalizm ve Siyonizmin entelektüel köklerini açıklamak istiyorum, çünkü her ikisi de 19. yüzyıl siyaset ve kültür düşüncesinin mirası olarak bizi etkilemeye devam ediyor. Bu mirası tam olarak anlamadan ırkçılığın yeni veya geçici bir olgu olduğu düşünme hatasına düşebiliriz. Siyonizm ve emperyalizmin birbirinden nasıl ilham aldığını, her ikisinin de Batı’nın siyasi ve entelektüel kültürünün merkezinde yer aldığını göstereceğim. 
Emperyalizm, değişmez bir biçimde, özel ve giderek gizli bir mitoloji ortaya koymaktadır. Emperyalizmin efsanelerinden bazıları, güçlü bir kültürün üstün kültür olduğu; doğal hiyerarşiler yaratmak amacıyla gerçeğin kendisinin iradi olarak değiştirilebileceği; egemen ulusun efendi ırktan geldiği yolundaki ve benzeri görüşlerdir. Herzl’in düşüncelerinin ve Filistin’in 1880’lerden itibaren sömürgeleştirilmesinin kökenleri, Siyonizm ve emperyalizmin ortak kökenleri On dokuzuncu yüzyıl Avrupa entelektüel kültürünün tarihinde bulunabilir. 
Emperyalizm, tüm amacı toprak yönünden genişleme ve bunun meşrulaştırılması olan siyasal bir felsefedir. Emperyalizmin tarihinin, modern bilimin oluşumunun ve tahrif edilmesinin ve kötüye kullanımının tarihi olduğu söylenebilir. Modern emperyalizmin gerçek kökeni, sistematik sınıflandırma düşüncesidir ve bu düşünce – biyoloji, dilbilim, antropoloji ve tarih gibi bilimlerde- On dokuzuncu yüzyıl Avrupa bilimini gerçekleştirdiği başlıca başarıdır. Emperyalizm bu düşünceden yola çıkarak çarpıklaştırılmış bir ilke elde etmiş ve bunu insanların dünyasına kasten uygulamıştır. 
Öyleyse, Siyonizm, teorisi ve pratiğiyle, Avrupa emperyalizminin daha alt düzeyde bir tekrarıdır. Marx’ın, Üçüncü Napolyon’un, amcası Napolyon Bonaparte’nin gülünç ve taklidi olduğunu söylemesine benzer biçimde, Siyonizmin de Avrupa emperyalizminin gülünç bir taklidi olduğu söylenebilir. Siyonizm, emperyalizm gibi, ideolojisini oluşturduğu devletin içinde devlet kurumlarından, İsrail basketbol ligine kimlerin katılıp kimlerin katılmayacağına; kimin Yahudi sayılabileceğine; kimlerin bir noktadan bir noktaya seyahat edebileceğine; kimin toprak sahibi olabileceğine kadar her şeyi yöneten – ve bozan – bir düşünce sistemidir. 
Yani Siyonizm ve emperyalizmden söz ettiğimiz zaman, aynı sülaleden gelen, aynı gereksinimlerden doğan bir düşünceler ailesinden söz etmiş oluyoruz.”(20)Bu yüzden İsrail asla İsrail’den ibaret değildir. 
1- Ahmet Cevizci, Felsefe sözlüğü, Say yayınları
2- TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 33
3- TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 33
4- Edward Said, Oryantalizm, Pınar yayınları
5- Alev Alatlı ,Resmi Web Sitesi
6- Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, Timaş yayınları, S: 71
7- Garaudy, Çöküşün Öncüsü ABD, Timaş y, s: 61
8- Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, Timaş yayınları
9- Said Edward W and Tariq Ali. 2006. Conversations with Edward Said. Calcutta: Seagull Books.
10- Seyfi Kenan, E. Said, İslami Araştırmalar Dergisi, sayı; 10, 171-172
11- E. Said, Entelektüel, Ayrıntı yayınları. 
12- E. Said, Kültür ve Direniş, Agora Kitaplığı. 
13- E. Said, Filistin Sorunu, Pınar yayınları, s: 312
14- Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, Yayına Hazırlayan: Ezel Erverdi- İsmail Kara, Dergah yayınları, s: 206
15- Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, Yayına Hazırlayan: Ezel Erverdi- İsmail Kara, Dergah yayınları, s: 206
16- Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, Yayına Hazırlayan: Ezel Erverdi- İsmail Kara, Dergah yayınları, s: 206
17- Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, Yayına Hazırlayan: Ezel Erverdi- İsmail Kara, Dergah yayınları, s: 206
18- Mustafa Tekin, Yetkin Düşünce Dergisi, yıl:7, sayı: 25, s: 7
19- Mehmet Yaşar Soyalan, Yetkin Düşünce Dergisi, yıl:7, sayı: 25, s: 27
20- E. Said, Emperyalizm ve Siyonizm’in Entelektüel Kökenleri, s: 137-142, (Siyonizm ve Irkçılık, A.Ü. SBF yayınları, no: 511, Ankara, 1982) Aktaran Mehmet Yaşar Soyalan, Yetkin Düşünce Dergisi, yıl:7, sayı: 25, s: 34-35

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir